Merhamet Timsali BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ

|

Bâyezîd-i Bistâmî devrinde binlerce velî vardır. Hepsi de ibâdet, riyâzet, keşif ve kerâmet sâhibidir. Fakat asrın kutbu kendi halinde ümmî bir demircidir. Bu işin “bir sırrı, hikmeti olmalı” der, demirciyi görmeye niyetlenir. Adamcağız, büyük veliyi karşısında bulunca çocuklar gibi sevinir. Görünen o ki derin bir ilmi yoktur, bırakın kendi mâkâmından haberdar olmayı, namazda okunanlar dışında tek süre bilmemektedir. Garibim Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinden yalvara yakara dua ister. “N’olur” der, “himmet edin bu acize...”

- Sana elbette dua edeceğim ama öğrenebilir miyim derdin ne?
- Kıyâmet gününü düşündükçe içim yanıyor. Sahi bunca insanın hâli n’olacak?
- Günah işlerlerken kime sordular? Hem azap çekerlerse sana ne?
- Böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirsiniz! Bilmez misiniz ki bizim mayamız, şefkat suyuyla yoğurulmuştur. Yeter ki onları bağışlasınlar ve azâblarını bana yükleseler râzıyım.

Sonra öyle yanık, öyle içli ağlar ki, mübareği de hislendirir. Zira o, “nefsim, nefsim” diyenlerden değildir.
Bâyezîd-i Bistâmî ona temel ilimlerden öğretir, demirci ise büyük veliyi kırk yıldır elde edemediği mânevî derecelere eriştirir. İçi feyz-i ilâhî ile dolunca anlar ki, “kutup”luk başka bir şey imiş!

İlle edeb ille edeb...
Ona yine “fazîlet ve kerâmet sâhibi bir velî”den bahs ederler. Bâyezîd-i Bistâmî tanışmak ister. Evet bahsi geçen zât belki yüzlerce cildi ezbere biliyordur ama kıbleye karşı tükürdüğünü görünce, durur ve derhal geri döner.

Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri, kabristanları çok dolaşır. Bir gece bekçiyle karşılaşırlar, adam değneği ile saldırır. Bâyezîd; “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm” deyince sopası cam gibi kırılmaya başlar. Bâyezîd sabah bir keseye değneğin bedelini koyarak bekçiye yollar. Yanında küçük bir not: “Muhterem kardeşim, belli ki beni hırsız sandın. Kabahat bende, gece kabristanda gezmekle hata yaptım. Gönderdiğim parayla kendine bir sopa, artanıyla da tatlı al. Allahü teâlânın selâmı üzerine olsun.”

Sanırım bekçinin pişman olup, mübareğin talebeleri arasına katıldığını anladınız.

Bir sene hacca gitmek üzere hazırlanır. Azığını, eşyâsını devesine yükler. Kervancı “Bu yük bu deveye fazla değil mi?” demeye hazırlanıyordur ki yükün devenin sırtından bir karış yukarıda durduğunu farkeder. Hayretini gizleyemeyip; “Sübhânallah! Ne acâib iştir” deyince, Bâyezîd-i Bistâmî çaresizlikle ellerini açar. “Hâlimi gizlesem dil uzatıyorsunuz. Açık etsem hayret ediyorsunuz. Ben size n’apsam bilemiyorum ki” buyururlar.

Bâyezîd-i Bistâmî bir hac dönüşünde Hemedan’dan bir miktâr tohum alırlar. Bistâm’a varınca torbada birkaç karıncanın dolaştığını görür ve çok üzülürler. “Bunları yuvalarından ayırmakla iyi yapmadık” der, tekrar Hemedan’a dönerler. Tohumları aldığı yere bırakırlar ki arada en az bin kilometre mesafe vardır.

Kandile ne oldu ki!
Bâyezîd-i Bistâmî bir yere misâfir olurlar. Ev sâhibi, bir kandil yakar ama büyük veli hoşnud olmaz, “Bu kandilde bir gariblik var. Sanki ışık değil zulmet veriyor. Neden acaba?” diye sorar. Ev sâhibi; “Efendim. Biz bu kandili bir geceliğine komşumuzdan emânet almıştık. Bu ikinci gece” deyince, Bâyezîd, kandili söndürtür. Ev sâhibi gidip komşusundan izin alır, aynı kandille oda öyle bir aydınlanır ki bir düzine kandil yansa bu kadar ışık olmaz.

