Gelen Gideni Aratır İDİ AMİN

|

Uganda denince çoğumuzun hafızasında çöller, vahalar canlansa da burası fevkalade mümbit bir ülkedir. Her vadiden bir ırmak akar, her çukurda bir göl parlar. Ovalar ormandan görünmez, dağlar doruklarına kadar yeşile çalar. Düşünün sadece Viktorya Gölü (yüzölçümüyle) Marmara Denizi’ni altıya katlar. Hem taaa Akdeniz’e yürüyen Nil, bu topraklarda şekillenir ki Uganda’ya “Afrika’nın incisi” diyenler haksız sayılmazlar.

Yörede Ankole, Toro, Bunyoro, Buganda gibi krallıkların hâkim olduğu yıllarda Arap tüccarları sıkça gelir gider ve onları İslamiyetle tanıştırırlar. Osmanlı Devletinin sınırları buralara kadar uzanamasa da Mısır ve Hicaz Valileri, yerlileri himaye eder, onlara yardımlarda bulunurlar. Babıalinin gailelerle boğuştuğu yıllarda sömürgeciler Berlin’de toplanır (1884) babalarının malı gibi Afrika’yı paylaşırlar. Kenya ve Uganda İngiltere’ye, Tanganika ise Almanya’ya kalır ki derhal işgale başlarlar (1894).

Britanyalılar yangından mal kaçırır gibi ülkeyi soyar, sadece insanları kullanmakla kalmaz, dişi için filleri, kürkü için leoparları avlar, zevk için ceylan kırarlar. Taa 1962 yılına kadar memleketin iliğini kemiğini kemirir, posasını çıkarırlar.

Sözde hürriyet
Uganda 1962’de “güya” bağımsızlığını kazanır. Bir bayrakları ve marşları olur o kadar. İngilizler malı götürür, onlar çalıp çalıp oynar, habire tören yaparlar. Devlet Başkanlığına oturan Kral 2. Mutesa Batılı kurtlarla aşık atamaz. Bilâhare darbeyle başkan olan Dr. Milton zamânında da kaynaklar yabancılara akar.

Bu arada misyonerler üç vardiya mesai yapar, her taşın altından bir papaz çıkar. Zibil gibi altın dağıtır, haç takana bahşiş atarlar. İngilizler bir yandan yerlilerin kafasını bulandırırken öbür yandan Hıristiyanlaşmış Hintlileri ülkeye taşır, ayrıcalıklı Asyalıları musluk başlarına oturturlar.

Bir ara İngiltere Başbakanı Camberlayn müstakbel Yahudi devleti için Uganda’yı uygun bulur ve buraya çok miktarda Yahudi yollar. Adamlar saman altından su yürütür, örgütlenmeye bakarlar. 1905 Siyonist Kongresinde adı geçen devletin Uganda’da değil, Filistin’de kurulmasına karar verilince proje rafa kalkar. Gelgelelim Uganda’da birçok müessese siyonistlerin elinde kalır, düşünün eğitime bile onlar hakim olur, tedrisatı onlardan sorarlar.

İsrailliler “ya bir gün Filistin’den kovulursak” fobisiyle yaşadıkları için yedekte bir vatan tutar, Uganda’da nüfuzlarını artırmaya bakarlar. Daha bağımsızlığını kazanır kazanmaz İsrail Savunma Bakanı Müsteşarı Şimon Peres kapılarını çalar. 1963 Nisanında, Dışişleri Bakanı Golda Meir “yardım ve iş birliği” antlaşmasını imzalar. Doğrusu o yıllarda Uganda ordusunun 750-800 askeri vardır ve bayram günleri merasim adımıyla yürümekten başka bir işe yaramazlar. Ordunun komutanı ve subayları İngiliz’dir. İsrailli Albay Ze’ev Şaham (Zonik) bu döküntü birliklerden savaş gücü olan bir ordu kurar, bu arada eğitimin bir ayağı İsrail’de sürer, Ugandalı subayların sempatisini kazanmaya bakarlar.

1966’da İsrail, Uganda Hava Kuvvetlerinin modernizasyonunu üstlenir, onlara ilk etapta 26 eğitim ve taşıma uçağı satar. En seçme subaylar mesela Albay Baruch Burlev yıllarca burada görev yapar. Hasılı ülke savunmasında Siyonistler söz sahibi olurlar. (The Secret War in Sudan, Edgar O’Ballance, sf.127-128)

İdi Amin de onların kurduğu sistemde yetişir, hatta nadir kimselere verilen “Paraşütçü madalyasını” alır, göğsüne takar.

