Kin ve Kan Taciri ZAHAROFF

|

Basil Zakharias, Menteş Sancağına bağlı Muğla Bucağı’nda doğan (1849) fukara bir Rum’dur. O yıllarda Ege’de ne iş olsun? Kâh tütün kırar, kâh incir toplar. Bakar ırgatlıkla uzalıp kısalacağı yok, çeker çarıklarını İstanbul’a koşar. O yıllarda Tatavla’da (Kurtuluş’ta) ekseri Rumlar otururlar. Zakharias da muhite takılır, kahvenin birine sandalyesini atar. Rahatı beyde yoktur ama ailesi Odesa’ya göçünce şansını bir de orada arar. Ancak burası İstanbul’a benzemez, Ruslardan korkusuna kimliğini saklar, adını “Zaharoff” yapar. Sonra yine İstanbul’a döner, İphestidis adlı bir Fenerli sahip çıkınca İngiliz okuluna başlar. Kaydı mektepte görünse de yabancı seyyahları gezdirir, işin aslı muhabbet tellallığı yapar. Derken Galata’da kumaş ticaretiyle iştigal eden dayısının yanında girer, piyasaya adımını atar. Doğrusu bir süre sonra dayısından öğrenecek şeyi kalmaz, aksine ona hız katar.

Deliğe tıkılınca...
Ancak dayısı dükkan ve sermaye sahibidir, paraları fifti fifti paylaşmaya yanaşmaz. O da kasayı boşaltıp Londra’ya kaçar. Ancak polisler ensesinde biter, onu zimmete para geçirmekten tutuklar, içeri tıkarlar. Londra hapishanesinde yaşadığı sefil günler bir yana, adı “şaibeliye” çıkar, artık onu kimse kapıdan sokmaz. İşte o zor dönemde Zaharoff’un elinden yine İstanbullu bir Rum (Stefanos Skuludis) tutar, onu “silah pazarı” gibi tanımadığı bir sektörün içine atar.

O günlerde İngiltere’nin önde gelen silah imalatçılarından Nordenfeldt firması iş bitirici bir elaman arar. Skuludis’in tavsiyesini ciddiye alır, Zaharoff’u Ortadoğu ve Balkanlar düstribütörü olarak bölgeye yollarlar. O günlerde Osmanlı imparatorluğu sıkıntılar içindedir, gün geçmesin ki milliyetçiler bir taraflarda ayaklanmasınlar. Özellikle Yunanlılar çılgınca silahlanırlar. Palikaryanın açlıktan nefesi kokar ama top ve tüfeğe devlet bütçesi ayırırlar. Zaharoff yangına adeta benzin sıkar, alevler yükseldikçe kârını katlar. Gün gelir Nordenfeldt’in ortağı olur ve Hiram Maksim gibi bir silah dehasını (adam dakikada 600 mermi atan tüfekler yapmaktadır) katakulliye getirip projelerine sahip çıkar. Çin-Japon, Rus-Japon, İspanya-Amerika savaşlarından deli para kazanır, İngiltere ve Almanya’nın ordularını modernize ettiği yıllarda kenara kamyonla altın atar. Koca koca birlikleri donatıp sıfırı bol rakamları telaffuz etse de gözü doymaz, cephane kapılarını gayri nizami ordulara (çetelere komitacılara) açar. Bu adamlar üç kuruşluk mala, avuç avuç altın sayarlar. Kaynakları kanlı soygunlu filandır ama Zaharoff’u hiç ilgilendirmez o cebine girene bakar. Daha fazla mangır için daha fazla hır çıkarmak lâzımdır, ajanlar provokatörler besler, işin gereği neyse onu yapar.

Satışlar iyidir de, peki ya tahsilat?
Zaharoff kanunsuz adamlarla peşin çalışır, işi şansa bırakmaz. Devletlere gelince, daima siyasetçilerin gücünü kullanır, paylarını kenara ayırır, amirleri, memurları harçlıksız koymaz. Paraya doymuş lordları, dükleri, grandükleri elde etmek için peşlerine şarkıcıları dansözleri takar, ihtiyar çapkınları günaha iterek kendine bağlar. Bir yandan kıyasıya para dağıtırken öte yandan rakiplerini “rüşvetçilikle” suçlar. Bunun için ya gazete, ya da gazeteci satın alır, olmadı sus payı dağıtır.

Zaharoff küçük ülkelerin büyük silahlara olan hevesini iyi değerlendirir. Yunanlılara gider “her tarafınız düşman dolu, kan denizinde yüzüyorsunuz, gecikmeden tedbir alın” der ve tarihte ilk denizaltıyı onlara satar. Sonra döner Osmanlılara “üç günlük Yunanistan bile denizaltı sahibi oldu, koca imparatorluk uyuyor mu” der iki tane de bize çakar. Oradan Rusya’ya geçer “Boğazlara hükmedebilmek için suyun altını kullanmalısınız” diye nasihat buyurur, 4 denizaltı da onlara tokatlar. Halbuki bu denizaltılar henüz deneme safhasındadırlar ve bir işe yaramazlar. Torpil atmaya kalkışınca dengeleri bozulur ve batarlar.

