Tophane'nin Haylazı AHMED MİTHAT

|

Ahmed Mithat, sokak sokak dolanıp bekârlara çamaşır satan bir fukaranın (Hacı Süleyman’ın) oğludur. Kıt kanaat geçinir, Tophane semtinde tahtaları kararmış bir ahşapta otururlar. Annesi (Nefise hanım) gün boyu dikiş diker, kocasına çamaşır hazırlar. Ahmed hareketli bir çocuktur, kâh ağaç tepelerinde dolanır, kah çamurlara yatar. Ona yılda ancak bir kat entari alabilirler ama haylaz çocuk elbiselerini giydiği gün yırtar. Bağırır, çağırır, kavga çıkarır, cam kırar. Mahallelinin şikayetleri artınca sabırları taşar, onu Mısır Çarşısı’nda bir aktarın yanına çırak koyarlar.

Bakın şu işe ki Ahmed birden durulur, mes’uliyetini bilir ve yükü omuzlar. Sabah horozlar ötmeden yola çıkar, yalınayak başıkabak çarşıya koşar. Ne bir potini olur ne de bir palto uydururlar. Soğuk kış günleri tir tir titrer ama kimseye naz yapmaz. Dükkanı yıkayıp paklar, ustasının evine su taşır, yengenin alışverişlerini yapar. Zaman zaman azarlanıp tokatlansa da işini sever ve aktarlıkta ilerlemeye bakar.

Aktar mı sultan mı?
O devirde İstanbul’da hekim eczacı azdır, soğuk alanlar, hazımsızlık çekenler, mafsalları ağrıyanlar aktarlara koşarlar. Dertliler dükkanın önünde terbiyeli terbiyeli sıralarını bekler, büyük bir hürmetle akıl sorarlar. Ahmed işi çabuk kapar, dükkanı çekip çevirmekle kalmaz, pirinç havanda kendine has macunlar yapar. Derman hapları, kara merhemler ve öksürük şuruplarıyla müşteri tutar. Ustası bu haylazı kaçırmaktan korkar, yevmiyesini on paraya çıkarır ve önüne bir çift şeftali renkli yemeni atar. Ahmed yemeniyi sadece dükkanda giyer eve gelir giderken kuşağına sokar, yıpranacak diye ödü kopar.

Evet o belki Mısır Çarşısı’nın en iyi aktarı olacaktır ama gözü yukarılardadır. Peştamal kuşandığı, kalfalığa yükseldiği, hatta yüz kuruş aylığa kavuştuğu halde okumaya bakar. Ötede beride mecmua, kitap karıştıran insanlara rastgeldikçe içi yanar. Okuyup yazan insanların, bambaşka bir dünyada yaşadıklarına inanır. Öyle ya onlar akıllarına gelen soruların cevaplarını bulabilecek durumdadırlar. Meselâ şu bitişik dükkanın sahibi, Hacı İbrahim okumadan duramaz. Ya buruşuk bir gazete bulur ya da kenarı saçaklanmış bir kitap açar. Sekisine yayılır, tatlı tatlı mırıldanır. Gözlerini ya iri iri açar, ya saadetle yumar. Kılıktan kılığa girdiğine bakılırsa okumaktan büyük keyif almaktadır.

Hem okudu hem de yazdı
Bir gün kızara bozara “hacı amca” der, “sizden bir şey rica etsem?” İbrahim Efendi kitabını kenara koyar, yuvarlak camlı gözlüklerini burnunun üstüne indirir ve ona bakar. İnce parmakları ile kızıl sakalını sıvazlarken mânâlı mânâlı güler “biliyorum” der “okuma yazma öğrenmek istiyorsun di mi?”
-Ne olur beni kırmayın. Dükkanınızı temizlerim, yüklerinizi taşırım, odunlarınızı kırarım

Adamcağız ağlamaklı olur “Sen dua et yeter” der, “ben elimden geleni yaparım.”

İbrahim efendi ona hemen bir elif cüzü uydurur, ustası kızmasın diye gündüzleri çalışmaz, akşamları hacının evine gider, yorulasıya ders yaparlar. Ahmed okumayı tez kapar ama bununla yetinmez, Galata’daki bir kitapçıdan Fransızca dersleri almaya başlar. Ustası elindeki kitapları görünce “ne o len, kâtip mi olcen” dese de ona karşı saygılı davranır. Hele çırağı yolu çarşıya düşen Frenklerle anladıkları dilden konuşunca koltukları kabarır. Artık komşular gelir gider, mektup okutur, mektup yazdırırlar.

Ahmed mesainin bitmesini iple çeker, geceleri bir kandilin cılız ışığında kitaplarına dalar. Evet bu kısa zamanda çok şey öğrenmiştir ama diploma sahibi olmalı, maroken masalara kurulmalıdır. Bunun için üvey ağabeyinin (Dafız Ağa’nın) yanına gider. Niş Rüştiyesinden mezun olur (1863) icazetini itina ile çerçeveletir ve duvara asar.

“Efendi” olduğu yıllar...
Şimdi “şışşt veled” diye çağrıldığı günler geride kalmıştır, artık ona “Ahmed Mithat Efendi” diye hitap eder, memleket meseleleri hakkında fikrini sorarlar. Onda fikirden bol şey yoktur ama herkese tek tek anlatmak canını sıkar. Rusçuk’ta Vilayet Tercüme Dairesinde çalışırken Mithat Paşa tarafından çıkarılan Tuna gazetesinde kalem oynatarak cahil millete (!) nasihate başlar. Mithat Paşa Irak’ta vazife alınca onu da yanında götürür ve Vilâyet adına Zevra gazetesini çıkarırlar.

Ahmed Mithat Efendi, ağabeyi ölünce İstanbul’a gelir zira aile onun eline bakar. Tahtakale’de kiraladığı bodrumda bir matbaa kurar, ev halkı dizgi, baskı işlerinde çalışırlar. Hem Namık Kemal’in yayınladığı “İbret” gazetesinde yazar hem de “Devir” ve “Bedir” adlı iki gazete çıkarır. Gelgelelim ikisi de batar...

Ahmet Mithat Efendi meydanı boş bulunca önüne gelene sataşıp başına iş açar. Onu Namık Kemal ve Ebüzziya Tevfik ile birlikte Rodos’a yollarlar. 1876 yılında İstanbul’a dönen Ahmed Mithat tekrar gazeteciliğe başlar ancak artık adımlarını daha dikkatli atar. Üss-i İnkılab adlı eseri ile 2. Abdülhamid Hanın takdirlerini kazanır, onu Matbaa-i Amire ve Takvim-i Vekayi gazetesinin başına oturturlar. Ardından Tercüman-ı Hakikat gazetesini kurar.

Kurar da iyi mi yapar? Dilerseniz bu soruyu onun gibi cevaplıyalım: “Tafsilat yarına!...”