Karmatilerin Lideri HAMDUN KARMAT

|

Birinci Haçlı Seferinde sadece 40 bin Hıristiyan Kudüs’ü Fatımilerin elinden alır, 70 bin sivili kırar, zemini kana boyarlar. Üçüncü Haçlı Seferinde ise 600 bin kişilik (15 katı) bir güçle gelir ama sahile çıktıkları yerde (Akka’da) kalakalırlar. Avrupa’nın üç büyük kralı (Filip Ogüst, Frederik Barbarosa ve Aslan Yürekli Rişar) ile en ünlü şövalyeleri adım dahi atamazlar. Niye? Zira bu kez karşılarına Eyyubiler çıkar.

Sultan Selahaddin’i günlerdir anlattık, peki ya Fatımiler n’apar? Bu kaypak ve teslimiyetçi siyasetin arkasında nasıl bir mantık yatar?

İslâmın ilk yıllarında yeryüzünü üç imparatordan sorarlar. Bunlardan Habeş İmparatoru Necaşi Müslümanları bağrına basar ama Bizans İmparatoru Heraklius (hak olduğunu bilmesine rağmen) İslam’ı boğmaya kalkar.

Sasaniler ise o kadar güçlüdürler ki Müslümanları muhatap bile almazlar. Ancak Sa’d bin Ebi Vakkas’ın emrindeki “bir avuç mümin” koca imparatorluğun tozunu atar. Selman-ı Farisi hazretlerinin feyzinden hissedar olan İranlılar İslamın sancaktarı olurken, ırk taassubundan kurtulamayan Farisiler kararıp kalırlar. Koskoca Pers İmparatorluğunun üç beş bin mücahid karşısında erimesini katiyyen sindiremez, Asya’ya hükmeden Kisranın yenilmesini kabule yanaşamazlar.

Eylemci kampı
Eski günlere dönmek için önce İslamdan kurtulmalı; mesela Zerdüşt, Mecusi filan olmalıdırlar. Bunlar Müslüman gibi görünseler de İslam devletinin altını oyar, kanlı kasvetli planlar yaparlar.

İşte kızıl gözlü Hamdan diye tanınan Hamdan bin Karmat’ın örgütlediği Karmatiler de eski bir İran dini olan Mezdek’i (bir çeşit Komünizm) canlandırmaya kalkar, aile, mülkiyet, nikah, hesap, kitap tanımazlar. Onların cenneti de cehennemi de dünyadadır, keyiflerince yaşamaya bakar, günaha sevaba aldırmazlar. Çalar, çırpar, yağma, soygun ve tecavüzlerle can yakarlar. Zenginlerin malına el koyma, karılarını kızlarını paylaşma fikri bir baltaya sap olamamış çulsuzları çok sarar, özellikle Kûfe, Bahreyn ve Suriye’de cahil cühela takımını peşlerine takarlar.

Karmati liderleri Yunan ve Hint felsefesi ile beslenir, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifleri kafalarına göre yorumlarlar. Tenasühe (reenkarnasyona) inanır, yeniden doğuşla ilgili heyecanlı masallar anlatırlar. Zekat vermez, hacca gitmez, namaz kılmaz, oruç tutmazlar. “Biz Kur’an-ı kerimin batınını (derin manalarını) anlıyoruz, özü yakaladığmız için kabukla uğraşmıyoruz” der “sen kalbe bak” sözünü sakız yaparlar. Batıni yuvalarında uyuşturucu serbesttir, sabah akşam afyon çeker, şişenin dibine dibine vururlar.

Gelgelelim Karmati daileri felaket teşkilatçı ve ölesiye sadıktırlar. İmamlar zaman zaman haşhaşı kesip tiryakileri yalvartır, mal isteyen militanları zor görevlere yollarlar. Sonra hükümetlerin zaaflarını iyi kullanır, ellerine geçen fırsatları asla kaçırmazlar. Mesela köylülere bir dinarlık vergi konuldu diye Sevad halkını topyekûn ayaklandırır, vilayeti basar, bayrakları yakar, devletin askerini zabitini sürer atarlar. Ancak büyük ümit besledikleri (ve ısrarla üstüne oynadıkları) bedevilerden beklemedikleri bir tepki alırlar. Geleneklerine bağlı Araplar bunları tersleyip kovar, yanlarına bile yaklaştırmazlar.

Gizlilik esas
Hamdan’ın kardeşi Me’mun eğitimli bir fakihtir ama bırakın fıkha, dine bile inanmaz. Bu münafık, Müslümanlar arasında yaşadığı için hedef olmaktan korkar, zehirli fikirlerini “sır” adını verdiği ambalajlara sarıp, enjekteye bakar. Zaten Karmatilerde gizlilik esastır, istihbarat örgütü gibi teşkilatlanır, Şiilerin yanında Şii, Sünnilerin yanında Sünni olurlar. Sanki takva ehli bir mümin gibi postu mescidlere atar, habire secde yapar, durmadan tesbih yuvarlarlar. Sohbetlere, zikirlere katılır, cezbeyle kafa sallarlar. Yeri gelince “Aman kardeş sanki Allah’ın bizim ibadetlerimize ihtiyacı mı var” demeye başlar, bu arada Arab’ın kabilesini över, Acemin Perslilik damarına dokunurlar.

Sistem kurulunca
Me’mun’un oğlu Abdullah dağınık halde yaşayan ve farklı farklı düşünen Karmatileri bir “fırka” haline getirir, sistemi kurar. Müslümanlara sevimli görünmek için Ehl-i Beytten İmam İsmail’in adını kullanır, kendilerine “İsmailiyye” gibi albenili bir ad takarlar. Aralarında yedi sınıf vardır ve dailer yüksele yüksele altı sınıf atlayabilir, “yudum emenler makamına” kadar ulaşırlar. Ama imam olabilmek teorisyenlere mahsustur, sıradan insanların boyunu aşar. Kaldı ki imamlar eleştirilemez, eleştirilmeleri teklif bile edilemez, onları kimse yargılayamaz.

Haşhaşiler özellikle sarp kalelerde yuvalanır, birbirlerini aralarında mâlum işaretlerle tanır, kod adı kullanır, şifreli konuşur, parola sorarlar. İsmailî daileri o günlerde yörede dolanan Tapınakçılarla sıcak dostluklar kurar, birlikte akla gelmedik cinayetlere imza atarlar. Zaten Templier ve Töton Şövalyeleri örgütlenme yapısını onlardan alırlar.

Eh, fitne dal budak salınca güzelim Kudüs elden çıkar, oluk oluk kan akar...

Baştaki sorunun cevabı netleşmeye başladı mı bilmem. Selahaddin Eyyubi öncelikle Batınileri ve Batınilere kalkan olan Fatımi Hanedanını ortadan kaldırmaya bakar. Bunu başardığı gün müminler birlik olurlar. Artık değil 600 bin, 6 milyon Haçlı da gelse yıkılmazlar.