Dini imanı para!
Zaharoff bir taraftan azınlıkları ayaklandırırken, diğer taraftan Osmanlı donanmasına parça satar. Haliç’te açılan her ihaleye katılır, alayına da fesat sokar. Para için düşmanının bile yanında olur, icabında golü kendi kalesine atar. Bir İngiliz firması yönetmesine rağmen İngilizlerin vurulmasını umursamaz. En sıkıntılı anlarda Almanlara akaryakıt pazarlar.

Zaharoff soylularla, bürokratlarla, parlamenterlerle piskoposlarla samimi olur, karda yürür iz bırakmaz. Dublörleri Atina’da boy gösterirken, kendi gider İstanbul’da iş bağlar. Sonra barış konferanslarını asla kaçırmaz, kardeşlik nutku atanlara alkış tutar. Sıkıştı mı “ben zaten çelik ticareti yapıyorum” der, öyle ya namluyu da kalemi de çelikten yaparlar.

İngiliz firmaları sadece 1. Cihan Harbinde 5500 tayyare, 25 bin top, 240 bin makineli, milyonlarca tüfek ve milyarlarca mermi satarlar. Havanlar, mayınlar, gemiler, zırhlılar...

Efendim 4 milyon insan ölmüş, sakatlar inim inim inlemiş, bebeler babasız kalmış...
Zaharoff’u hiiiç ırgalamaz...
O sadece komisyonuna bakar.

KOYNUMUZDAKİ YILAN

Silah taciri Zaharoff’un siyasetçilerle olan samimi münasebetlerini anlatmıştık, bu adam İngiltere’nin güneş batmaz imparatorluk olduğu yıllarda bile zirveye oynar, danışmanı olduğu İngiliz Mühimmat bakanı Lloyd George’u başbakan yapabilmek için çalmadık kapı bırakmaz. Yunanistan’da ise Alman yanlısı Kral Konstantin’i devirir, İngiliz muhibi Venizelos’a arka çıkar. Bu uğurda hem deste deste para harcar, hem de adamlarıyla köy köy dolanıp propaganda yapar. Hatta Eleftheros ve Typos gazetelerini satın alıp Venizelos’a bağışlar. Cihan Harbi başlayınca müttefiklere 50 milyon franklık bağış yapar ki bu aldığı komisyonların yanında deve de kulak bile kalmaz. Eh bu arada göğsü madalyalarla donanır, onu “Order of Bath” yüce haçından sonra “Legion d’Honneur”la onurlandırırlar. Kimi fahri hukuk doktoru payesi sunar, kimi kep giydirip rütbe takar. Tam 31 ülkeden 298 ödül alır, şiltler, nişanlar dolaplardan taşar.

Zaharoff ip cambazı gibidir, dengeleri iyi kollar. Oxford’da Fransız Dili Kürsüsü kurdururken, Sorbonne’da İngiliz Edebiyatı Kürsüsünün masraflarını karşılar. Hem Tatavla Rumlarına para yağdırır, hem de İttihatçılarla arayı sıcak tutar.

Sırtlanlar iş başında
1. Cihan harbinden mağlup ayrılınca akbabalar başımıza üşüşür, cesedimizden pay kapmaya çalışırlar. Lord Curzon’a göre İngilizler Osmanlının elinden Arabistan’ı, Irak’ı, Suriye’yi, Filistin’i, Ermenistan’ı, Kilikyayı aldığına göre artık kenarda durmalıdırlar. Türkleri Avrupa’dan kesinkes atmalı ama Anadolu’da Ankara merkezli cılız bir devleti yaşatmalıdırlar.

İngiltere hayli yorgundur, petrol yataklarına çöreklenip alacağını aldıktan sonra iyice mahmurlaşır. İngiliz Başbakanı Lloyd George, Lord Curzon gibi düşünmez, Türkleri ezip sindirecek bir “taşaron” arar. Ancak bu işi Fransızlara ve İtalyanlara da bırakamaz, zira Akdenizde güçlenmelerinden korkar. Ama Yunanlılar İngiltere’ye asla rakip olamazlar. Kaldı ki Türklere saldırmaya pek heveslidirler, bu işi en iyi onlar yapar.
Bu arada Mr. Zaharoff, Musul’da petrol işine girer ve deli paralar kazanır ama bu yağma ilelebed sürecek değildir ya. Şimdi nazarları bir başka yere çekmeli dikkatleri dağıtmalıdır.

