Kalecilerin Kâbusu PELE

|

Avrupa Şampiyonası için milyonların televizyon başı yaptığı günleri yaşıyoruz. Genç yıldızlar bir iki göz okşayan hareket yaptılar mı “Pele gibi” övgüsüne mazhar oluyorlar. Pele dedikleri adam 30 yıl evvel futbolu bıraktı, sahi nedir onu böylesine unutulmaz yapan?

Anlatalım...
Edson Arantes do Nascimento, (Pele) Tres Coraçoes adlı fukara bir kasabada doğar (1940). Babası (Joao Ramos do Nascimento) “ne iş olsa yaparım” diyen vasıfsız bir elemandır ve günübirlik yaşar. Bakar Tres Coraçoes’de ne uzayıp ne kısalacak, altın avcılarının yuvalandığı Sao Paulo eyaletine koşar. Yağıyla kavrulabilecek hale gelince çoluk çocuğunu da çağırır, Bauru kasabasına demir atarlar.

Joao Ramos kelimenin tam mânâsı ile bir futbol hastasıdır. Kalbi Brezilya için atar, bileğini kesseler “yeşil-sarı” akar.

O devirde imkânlar daha dardır, Pele gibi amele çocukları okul masraflarını kendileri çıkarırlar. Gündüzleri ırgatlık mırgatlık yapar, geceleri sokak lambasının altında (başka yerde olmaz) ders çalışırlar. Bizimki de bir boyacı sandığı edinir, gençlerin piyasa yaptığı caddeye tezgâh açar. Yalvarmaktan kısılmış bir sesle “parlatalım abiler” diye bağırmaya başlar. Bu işten üç beş cruzado kazanmak mümkündür ama mahallenin haylazları onun kundura sektörüne yaptığı katkılara dayanamazlar. Önüne bir top yuvarlar göz kırparlar. O ayartılmaya dünden râzıdır, sandığı bir kenara atar, karanlık çökesiye top kovalar. Hani top dediysek çuldan çaputtan bağlanmış eğri bir yuvarlaktır o kadar. Ama Pele onu bile ayağına yakıştırır, mermi gibi şutlar atar.

Bauru’dan Santos’a...
Bay Joao oğlunun ünlü bir futbolcu olmasını çok arzular, bu yüzden ona zamane yıldızları gibi iki hecelik bir lakap (Dico) takar. Gelgelelim annesi (Bayan Celeste) yırtılan ayakkabıları gördükçe ortalığı yıkar. Milletin havuzlarda serinlediği sıcak günlerde çocukcağızı önüne oturtur, havuz problemleri ile bunaltmaya başlar. Pele’ye sorarsanız gramer okumanın kimseye hayrı olmaz, dört işlem neyse de o sağlamalar yok mu, inanın kanı donar. Uranüs- Neptün, Pluton hakkında pek bir şey öğrenemez ama sahaların yıldızları (mesela Macar Puskas) hakkında çıkan her yazıyı dosyasına koyar. Söylenenlere bakılırca Puskas sol ayağını palet gibi kullanabilir, öyle ki bir yandan duş alırken, bir yandan ıslak sabunu sektirip saydırabilir.

Neyse, Pele’yle birlikte futbol aşkı da büyür, anasının muhalefetine rağmen okulu kırar, amatör takımlara yanaşıp meşin yuvarlağa dokunmanın heyecanını yaşar. Hele ayağına kramponları taktığı gün adeta kuş olup uçar. Bauru’da onun gibi yüzlerce genç vardır ancak futbolcu sarrafı Waldemar de Brito defansın arasından yılan balığı gibi süzülen esmer genci bir kenara yazar. Ne yapar yapar onu Santos takımına pazarlar. Pele, o hafta takımın değişmez golcüsü Vecchio’nun yerine oyuna girer ve fileleri tam 6 kez havalandırarak “kalitesini” ispatlar. Rakip takımın kalecisi Zaluar tecrübeli bir oyuncudur ama 16 yaşındaki velede dikiş tutturamaz, öfkeden saçını başını yolar.