İdi (Iydi=Bayram) Amin (Emin) Oumee 1925 yılında Uganda’nın kuzeybatısında Koboko adlı kuytu bir bölgede doğar. Büyücülerin fink attığı Kakwa kabilesinin eğitim imkanlarından ne olsun? Yine de kendi çabaları ile okuma yazmayı kapar. O günlerde Afrika’da iki satır hecelemek meziyettir, İngilizler Sömürge Nazırlığına bağlı “Afrika Kraliyet Tüfekli Birliği”ne asker seçerken İdi’yi de listeye alırlar. 2. Cihan Harbinde müttefiklerin Birmanya Seferine katılır, rütbesi yükselir, yıldızının yanına yıldız takar.

İdi, boylu poslu ve atletik yapılı bir gençtir. 1951-60 yılları arasında bileğinin hakkıyla Uganda Ağır Sıklet Boks Şampiyonu olur. Düşünün, boyu 2 metre 10 santimdir ve yumrukları balyozu aratmaz. Karşısına çıkan İngilizlere ringi öptürdükçe kendine olan güveni artar. Aynı zamanda hızlı bir rugby oyuncusudur, topu kaptı mı balerin gibi uçar, onu kimse tutamaz. Uganda’nın bağımsızlığa kavuşmasından önce subay rütbesi alan birkaç askerden biri olan İdi Amin ülkenin devlet başkanı Dr. Milton’la da dostluk kurar. O günlerde ülkeyi perde arkasından İngiliz Merkez Valisi yönetir, Milton, önüne konanı imzalar, konmayana karışamaz. İlerleyen yıllarda Kara ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığına getirilen İdi Amin, başkan Milton’u “kağıt üzerinde kalmayan bir bağımsızlık” için bir şeyler yapmaya çağırır ama Milton artık maceraya atılamayacak kadar yaşlıdır. Hal böyle olunca İdi Amin köprüleri atar, iktidarın altını oymaya başlar.

Beklenen darbe
Sadece o değil, bütün genç subaylar örtülü sömürgeden sıkılır ve ayaklanırlar. 25 Ocak 1971’de bir askeri darbe yapar, koltuğa İdi Amin’i oturturlar. Mâlum ihtilalcilerin ilk işi kendilerini “mareşal ilan etmek” olur, İdi de öyle yapar ve ömrünün kalan kısmını da halkına bağışlar. (Yanisi ölünceye kadar devlet başkanlığına el koyar).

GELEN GİDENİ ARATIR...

Evet, İdi Amin’in yönetimde olduğu yıllarda da kan dökülür ancak, yara kaşıyanlar, tetiğe basanlar hep yabancı çıkar. İsrail bu ülkede o kadar güçlüdür ki Entebbe’ye kaçırılan Fransız uçağındaki vatandaşlarını kurtarmak için elini kolunu sallayarak operasyon yapar.

Aslında bu düzmece eylem FKÖ’nün (Filistin Kurtuluş Örgütü’nün) üzerine atılsa da teröristlerin şefi Wilfred Boeses, Almanya’da faaliyet gösteren Baader-Meinhof çetesinin üyesidir. Yine yardımcılığını yapan Gabriele adlı Alman kadın Çakal (Carlos) kod adlı Ramirez Sançez’le birlikte yaşayan bir profesyoneldir. Gelgelelim adamlar gözümüze baka baka yalan söyler, onu “Filistinli Halime” diye tanıtırlar. (Entebbe Havaalanında 90 Dakika, Uri Dan) Kaldı ki Alman İstihbarat birimleri “Bu mükemmel organizasyon, MOSSAD’ın kolu olan ‘Shin Beth’ tarafından düzenlendi” açıklamasını yapar. (The Israeli Secret Service, Richard Deacon)

Bildik oyunlar...
Batılılar sömürü çarklarına çomak sokan İdi Amin’i düşürmeyi kesinkes kafalarına koyar, bu uğurda her yolu meşru sayarlar. Bölücü misyonerler eliyle çıkardıkları karışıklık ve kışkırtmalara rağmen Dada’yı deviremeyince, Kenya ile aralarında sınır ihtilafı başlatır, Tanzanya’nın Hıristiyan Başkanı Nyerere’yi kullanarak savaş açtırırlar. Harbin ilk raundunu Ugandalılar kazanır. Bunun üzerine Batılılar Tanzanya üniforması altında çatışmalara katılırlar. Afrikalıların görmedikleri bilmedikleri modern silahları kullanırlar ve netice değişmeye başlar. Uganda ordusu kayıp verince iktidar sallanmaya başlar (1979). İdi Amin hala güçlüdür ama koltuk için kan dökmeye yanaşmaz, başkanlığı bıraktığını açıklar, sadık adamlarıyla dağlara çıkıp “Former Uganda National Army” örgütünü kurar.

