Profesyonel Pazarlamacı WILLIAM KELLOGG

|

Asrın başlarında Amerika’da çok konuşulan ve hayli taraftar toplayan Seventh-Day-Adventis kilise grubunun bağlıları “ilaç için” deseniz bile ağızlarına et almazlar. Sağlam bir insan için mesele yoktur, paşa gönlü ne istiyorsa onu yer, keyfine bakar. Ancak o yıllarda verem çok yaygındır ve sanatoryumlar “temiz hava bol gıda” mantığı ile çalışırlar. Hastaları çamlı çınarlı yaylalarda gezdirir, etlisiyle sütlüsüyle bakıma alırlar.

İyi de şimdi etyemezler n’apsınlar? Adı geçen grubun bilime en yakın ismi Dr John Harvey Kellogg borç harç bir sanatoryum açar ve veremlilerin vejetaryen diyetlerle de iyileşebileceğini ispatlamak için çalışmalara başlar. Yeri gelmişken söyleyelim bu arada süpürgecilikten gına getiren kardeşi William’ı da yanına alır, bir bakıma ona sahip çıkar.

Perşembenin gelişi
Dr. John ve ekibi gece gündüz uğraşır, “besleyen, doyuran ve sindirimi kolay olan” bir ürün peşinde koşarlar. İnançları gereği döner dolaşır, nebati gıdalar üzerinde çalışırlar. Daha ziyade tahılları kaynatıp pelteleştirir, dilim dilim kesip hastalara sunarlar. Olacak bu ya, bir gece tepsi dibinde kalan haşlanmış buğdayı dışarıda unuturlar, ertesi sabah takır takır donan ve kontrplak gibi sertleşen bir kitleyle karşılaşırlar. Bunun yenecek tarafı yoktur ama fırınlayınca çıtır çıtır olur ve söz konusu gevrek hastalardan kabul görmeye başlar.

Dr John ve adamları bu gevrek işini ciddiye alır ona malt katar, değişik tadlar ararlar. Yulaf gevreği, pirinç gevreği derken Amerika’da bol bol bulunan ve pek de ticari değeri olmayan mısırda karar kılarlar. Ürün tamamdır da şimdi bunu nasıl pazarlasınlar? İşte burada William Kellogg ortaya çıkar, süpürge satıcılığından edindiği engin tecrübe ile kollarını sıvar. Ağabeyine “eğer bunu New Yorklulara yedirebilirsek tamamdır” der, “gerisi kolay...”

Ve tutar “çarşambaları göz kırpın” gibi Amerikanvari bir reklamla ortalığı yıkar. Buna göre çarşamba günü herhangi bir markete gidip göz kırpan New Yorklular bir kutu ‘Corn Flakes’i “ücretsiz” almaya hak kazanırlar. Perşembeye kalanlar mı, eh onlar da ellerini ceplerine atmak zorunda kalırlar.

Böyle iş mi olur demeyin, Kellogglar bu abuk reklamla adeta turnayı gözünden vururlar. O, ürke korka paketledikleri ürün beklediklerinden de fazla tutar. İki kardeş sonradan görme New Yorkluların damak tadlarına ipotek koyar, ardından öbür eyaletlere yayılırlar. Gün gelir milyonlarca insan çılgınlar gibi Corn Flakes tüketir, Battle Creek’den trenler dolusu mısır gevreği çıkarırlar. Derken yurt dışına açılır, Avrupa pazarını Avrupa’daki fabrikalarına bırakırlar. O günlerde Amerikan hayranları kahvaltıyı bir tas mısır gevreği ile geçiştirmeyi “modernliğin gereği” sayar, geri kalmış ülkelerin evde kalmış kızları Corn Flakes yiyerek Liz Taylor ya da Marlyn Monroe olacaklarını sanırlar.

Nereden nereye?
John Kellogg para sahibi olunca mimarisi ile rönesans çizgilerini yakalayan muhteşem bir sanatoryum yaptırır. Daha 1940’lı yıllarda 1500 doktor ve hastabakıcı çalıştırır, 145 bin hastaya hizmet sunar. William ise gevrek pazarlama işini rayına oturtur. Ve Kellogg’s (Kellogglar), General Otomotiv, Ford, Goodyear gibi Amerikan ekonomisine yön veren 8 büyük şirketten biri olurlar. 19 ülkede üretim yapar ve Danimarka haricinde (orada yasak) 160 ülkeye mal satarlar. Zamanla iki kardeş, doğup büyüdükleri Battle Creek kasabasını “Kellogg City” haline sokarlar. Düşünün şehrin nüfusu 55 bindir, ama 35 bin kişi Kellogg’s’da çalışır, diğerleri de dolaylı olarak (nakliyeci, makineci, mısır üreticisi) halkaya katılırlar. Şehrin hava meydanını, yollarını, bulvarlarını, okullarını hep Kellogg’lar yapar. (Bu firma eskiden beri Beyaz Saray’a yakınlığı ile tanınır, Başkan Bush dahi yeni kabinesine Ticaret Bakanı olarak Kellogg’s’dan transfer ettiği Carlos Gutierrez’i atar.)

Zamanla, mısır gevrekleri diğer firmalar tarafından da taklid edilir, ucuzuyla pahalısıyla market raflarında irice bir yer tutarlar.

Şimdi sabah kalkmışsınız. Sakın öyle ızgaraya sucuk yatırmaya, pastırmaya yumurta kırmaya, soba üstünde ekmek kızartmaya, fırından çıkmış somunları yağa, bala, reçele bulamaya, tahin pekmez çırpmaya, seleden zeytin, tulumdan peynir çıkarmaya, saç üstüne gözleme yaymaya; hepsi bir yana sıcak bir tarhanaya (mercimek de olabilir) kaşık atmaya kalkmayın, cücük yemi gibi bir avuç gevreği sütle ıslatın, açlığınızı yatıştırın.

Hem dostluk ve müttefiklik böyle günde belli olur, “mısır stoklarımı nasıl eriteyim” diye kara kara düşünen Sam Amcanızı dertten kurtarın.