Pele ertesi yıl 32, sonraki yıl 127 (yanlış okumadınız yüzyirmiyedi) gol atarak takımını şampiyon yapar, artık Santos’un karşısında kimse duramaz. Düşünün bu çocuk Botofago gibi diri bir takıma deplasmanda 8 gol atar. Bir başka müsabakada kırmızı kartla oyun dışı kalan kaleci Gilmar’ın yerine geçer, üç gol attığı yetmez gibi iki sert şutu çıkararak takımını omuzlar. Seyirci ona bayılır bir keresinde hakemin ona haksız yere kırmızı kart göstereceği tutar. Her iki takımın da taraftarları ayağa kalkar. Bakarlar stad yıkıldı yıkılıyor, Pele’yi tekrar oyuna sokar, hakemi dışarı alırlar.

Dünya pazarlarında
Brezilya, 1958 Dünya Kupası finalleri için İsveç’e gider ki takımın Garincha, Didi, Vava, Zagallo ve Altafini gibi güçlü muhaccimleri vardır. Ancak Avusturya’ya 2 gol atan Altafini soyunma odasında antrenör Sylvio Prilo’nun yüzüne krampon fırlatınca takımdan atılır ve 17 yaşındaki Pele kadroya alınır. Belki böyle bir tadsızlık yaşanmasa Pele yurduna “yedek” olarak dönecek ve ihtimal ki unutulan yüzlerce gençten biri olacaktır.

Neyse, Vava ve Didi gibi yıldızların arasında görev alan Pele sarı yeşil formayla çıktığı ilk maçta Arjantin’e bir gol atıp siftah yapar. Dahası sürati, kıvraklığı, gücü ve zekasıyla futbolseverlerin gönlünde taht kurar. 1962 Şili, 1966 İngiltere ve 1970 Meksika’da 14 kere forma giyer ve 12 gol atar. Dünya kupasını üç defa kaldıran “tek” oyuncu olarak büyük bir sevinç yaşar.

ŞÖHRET TACİRLİĞİ

Bilirsiniz 60’lı yıllarda Latin Amerika ülkeleri düzen tutmaz. Devrimciler büyük bir hırsla diktatörlere karşı savaşır ama iktidara geldikleri gün “ayrı bir diktatör” olurlar. Sonradan görmeler kendilerini alelacele general yapar, allı pullu apoletler takıp muhafız birlikleri kurarlar. Derken başka devrimciler türer, yine aynı masalları anlatıp safları peşine takarlar. Bazen güçler öylesine dengeye gelir ki sabah erken kalkan ihtilal yapar. Bakanlar müsteşarlar koltuklarını ısıtamadan kodese tıkılır, devlette devamlılık mevamlılık kalmaz. Ancak iktidara gelenler (kapitalist de olsalar komünist de olsalar) “ortak bir icraat” yapar, futbola “daha fazla kaynak” aktarırlar. Sağlığı, eğitimi, ulaşımı “es” geçer, halkı “yüzbinlik beşikler”de (stadlarda) uyuturlar.

İşte o günlerde iktidara el koyan Askerî Cunta solculara kök söktürürken, Milli Takımın başına Joao Saldanha adlı Che Guevera’cı bir komünisti geçirmekten kaçınmaz. Zira Brezilya, İngiltere’de yapılan Dünya Kupasında (1966) aradığını bulamamış, elemeleri bile aşamamıştır. Eğer Meksika’da da (1972) başarılı olamazlarsa halk, cuntacıların gırtlağını sıkar, generalleri bir kaşık suda boğar.

Sakat sakat maça!
Pele oynamayı çok arzular ancak bileğinden sakatlanınca, kenarda durmak zorunda kalır. Gelgelelim bütün Brezilya ayağa kalkar, sponsorlar “desteğimizi çekeriz” tehdidinde bulunurlar.

Pele sakat sakat oynar, Brezilya kupayı alır, cunta rahatlar.

Ancak Pele’nin sancıları nüksedince Wembley’de yapılan özel maça katılamaz. Seyirciler kendilerini aldatılmış gibi hisseder yollara çıkıp nümayişler yaparlar. Bundan dört gün sonra Milano’da İtalya ile karşılacaklardır ve Pele hâlâ ayakta duramaz. Ancak İtalyan organizatörler, onun oynamasını şart koşar, zorla şerle sözleşme imzalatırlar. Pele için bu maç tam bir ıstırap olur, önünden yuvarlanan toplara bile dokunamaz, nitekim 3-0 kaybetmekten kurtulamazlar.