Bir gün yolda yürürken, bir gencin kendisini takib etmekte olduğunu farkeder. Dönüp sorar “Hayrola?”
- Sizin gibi olmak, yolunuzda bulunmak istiyorum. Lütuf elinizi uzatıp himmet buyurun da ben de yükseleyim.
- İyi de benim yaptıklarımı yapmadıkça, değil peşimden dolanmak, derimin içine girsen istifâde edemezsin.
Bâyezîd-i Bistâmî kırk beş kere hacca gider. Bir gün Arafat Tepesinde otururken nefsi “Ey Bâyezîd” der, “senin bir benzerin var mıdır ki defalarca haccettin, binlerce hatmettin...” İçinden gelen bu ses büyük veliyi çok üzer, derhâl toparlanır. Etrafındakilere “kim benim kırk beş haccımı bir ekmeğe satın alır” diye sorar. Adamın biri küçücük bir somun uzatır, el sıkışırlar.
Ve Bâyezîd o ekmeği ilk gördüğü köpeğin önüne koyar.

Tövbe kökü istiğfar yaprağı!
Bâyezîd-i Bistâmî bir gün sevenleriyle tımarhâneyi ziyaret eder. Dervişlerden biri baştabibe sorar, “günah hastalığına verecek ilâcınız var mı? Başhekim sükut eder, duvar kenarında güneşlenen pejmürde bir hasta ansızın ayağa kalkar ve reçeteyi sunar: “Tövbe kökünü, istigfâr yaprağıyla karıştırıp, kalp havanına koy. Tevhîd tokmağıyla iyice döv. Sonra insaf eleğinden geçirip gözyaşıyle yoğur. Bu hamuru aşkullah ateşinde pişir, muhabbet-i Muhammediyye balından kat. Al eline kanâat kaşığını gece ve gündüz miktarı kafi tat!”

Milletin şaşkın şaşkın baktığını gören meczup “bunlar benden değil” der, kaşıyla gözüyle Bâyezîd hazretlerini işaret eder.
Bâyezîd-i Bistâmî bir gün dar bir sokağa girmiştir ki bir köpekle karşılaşırlar. Necâset bulaşmasın diye eteklerini toplar. Köpek tam karşısında durur ve “benden sana bulaşacak kir, yıkamakla temizlenir” der, “ama nefsindeki kibir kiri yedi deryâda yıkansa arınmaz”
-Senin dışın pis, benim içim. Gel yolumuza birlikte devam edelim, belki birbirimize faydamız olur.
-Sen benimle yoldaş ve arkadaş olamazsın. Zîrâ sana tâzim eder, beni horlarlar, sana kapı açar, bana taş yağdırırlar. Senin için sofralar donatır, bana kuru kemiği çok bulurlar.
Büyük veli çok kederlenir, nefsine döner “seni bir köpek bile yol arkadaşı edinmedi” der, “var artık derdine yan!”

ASYANIN NURLU KANDİLİ

Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine itibarlı bir tüccar gelir “Efendim!” der, “ben otuz senedir, gündüzleri oruç tutuyor, geceleri namaz kılıyorum. Ama, kendimde hiçbir ilerleme göremiyorum!”
-Eğer üç yüz sene de ibadet etsen bir şeye kavuşamazsın, velev ki nefsini aşmadıkça..
-Bunun çâresi yok mu?
-Var, var ama kabûl edebilir misin?
-Ne demek efendim, lütfen bildirin.
-Öyle ise evine git. Bu kıymetli elbiseleri çıkar, yamalı libaslar kuşan. Boynuna bir torba as, içine ceviz doldur. Sana en çok hürmet edilen sokağa git, çocukları başına topla, “bir tokat vurana bir ceviz, iki tokat vurana iki ceviz veriyorum” de yanağını uzat.
-Sübhânallah! Ben bunları yapamam. Bana başka bir şey emredemez miydiniz?
-İlâcın budur, kullanıp kullanmamak sana kalmış.

Tevazu gibi var mı?
Bâyezîd-i Bistâmî namaz kılmak için mescide gelince kapıda bir miktâr durur ve ağlar. Zira mescidi manen kirleteceğinden korkar.

Çıkarken “Yâ Rabbî! Sana lâyık namaz kılamadım. Beni ve ibâdetlerimi kusurlarımla kabûl eyle” diye yalvarırlar.

Mübarek, taatle geçen bir gecenin seherinde dolup dolup taşar ve elinde olmadan “Allah” der. Der ama “sen kim oluyorsun da ismimi ağzına alıyorsun?” şeklinde bir nidâ gelecek diye ödü kopar. Öyle ki bayılacak kadar...

Bâyezîd-i Bistâmî dar bir aralıktan geçerlerken bir sokak köpeğine yol verir. Talebelerinden birinin hatırına “İnsanoğlu hayvandan şerefli değil mi? Hem âriflerin sultanı köpeğin önünden niye çekilir? Bâyezîd talesine döner: “Şu köpek, hâl lisânı ile ne diyor biliyor musun? Sana Sultân-ül Ârifîn hil’atini, bana kelplik postunu giydirdiler. Ama pekâlâ, tersi de olabilirdi.”

