Kölelikten Valiliğe EBREHE

|

Resulullah Efendimiz’in dünyayı nurlandırdığı yıllarda yeryüzünde üç ciddi devlet vardır. Roma İmparatorluğu, Sasani İmparatorluğu ve Habeşistan!

Romalılar, Sasanilerle takışınca Avrupalılara Çin-Hint kapısı kapanır, gemiler limanlarda çürür, kervanlar yola çıkamaz olurlar. Onlar için belki Arabistan, Kızıldeniz hattı bir çıkış olabilir ama burada da ticareti Arap tüccarlardan sorarlar. Bunlar işlerini mahirane yapar, ot yetişmeyen beldeleri altına doyururlar.

Romalılar yıllar sonrasına oynar, Audulis’te Yunanlı bir tacire kölelik yapan ve Rumlaşan Ebrehe ibn-üs Sabbah el-Esrem’e hürriyetini bağışlar, Habeş ordusuna sızdırırlar. Ebrehe çok yer gezdiği ve değişik lisanlar bildiği için hızla yükselir, Yemen Valisi Aryat’ın yardımcılığına kadar çıkar.

O yıllarda Yemen, Habeşistan’a bağlı federe bir devlettir, valiler bir nevi kral olurlar. Makamı yükseldikçe Ebrehe’yi hırs basar, Romalıların desteği ile amirini öldürür ve yönetime el koyar.

Bizans Tekfuru ondan iki şey ister: Arapları Hıristiyanlaştır, yöre ticaretinde bize yer aç.

Mekke’de ne var?
O günlerde hac mevsimidir, Yemenliler irili ufaklı konvoylarla Mekke’ye doğru uzanırlar. Ebrehe yerli memurlardan birine sorar: Nereye gidiyor bunlar?
-Mekke’ye
-Ne yapacaklar?
-Kâbe’yi ziyaret edecek, kurban kesip hacı olacaklar.
-Şimdi bunlar alışveriş de yapar, paraları Kureyşliler kapar.
-Bunda şaşacak ne var, para daima tacire akar.
-Peki, bu Kâbe dediğiniz nasıl bir şey?
-Küp biçiminde bir bina, çok büyük değil ama çok muazzam.
-Üstüne ne örterler?
-Vasail (çizgili bir Yemen kumaşı) biliyorsunuz onu da bizden alırlar.
Ebrehe, Kâbe’den daha yüksek daha görkemli bir Kilise yaptırmaya kalkar. Öyle ya eğer Arapları buraya çekebilirse hem para kazanır, hem propaganda yapar.

Kâbe’ye karşı Kuleys
Hemen işe girişir, Roma’dan getirttiği mimarlara fikir sorar. Mimar milletine imkân açın yeter, akla ziyan tasarımlar yaparlar.

Bizans Tekfuru, kilisenin tezyini için İstanbul’dan işçi, usta, mozaik göndermekle kalmaz, İskenderiye Piskoposu Gregentius’u da onlara yollar. O yıllarda Habeşistan ve Yemen’deki İseviler “Baba-oğul-kutsal ruh” üçlemesine inanmazlar ancak Ebrehe ve adamları ortalığı bulandırır, Gregentius’un yazdığı kanunnameyi tavizsiz uygularlar.

Gelelim mabede: Bizanslı mimarlar Anadolu’da yaptıklarını yapar, eski Mağrib Emiresi Belkıs’ın metruk sarayında ne kadar taş ve sütun varsa yağmalarlar. Malzeme yeter de artar, hatta kiliseyi bir hisarla kuşatır, yamacı mermer basamaklarla tırmanırlar. Duvar kalınlığı üç metreyi aşar, buna rağmen Hindistan’dan getirdikleri tomruklarla içeriden destekler, işi şansa bırakmazlar.

Kartal yuvası gibi
Yemenlilerin seçme binalarda cerup denilen sarı bir taş kullanır, aralara yeşil, kırmızı, beyaz mermerler sıkıştırır, birbiri içine giren müselleslerden (üçgenlerden) çarpıcı motifler çıkarırlar.

Ebrehe işi çok ciddi tutar, ameleler gün doğmadan iş başı yapar, yıldızlar çıkmadan alet bırakamazlar. Sabah üç beş dakika geç gelenin ellerini kestirir, kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Ancak bir gün oğlu cezaya çarptırılan bir kadın “zulüm payidar olmaz, bu debdebe sana da kalmaz” deyip beddualar yağdırınca eğreti kralda şafak atar, akıbetinden korkmaya başlar.

Üstünden Aden Körfezini görmeye niyetlendiği binanın yüksekliğini kafi bulur, bu işe bir nokta koyar. Kuleys buna rağmen kartal yuvasını andırır. Hele ikindi güneşi ile kor kesilir, adeta alev alev yanar.

Ebrehe, kilisenin kapısını altın levhalarla kaplatır, çivi başlarını mücevherlerle saklar. Alınlığına koca bir yakut yerleştirir, aklı sıra Hacer-ül esved’e “nazire” yapar.

Göze kulağa buruna
Kilisenin içine 40x80 zra ebadında nefis bir ahşap konak oturtur, tahtaları altın ve gümüş çivilerle çakar, direkleri çinilerle kaplarlar. Bu coğrafyada bu cesamette bir kubbe görülmüş şey değildir, kaldı ki içini altın ve gümüşle bezer, hiç bir masraftan kaçmazlar.

Hususi pencerelerden sızan güneş ışıkları alacalı mermerlerden akseder, tavandaki haçları parlatırlar. Gregentius rahiplerden bir koro kurar, harp dıngırtatır, aryalar çığırırlar. İçerde buhurdanlıklar yakar, taşları miskle ovarlar. Yani... Yani göze, kulağa, buruna hitap etmeye bakarlar.

Ve beklenen olur Ebrehe yerli halkı Kuleys’e çağırır, civar kabileleri tavafa zorlar.

Aslında Kuleys ilk değildir, Habeşliler bir ara Necran’da sahte bir Kâbe inşa ederler ama oyun tutmaz. Araplar Kuleys’ten de hoşlanmaz, Ebrehe’den de Kilisesinden de sıkılmaya başlarlar.

Nitekim, Fukaym kabilesine mensup bedeviler bir gece kapıcıları sarhoş ederek Kuleys’e girer, ortalığa leşler, işkembeler atar, ahşapları yakarlar. Ve asabiliği ile tanınan Ebrehe vitesten atar.

Görünen o ki Kâbe-i muazzama durdukça Araplar Mekke’den koparılamaz. Kuleys’i kabul ettirmenin tek yolu vardır: “Beytullah’ı yıkmak!”