Duvarcılıktan Mafyaya St. BERNARD

|

Ortaya Gotik gibi bir tarz koyan Tapınak Şövalyeleri Avrupa’da birçok şato, şapel yapar, duvarlara kazıdıkları sembollerle gizli güçleri “yardıma” çağırırlar. Mesela İskoçya’da Rosslyn köyünde yaptıkları kale ve kilise Herod Mabedini andırır, her tarafı masonik sembollerle donatırlar. Duvarlarında öyle çok pagan süsleme ve idoller vardır ki, konuk rahip William Koncks, böyle bir mekanda ayin yaptıramayacağını söyler ve dışarı çıkar.

Gün gelir St. Bernard’ın adamları dünya kentleri arasında para akışını ele geçirir, ticaret merkezlerinde, hac yollarında banka şubesi gibi çalışırlar. A kentindeki Tapınakçı malikaneye para yatıran tüccar senedini B, C, D noktalarındaki mabedlerde kırdırabilir, para taşımak zorunda kalmaz. Biraderler, Floransalı bankerlerden çok önce çek hesabını uygulamaya koyarlar.

Devletten zengin
Fransa devlet hazinesine ancak 250 bin frank girdiği yıllarda örgütün geliri 30 milyon (120 misli) frankı aşar. Sadece Avrupa’da 9 bin gayrimenkulleri vardır, yetmez gibi gider Kıbrıs’ı da satın alırlar. Aslan Yürekli Rişar’ın önüne tiko para koyar, adaya bayraklarını asarlar. Önceleri Kıbrıs’ı üs edinmeyi düşünürlerse de güçlü olmak için Avrupa’nın merkezinde olmaları gerektiğini anlar, Fransa Almanya ve İtalya’nın tam ortasında (İsviçre’de) yuvalanırlar. İleriki yıllarda Amerika’da da fırsatlar yakalar ama İsviçre’yi asla bırakmazlar. Diyeceksiniz ya Kıbrıs? Verdikleri parayı sadece o yılki vergilerden çıkarır, adayı ballı kârlarla Lusignanlı Guy’a satarlar. Bu iş Tapınakçıları çok sarar, gayrimenkuller üzerinden spekülasyon yapmaya başlarlar. Ucuza kapattıkları arazilerin değerini kısa sürede ikiye katlar, kiraları artırırlar. Lüzumlu malları, değerli madenleri de stoklar, mesela İngiliz yününü tek elden pazarlar, turnayı gözünden vururlar.

Tapınakçılar bir yanda kibar banker görüntüsü verirken diğer yandan ganimet avına çıkar. Orta Doğuda savunmasız kervanlara ve kuytu köylere saldırır yaptıkları gaspları, işledikleri cinayetleri “din savaşı” gibi göstermeyi başarırlar.

Kanun nizam tanımaz, ayaklarına takılan bürokratların üstüne Haşhaşileri salar, adamları sıcak yataklarında boğazlatırlar. Avrupalı kralları rüşvete alıştırır, bir bakıma suçlarına ortak yaparlar. Mesela “Yurtsuz John”a sadece bin pound avanta verir, İngiltere’de diledikleri gibi at oynatırlar. Adı büyük soyluları ucuz hediyelerle satın alır, olmazsa araya Kilise’yi koyarlar.

Alan Butler ve Stephen Dafoe’nin ifadesiyle, “Orta Çağ’ın en başarılı askeri, ticari ve mali organizasyonlarından biri” olur, eğitimli adamları ve muazzam sermayeleriyle devletleri bile sıkıştırırlar. Kısa zamanda pek çok kale, çiftlik ve kiliseyi ele geçirir, gemi filoları kurarlar. Müslümanlardan geometri, matematik ve harita kitapları elde edince, uzak ufuklara yelken açarlar.

Tapınakçılar kriz zamanlarını kollar, Fransız ve İngiliz saraylarını borçlandırır “devlet içinde devlet” olurlar. Hiçbir Orta Çağ kurumu “kapitalizmin yükselişine” Tapınakçılar kadar katkıda bulunamaz (The Temple and the Lodge)

Ya haraç, ya şantaj!
Tapınakçılar sanki savcı gibi kanunsuzları (asil zorbaları, dalavereci papazları) takip eder, suçüstü yakaladıklarını haraca bağlarlar. Sonra koltuğunu muhafazaya çalışan baronlara, nazırlara omuz çıkar, parasına kıyan siyasinin rakibini ortadan kaldırırlar. Cinayetlere kaza süsü verir, mesela araba kazasından çok hoşlanırlar. Savaştan kaçan kontların gırtlağına basar, zoraki bağış ve teberru toplarlar. Kanun kaçaklarını korur kollar, aralarına katılanlara dokunulmazlık kazandırırlar. Aforoz edilenleri dahi ücreti mukabilinde “dinli” yaparlar. Hal böyle olunca hızla büyürler ve gün gelir sayıları 160 bini aşar.

Tapınak Şövalyeleri emlak, nakliye, denizcilik gibi sektörlerde önemli yatırımlar yaparlarsa da büyük paraları kirli işlerde bulurlar. Organize suç şebekesi gibi çalışır, beyaz zehir, beyaz kadın pazarlar, kara para kazanırlar. Servetleri katlandıkça şirazeden çıkar, kimseyi ve kiliseyi takmaz olurlar. Halk arasında “Tapınakçı gibi içmek” terimi yayılır, Almanya’da kibirlilere “Tapınakçı mısın be adam” der, Tapınakçı evi (Tempelhaus) kelimesini “genelev” manasında kullanırlar.

İmtiyazı istismar
1207 yılında Papa III. Innocent, Tapınak şövalyelerini “imtiyazları istismarla” suçlar. Cebinde biraz parası olan herkesin hatta düğümlü ip gibi, günaha günah ekleyenlerin, Tapınakçı olabildiğinden dert yanar. Kilise’ye bile sokmayacağı adamların kutsal mezarlara gömülmelerinden rahatsız olsa da muhatap bulamaz.

Tapınakçılar sağda solda Müslümanlara karşı nasıl mücadele ettiklerini anlatsalar da Truva Konsülü’nden sonra girdikleri üç savaşta da hezimete uğrarlar. Şövalyeler yenilmez savaşçılar değildir, kaldı ki topladıkları bağışları da kirli sermayelerine katarlar.

Derken Müslüman köylerini basmaya başlar, masum halkı kaçırıp köle tüccarlarına satarlar. Ancak gözlerini para hırsı bürüyünce Ortodoks Hıristiyanları da (Yunan, Bulgar, Rus, Romen) zincire vururlar. Papa IX. Gregory, Tapınakçıların üstadına çıkışınca köle ticareti yön değiştirir, bu kez Afrikalılara sataşırlar.

Hasılı Piskopos Bernard’ın kurduğu örgüt amacını aşar, soygun, vurgun, tefecilik, uyuşturucu kaçakçılığı, köle ticareti, rüşvet, irtikap, ihtikar derken her melanet bulaşır ve dudak uçuklatan mablağlar kazanırlar. Zaten başları da bu yüzden ağrır, servetleri kralların gözüne batar ve haşmetmeapların öfkesine düçar olurlar.