Duvardaki çamur
Bâyezîd-i Bistâmî, buyurdu ki: “On iki sene nefsimin ıslahı için çalıştım. Nefsimi riyâzet (arzuları yapmamak) körüğünde, mücâhede (istemediği şeyleri yapmak) ateşiyle kızdırdım. Yerme örsünde, kınama çekici ile dövdüm. Benliğimden bir ayna yapıp ibâdet ve tâatle parlattım. Sonra ibret nazarı ile baktım, gördüm ki, belimde, gurur ve riyâ zünnârı duruyor. Bu zünnârı kesip atabilmek için beş yıl daha uğraştım.

Bâyezîd-i Bistâmî yağmurlu bir havada çamura saplanır. Ayakkabılarına okkalarca balçık sıvanır. Yağmur bitinceye kadar bir bahçenin ihâta duvarına dayanır ve farkında olmadan ayakkabılarının çamurunu duvarın taşlarına silmeye çalışır. Yağmur yavaşlayınca câmiye doğru yürür ama aklı duvar sahibinde kalır. Onunla helâlleşmeden, nasıl namaz kılabilirim deyip çıkar. Önce duvarı temizler sonra sahibini bulur. Adam “buyrun” der, “bir arzunuz mu var?”
-Sizden özür dilemeye geldim.
-Ne özrü?
-Biraz önce duvarınızı kirlettim. Yağmurun şiddetinden düşünemedim.
-Zaten temizlediniz, hoş temizlemesiniz bile ne zararı var?
-Duvara zararı olmaz ama bana olur. Hakkını helâl eder misin?
Meğer bahçe sahibi gayri müslimmiş:
-Siz Müslümanlar hep böyle misiniz?
-Evet müminler kul hakkından çok korkarlar.
Adam “o hâlde ben niçin bu dîne girmiyorum” der, ve camiye birlikte yollanırlar.

Beni O’na sorun
Vefatı yaklaştığında ellerini açar ve “Yâ Rabbî! Bütün ibâdet, tâatleri gafletle yaptım. Bana n’olur huzûr ve zikir ihsân eyle” diye yalvarır ve bahsettiği hâl üzere rûhunu teslim eder.

Vefâtı (H.261) böyle bir ilkbahar gününe rast gelir. Kabri, İranda Meşhed Tahran arasında Şahrut’a bağlı Bistam kasabasındadır. Mübarek dar-ı bekaya göçtükten sonra rüyada görürler. Sorarlar: “Allahü teâlâ sana nasıl muâmele eyledi?”

-Beni toprağa koydular, bir ses duydum: “Ey Bâyezîd! Bizim için ne getirdin...” “Yâ Rabbî! Huzûruna lâyık hiçbir şey getiremedim, ama şirk de getirmedim”.
-Peki Münker ve Nekir sana nasıl davrandı?”
-O iki mübârek gelip; “Rabbin kimdir?” diye sordular. Onlara “Siz bana O’nu soracağınıza, O’na beni sorun” dedim. “Eğer O (Celle celalüh) beni, kulu olarak kabûl ettiyse ne âlâ. Yok Maazallah kulu kabûl etmediyse, yüz defâ; “O, benim Rabbimdir” desem ne fayda?”

Buyurdular ki:
Allahü teâlânın rızâsına kavuştuktan sonra duyulan anlık saâdeti, Cennet’teki bin köşke değişmem.
Otuz sene mücâhede yaptım. İlimden ve ilme uymaktan daha zor bir şey bulamadım.

Siz bir adamın havada uçtuğunu görseniz kerâmet sâhibi sanmayın. İslâmiyetin emirlerine uymaktaki hassasiyetine, Efendimizin ahlâkıyla ahlâklanmasına, sünnet-i seniyyeye uymasına, velilere olan muhabbet ve bağlılığına bakın.

Allah aşıkları deniz misâli cömert, güneş misâli şefkatli ve toprak gibi mütevazı olurlar.
Veren aziz, alan zelil olur. Kavgalar hep almak yüzünden çıkar, siz hiç “vermek” için kavga edeni duydunuz mu?

Nefsin derdi sâhibini ebedî azâba sürüklemektir. Onu öldürmenin iki yolu vardır. Birisi gıdâsını kesmek (günah işlememek), öbürü, kelime-i tevhîdi söylemektir. Bu kelime, nefs için, en tesirli kötektir.”
Ey Allah’ım! Ey kusurlardan uzak olan sonsuz kudret sâhibi Rabbim. Sen ne dilersen yaparsın. Benim vücûdumu öyle büyült, öyle büyült ki, Cehennem’i ağzına kadar doldurayım, başka kullarına yer kalmasın.