Halkının Düşmanı NUR M. TARAKİ

|

Dikkatinizi çekti mi bilmem Afganistan’daki erkeklerin yarısı “han” diğer yarısı da “şah” soyadı taşırlar. İşte Davud Han’ın hanlığı da böyledir. Ama bu hırslı adam gözünü koltuğa diker ve şahlığı soyadından ibaret olan Kralı (Zakir Şahı) devirip yönetime el koyar.

Bilirsiniz darbeciler babalarına bile güvenemez, karşı darbe korkusundan uykuyu muykuyu unuturlar. Rüzgârdan dahi nem kapar, yemez içmez “tedbir” alırlar. Davut Han’ın ilk işi vatansever komutanları uzaklaştırmak olur, tecrübeli nazırları kovar, silbaştan kadro kurar. Kendisi komünist değildir ancak o güne kadar Türkiye’de eğitilen subayları, Rusya’ya yollar. Aklı sıra Moskova’nın desteğini alıp saltanatını uzatmaya bakar.

Halbuki Ruslar taaa Deli Petro’lu yıllardan beri sıcak denizlere inmeyi hedefler, Afganistan üzerinde ince hesaplar yaparlar. Dostları Davut Han’ı uyarırlar ama o kulak asmaz.

Fitne uyanınca
17-Nisan-1987 günü Hizb-ül Parçam lideri Mir Ekber Hayberî öldürülür. Bunu protesto için başlatılan hadiseler kontrolden çıkar. Politbüro’yla dirsek temasında olan havacı subaylar Davud Han’ın sarayını basar, bütün ailesini merasim salonunda toplarlar. Ona “unutamayacağı bir acı” yaşatmak için en küçük torunundan başlar, mini mini bebelerin gırtlaklarını keser, beyinlerine mermi sıkarlar. Gelinlerine sulu hareketler yapar, 3 oğlunu ve hanımını öldürdükten sonra namluları çevirir, tereddüt etmeden tetiğe basarlar.

Darbeci subaylar hızını alamaz Başbakan Yardımcısı Seyyid Abdullah’ı, Savunma Bakanı Resuli’yi, İçişleri Bakanı Abdülkadir’i ve aralarında Hava Kuvvetleri Komutanı Musa’nın da bulunduğu 200 generali kurşuna dizip kanlı bir katliam yaparlar. O kaosta ölenlerin sayısı 2 bini aşar. Yerli komünistler sevindirik olur, orak çekiçli bayraklarla meydanlara çıkar, duvarlara kızıl sloganlar yazarlar.

Nitekim beklenen olur Nur Muhammed Taraki ipleri eline alır, Yarbay Abdülkerim’i Silahlı Kuvvetler Komutanı yapar.

Taraki derhal sıkıyönetim ilan eder, her türlü toplantı, gösteri ve grevi yasaklar. Gece sokağa çıkanlara ateş açar, evleri basar, öncelikle ulemayı tutuklar. Zindana düşenlerden bir daha haber alınmaz, faili meçhullerin sayısı bir anda 10 bini aşar.

Taraki halkın gözünün içine baka baka yalan söyler; “Bu sizin iktidarınız. Bizler İslamiyete ve insaniyete saygılıyız” der puan toplamaya bakar. Halk adına yola çıkar ama halkın ümüğünü sıkar. Adları Cumhuriyetçidir lâkin seçimin adını bile anmazlar. Eh, Kabil radyosu elbette ülkenin “güllük gülistanlık” olduğundan bahs açar.

Bu fakir ülkede toprakların ancak onda biri ekilebilir ve halkın sadece onda biri okuma yazma bilir. Gelgelelim komünistler ne tarıma, ne de eğitime eğilirler. Madenler kapanır, kör topal yürüyen birkaç sanayi tesisi de şalter indirir. 40 bin Afgan mülteci Pakistan sınırında sürünür, bir avuç buğday, üç beş patates için ağaç olurlar.

Komünistler Stalinvari metodlardan medet umar, Gül Muhammed Şah gibi bir âlimi kalabalığın önünde şehid ederek halkı yıldırmaya çalışırlar. Kur’an-ı kerim kurslarını kapar, talebeleri dağıtırlar. Radyoda sabahtan akşama kadar Kızılordu korosunun seslendirdiği Enternasyonal’i çalar, akılları sıra beyin yıkarlar.

Bu korsan hükümet SSCB ile 48 gün içinde 16 anlaşma imzalar, teknik işbirliği maskesi altında kilit noktaları Ruslara bırakırlar. Afgan doğal gazı Rusya’ya yönlendirilir, KGB devlet dairelerine sızar. Sadece ikinci ayın sonunda ölü ve kayıpların sayısı 20 bini aşar.

Haydin cihada!
Bütün bu baskılara rağmen Milli Kurtuluş Cephesi kurulur ve Kabil Hukuk Fakültesi hocalarından Burhaneddin Rabbani komutasında örgütlenip Kunar eyalatine hakim olurlar. Hükümet kuvvetleri ilk saldırıda 25 ölü vererek çekilir, saflar netleşmeye başlar.

Derken İmam-ı Rabbani hazretlerinin torunlarından Sıbgatullah Müceddidi 15 eyalette birden hareket başlatır, Kırgızlar ise Rahman Kul liderliğinde silaha sarılırlar.

Ne zaman ki “cihad” kelimesi terennüm edilir, silahını kapan din, devlet, bayrak için vazifeye koşar. Evet şehir merkezleri darbecilerin elindedir ama dağları mücahidlerden sorarlar.

Komünistler maskelerini çıkarır radyodan İslâmı hafife alan edep dışı programlar yapar, evlerden mescidlerden topladıkları dini kitapları meydanlarda yakarlar. Bu bir nevi “cami duvarına şeyetmek” gibi olur, direniş katlanarak artar. Peştunlar topyekun ayağa kalkar, kızılları Nuristan eyaletinden söker atarlar.

Taraki “danışman” adı altında sürekli profesyonel katil getirir, hükümet birliklerini Rusların sevk ve idaresine bırakır. Bu fakir ülkenin parasıyla habire silah alır, sağlık ve bayındırlığa tek kuruş aktarmaz. Komuta Moskof’un eline geçince işler hepten şirazeden çıkar. Hükümet güçleri ağır silahlara sarılır, tanklarla, tayyarelerle kendi halkını bombalarlar. Uçaklardan ekmek, şeker, oyuncak şeklinde tuzak bombalar döker, zehirli gaz kullanmaktan kaçınmazlar.

Ancak hesapta olmayan şeyler olur, mücahidler kırıldıkça artar, ferdî eylemleri bırakıp organize saldırılarda bulunurlar. Mesela Selküri askerî üssünü basıp 69 ihtilalciyi öldürürler ki içlerinden Rus subayları da çıkar.

Bütün bunlar olurken TRT döne döne Nikaragua ve Somoza’daki hadiseleri anlatır beynimizi Kızıl Kmerler’le, Sandinitsa’larla yıkar. Afganistan’dan tek kelime aktarmaz, Anadolu halkı Caracas’ı, Manaqua’yı ezberler ama Panşir’in, Kabil’in adını bile duyamaz.