İdi Amin’den sonra Prof. Yusuf Lüle, Uganda Devlet Başkanı olursa da ancak 3 ay görevde kalabilir. Onunla işi biten Batılılar Lüle’yi kâğıt gibi buruşturup kenara atar, yerine Godfrey Lukongwa Binaisa’yı oturturlar. Yönetimi ele geçiren kansızlar oluk oluk kan dökmeye başlayınca İdi Amin silahlı mücadeleyi bırakır, yurt dışına çıkar. Libya ve Irak’ın ardından Suudi Arabistan’a sığınır ve Cidde’de yaşamaya başlar...

1980 seçimlerini İdi Amin yanlısı Uganda Milliyetçi Parti’si açık ara farkla kazanır, ancak Ulusal Güvenlik Kurulu, Hıristiyan Milton Obote’nin (Uganda Halk Kongre Partisinin) kazandığını ilan eder, askerler bir şekilde “yönetime el koyarlar”. Gelgelelim onda da aradıklarını bulamaz ve 1985’de hükümeti yıkarlar. Milton Obote memleketi kana bulamakla kalmaz, Uganda’nın 3 yıllık dövizini çalarak Kenya’ya kaçar.

Bilahare yönetimi ele geçiren Basilio Olara Okello, kısa bir süre sonra Yoweri Museveni idâre ettiği Ulusal Direniş Hareketi tarafından devrilir. Museveni, darbeden sonra karşısına çıkanları ezerek iktidarını sağlama alır ve “göstermelik seçimlerle” koltuğa kazık çakar. Bu dönemde 300 bin Müslüman katledilip nehirlere atılır, timsahlar bile ete doyar. Sadece 50 bin nüfuslu Madi kabilesinden 42 bin mümin öldürülür ki bunların çoğunu kadınlar ve çocuklar oluştururlar.

Ugandalıların İdi Amin’den evvel huzurlu olduğu söylenemez, İdi Amin’den sonra da sükunu bulamazlar. Gelen gidene rahmet okutur, zavallı zenciler biricik Dadalarını çok ararlar.

Dönelim İdi’ye, sürgün günlerini ömre yapıp, Kur’an-ı kerim okuyarak geçiren renkli lider geçtiğimiz yıl vefat eder, aralarında oğlu Ali Amin’in de olduğu bir avuç insan onu sade bir merasimle toprağa bırakırlar. Ugandalılar Dada’larını Kampala’daki Hill Camiinde yad eder, ruhuna Fatihalar okurlar. Ülkenin Müslüman liderlerinden Hüseyin Kjanjo: “Amin ülkesi için güzel şeyler yaptı. Bunu söylememize kimse mani olamaz” derken eski eğitim Bakanı Ebu Mayanja, Amin’i yaptığını bilen vizyon sahibi bir lider olarak tarif eder, onun adını cinayetlerle ananlardan belge sorar. Uganda Müslümanları Yüksek Konseyi Sekreteri Mahad Kaooza da, “Onun hakkında iftiralarda bulunanların söz konusu cesetlerin kemiklerini göstersinler. Bunu yapamıyorlar ama biz Museveni döneminde öldürülenlerin kafataslarını bütün dünyaya göstermeye hazırız” der ve iç savaşın merkezi olan Luwero üçgeninde onbinlerce kafatasını sergiye açar.

Dada’dan sonra...
Günümüzde açlık ve AIDS pençesinde kıvranan Uganda’ya istikrar, huzur ve barış uğramış değil.

2 milyon mülteci, ilk mektep çağındaki fahişeler, çığ gibi yayılan AIDS, çocuk askerler, manasız savaşlar, bitmeyen katliamlar...

Eh söylemeye gerek var mı bilmem, bu arada ülkenin zirai ürünleri, madenleri, alın teri Batılıların kasasına akar.