“3 F”ci Diktatör FIRILDAK FRANKO

|

Franco rakiplerini bir bir yenip koltuğa oturmayı başarır ama aşsızlığa, işsizliğe çare bulamaz. Falanjların parlak sloganları lafta kalır, memlekette değişen bir şey olmaz. Hakim sınıf yine yer içer keyfine bakar, ırgatlar dertlerine yanarlar. İspanya acınacak haldedir, bir zamanlar Okyanuslarda ferman okutan imparatorluk kitaplarda kalır, milletin açlıktan nefesi kokar. Sömürge günlerinin ahı mı çıkar bilmiyoruz ama ülke bir arpa boyu yol alamaz.

İyi de bu kadar başarısız bir adam nasıl olur da koltuğa kazık çakar?
34 yıl bu. Dile kolay...

Çal çal oyna
Franco anasının gözüdür, bakar bu ülkede refahı yükseltmek, eğitimi, sağlığı düzeltmek, adaleti sağlamak kolay olmayacak, tarım, sanayi ve ticareti çayıra salar, milleti oyalayacak oyuncaklar arar. Bunlardan biri “fiesta-siesta” muhabetidir. İspanyollar boğa festivalinden çıkar, buzağı festivaline takılırlar, gül festivali, şal festivali derken senenin her günü bayram yaparlar. Bir yerlerden Flamenko nağmesi gelmeye görsün, Sinyoritalar zilleri takar, topuklarını takır takır zemine vururlar. Meyhaneler işi profesyonelce yapar rakkaseler kıvrılıp büküldükçe “hayda” der, kadeh kaldırırlar. Ayyaşlara fıçı fıçı şarap satarlar. Delikanlılar gün boyu dımbır dımbır gitar çalar, tel döve döve tırnaklarını aşındırırlar. Halk fame (şöhret), fado (arabeske benzer bir müzik türü), kapanına yakalanır, Madrit’te “İMÇ” de yoktur ama hüzünlü hüzünlü asılır, dertleri zevk edinmeye başlarlar.

Kumar ve bahis alır başını gider, totocu fukaralar üç pesotaya ceketlerini satarlar. Kaldı ki Diktatör Franco da toto oynamadan duramaz, Francisco Cofran adıyla imzaladığı kuponları göğüs cebinde saklar. Nitekim iki kere tam tutturur ve büyük ikramiyeye el koyar.

Hasılı Franco üreten, çalışan ve hakkını arayan insanlardan hoşlanmaz, tatil üstüne tatil verir, yata yata uyuşmalarını sağlar.

Maça!.. Maça!..
Mâlum, diktatörler için en korkulacak kesim genç erkeklerdir, Franco onları 150 binlik beşiklerde (stadyumlarda) sallar. Top kafalı saflar futbolla yatar, futbolla kalkarlar. Yağmur çamur demez, bir gece evvelinden stad kapılarına sıralanırlar. Coudillo (ulu önder) Bernabeu stadındaki hiçbir maçı kaçırmaz ve Madrid’e “Real” adını bağışlayarak büyük (!) bir “onur” sunar.

Kim ne derse desin ellili yıllarda Real Madrid İspanyolları peşine takar, takım Avrupa kupalarında kazandıkça halk sokaklara çıkar. İçer sızar, sabahlara kadar şenlik yaparlar. 1960 Avrupa Şampiyonası çeyrek finalinde İspanyollar SSCB ile karşı karşıya kalırlar. Lâkin Franco Bolşeviklere öylesine düşmandır ki takımı sahaya çıkarmaz. Bu alay konusu olur ancak 1964 turnuvasında Rusları yener ve kupayı kaldırırlar.

Franco muhaliflerinin bayrak açacak halleri yoktur ya, onlar da gider Barcelona etrafında toplanırlar. “Barca”lılara göre Franco, Real Madrid’in kupaları kazanması için şeytani planlar yapmış, mesela hakemleri kafadan bağlamıştır. Real Madridli futbolcular ağızlarıyla kuş değil balık tutsalar yaranamazlar.

Muhalifler buraya
“Barca” zamanla merkezî otoriteye karşı başkaldırının sembolü olur, taraftarlar göstere göstere “Katalancılık” yapar ve takım renklerini Katalonya bayrağı ile bir tutarlar. Barcelonalılar Kulübü güçlendirmek için ellerini ceplerine atar, üyeler (ki 130 bin üyesi vardır) beş yıllık primlerini birden yatırırlar. Yine Kulüp adına düzenlenen resim yarışmalarına, Picasso, Miro ve Salvador Dali gibi şöhretler katılırlar.

Barca-Real Madrid maçlarında Nou Camp Stadı tamamen dolar, İspanya’da kimse Franko’ya bağırıp çağıramaz ama Real Madridli oyunculara sayar söver -sana söylüyorum kızım, gelinim sen anla- misali deşarj olurlar. Stadı “Ya Ya Ya... Şa Şa Şa... Barca Barca çok yaşa!” avazeleri ile çınlatanlar “Bağımsız Katalonya” diye haykırabilecekleri günlerin provasını yaparlar.

Bir İngiliz takımıyla yapılan maç öncesinde Barcelonalılar İspanyol Milli Marşını ıslıklar, Britanya Milli Marşını ise ayakta alkışlarlar. Barça Başkanı Joan Gamper bunun bedelini iyi bilir ve ülkeden kaçar. Ancak Falanjlar onu yurdışında da bulur ve icabına bakarlar.

Yumruk havaya!
Ana dilin yasaklandığı yıllarda Sardana adı verilen mahalli oyunlarla kimliklerini korumaya çalışan Katalanlar, Fransızlarla düşe kalka “kibirli” olurlar. Kaldı ki tarımla tıkırdayan bir İspanya’da dişe dokunur tek sanayi Barcelona’dadır. Madenler ve limanlar deseniz ona keza. “Catalunya es Espanya” (Katalonya İspanya’dır) sloganı ile ifadesini bulan “Barcelonizm” bir tutku olur çıkar. Dünyanın dört bir yanında Barcelona fan kulübleri kurulur, alâkasız adamlar Barca ile yatar, Barca ile kalkarlar.

General Franco, İspanya’yı 34 yıl tek başına yönettikten sonra Lois Blanco’yu devlet başkanlığına atar. Ancak “ETA” adıyla örgütlenen Bask militanları Amiral Blanco’yu otomobiliyle birlikte havaya uçururlar (1973). İşte o günden sonra rejim çatırdar.

Barcelonalılara sorarsanız İspanya’ya demokrasi Blanco suikastı ile değil, Barcelona’nın Real Madrid’i “Madrid’de” 5-0 yendiği gün başlar. Onlara göre “Barca kulüpten öte bir şeydir ve bu renkler (borda-mavi) üzerine yazı yazılamayacak kadar kutsaldırlar.” İşte bu yüzden formaların üstüne reklam almaz, milyar dolar bile verseniz razı olmazlar.