Bu yüzden Türk Yunan savaşını alevlendirmek için elinden geleni yapar. Başbakan Lloyd sırf haçın hilalden öç alabilmesi için riske katlanır. Kaldı ki o ve ekibi Venizelos’un Perikles’ten sonra yetişmiş en büyük Yunanlı olduğuna inanacak kadar saftırlar.

Zaharoff, Megalo ideacıları gaza getirmekte zorlanmaz. Adamlar Helenizm’i diriltmek gibi bir maceraya kalkarlar. İstanbul Rumları çok heyecanlanır, gider Fener Patrikhanesine Bizans bayrağı asar, “Ayasofya kurtarılsın” mitingleri yaparlar. Hayali devletin merkezi İstanbul olacaktır, karışıklık çıktığında ilk öldüreceklerin listesini tutarlar. İznik Başpiskoposu Vasilios’a göre listeye misteye gerek yoktur, Türkler tamamen yok edilmeli, bebelerine bile acımamalıdırlar.

Ancak Çanakkale’yi yaşayan komutanlar “bu iş o kadar kolay değil” der Llyod’u uyarırlar. Başbakan onlara hakaretler yağdırır ve Türk yanlısı olmakla suçlar. Fransızlar da farklı değildir, Le figaro, Le Temp ve Des Debats gazeteleri Yunan büyükelçiliğinden yollanan her yazıyı iri puntolarla yayınlar. Monde dergisi Yunanlılara her sayı 8 sayfa ayırmakla kalmaz, ayni ve nakdi yardım yapar. Zoharoff bazılarını bağırtır, bazılarının sessizliğini satın alır. Hele Parisienne ve Mediterrenean bankalarını ele geçirip L’Exelcior gazetesini çıkarınca gücü çok artar. Clemencau’nun çıkardığı gazeteye de para desteği sağlar, bedava ajans hizmeti sunar. Hatta babasının malı gibi Anadolu’dan arazi vad etmeye başlar.

Yunanistan bütün silahları Zaharoff’un firmasından alır ve tabiri caizse “yaz tahtaya” der, kulağının üstüne yatar. Ama Sir büyük oynar, koca bir ülkeyi ele geçirmenin, haritaları değiştirmenin hesaplarını yapar. Doğduğu doyduğu toprakları Muğla’yı, Menteş’i, Tatavla’yı yakmak, komşularını kana boğmak için hiç bir masraftan kaçmaz. Niye kaçsın ki İstanbul’da kurduğu Akdeniz Ticaret Bankasından bir sezonda 30 milyon frank kazanır. Yani Türklere karşı açtığı savaşın masrafını yine Türklere yıkar.

Venizelos neredeyse sevindirik olur, heyecandan uyuyamaz. Ancak Lord Curzon, Selanik’te bile güvenliği sağlayamayan bir Yunanistan’ın Aydın vilayetinde ne aradığını sorar. Hem İstanbul hâlâ hilafet merkezidir, şimdi Endenozya’dan Fas’a kadar uzanan bir coğrafyada 500 milyon Müslüman’ın öfkesini çekmek neye yarar? Ama Zaharoff adlı kan tüccarı o kadar güçlüdür ki önünde o bile duramaz.

Bak sonuna sabreyle
Neticeye gelelim maceraperest işgalciler, Mehmetçiğin sinesine çarpınca fena yamulurlar. Anadolu çocuğunun karşısında ne İngiliz Fransız desteği, ne Zaharoff’un serveti işe yarar. Bu hezimet İslâm aleminde “İngilizlerin mağlubiyeti” gibi yankı bulunca Lloyd devrilir, Venizelos da koltuğunda kalamaz. O güne kadar aramızda bey gibi yaşayan iki yüzlü Rumlar, göç etmek zorunda kalırlar. Gelgelelim Yunanistan’da da umduklarını bulamaz, eski günlerini çok ararlar.

Peki Zaharoff? Siyasiler nezdinde itibarı kalmayınca başka sektörlere el atar. Kurduğu kumarhaneler zinciriyle, yine yuva yıkar, can yakar. Ama kendisi kıtır kıtır kesileceğini bilse çuha kaplı masaya oturmaz. “Oynayan değil oynatan kazanır” mantığı ile bir yılda tam 110 milyon frank para tokatlar.

Zaharoff, hayatının son yıllarını yapayalnız geçirir, sakat arabasını iteleyen uşağından başka dostu kalmaz. Saraylarda yaşar ama kapısını çalan olmaz. Yaşlandıkça canı tatlanır, düblörler kullanır, zırhların ardına saklanır, vesvese yapıp kendini yorar.

Zaharoff Monte Carlo’da ölür. (1936) Kirli serveti mirasçılarına bile yaramaz.