Ünü dağları aşar
Öyle ya da böyle Pele’nin ünü katlana katlana artar. Hatta gösteri maçı için çıktığı Afrika turnesinde savaşlar durur, taraflar 48 saatliğine ateşkes yaparlar.

Pele, Pele olduğu günlerde Avrupalılardan cazip teklifler alır. Ancak hükümet onu “milli servet” ilan eder, satılmasına “kesinlikle” karşı çıkar.

Gençlik yıllarında Pele’nin gözü toptan başka bir şey görmez, sadece oyununu oynamaya bakar. Ancak Santos yöneticileri “bu da insan” demez, adeta etinden sütünden derisinden istifadeye kalkarlar. Sayısız gösteri maçı yapar, kulübün kasasını dolarla doldururlar.

Efsane oyuncu bakar bu işin sonu yok, o gün kendisine doğru verilen pası eliyle tutup havaya kaldırır ve tribünlere doğru yürüyüp “futbolu bıraktığını” açıklar. Hemen o hafta Maracana’da futbola veda eder, 200 bin Brezilyalı evlerinden ölü çıkmış gibi ağlar.

Gözü açılınca...
Pele paçayı Santos’un elinden kurtarır ama şöyle ayağını uzatıp yatamadan, New York Cosmos takımı musallat olur. Her ne kadar “ben bitmişim” dese de peşini bırakmaz, onu “futbolu Kuzeylilere de sevdirmek” gibi “erdemli bir vazifeye” (!) çağırırlar. Amerikalıların futbolu sevip sevmemesi Pele’nin ne kadar umurundadır bilemiyoruz ancak önünde 7 milyon dolarlık çeki görünce ısrarlara dayanamaz. Silbaştan krampon giyer, o saatten sonra sahalara ısınmaya çabalar (1975). Kocamış aslan, mahallenin enikleri önünde madara olmamak için kendini paralar. Bu kez çeşmenin başına Cosmoslular oturur ona verdikleri her centi misliyle kazanmanın yollarını ararlar. Pele ne zaman ki “kendisinin dolar basan bir makine gibi kullanıldığını” hisseder, kulağının üstüne yatar. Gözü açılmıştır artık, vaziyeti serbest vuruşlarla filan idare eder, tatlı canını yormaktan kaçar.

Güçlünün yanında
O günden sonra Pele de işi kuralına göre oynar, çok uluslu şirketlerle, güçlü siyasilerle, misyonerlerle “kanka” olmaya bakar. Basında eskisi gibi yer almanın tek yolu ödül merasimleridir, o da onu yapar. İngiltere Kraliyet ailesinin elinden Şovalyelik payesini alır, UNİCEF’le birlikte çocuklu şovlara çıkar. BM temsilcileri ona “Dünya barışına yaptığı katkılardan dolayı” madalya takarlar o da gazetecileri peşine takar. “Atlet olmadığı” ve “olimpiyatlara katılmadığı” halde Olimpiyat Komitesinin sunduğu “yüzyılın atleti” ödülünü öper başına koyar.

Hatta bir ara Cumhurbaşkanı Fernando Henrique Cordosa’yı kafalayıp, Spor Bakanlığını kapar (1994). Gelgelelim bürokratlar rakip defansa benzemez. Kaşarlanmış personeli bel çalımıyla da aşamaz. Gelen evraklarla giden evraklar arasında sıkışıp kalır, anlamadığı kâğıtlara imza atar.

Pele 4 yıllık bakanlık döneminde “çok değerli dostlar” edinmiş olmalıdır vazifesi biter bitmez ajanslar eşiğini aşındırır, teklif üstüne teklif yağdırırlar. Ünlü futbolcu her reklâma atlar, parasına para katar. Dile kolay yılda 20 milyon doları kenara koyar. Gözü olanlar, çatır çatır çatlarlar.

Şimdi devir değişti günümüz yıldızları onun kadar “golcü” olamasalar da “reklâm” işlerini ondan iyi biliyorlar. Zamane gençleri artık “Pele” değil, “Beckham” olmaya bakıyorlar.