Eli Kanlı Papaz MAKARİOS

|

Osmanlılar Kıbrıs’ı 1571’de alır, 1878’de “artan Rus tehdidi” yüzünden Britanya’ya kiralamak zorunda kalırlar. Ada bu üç asırda en huzurlu günlerini yaşar.

İngiltere, dalevereci bir devlettir, Kıbrıs’a kiracı gibi girer ama demir atmaya kalkar. İngilizler dağdan gelip bağdakini kovar, hukuku hiçe sayıp adaya el koyarlar. İşte “Mihail Hristodulu Muskos” bizim bildiğimiz adıyla Papaz Makarios o yıllarda (1913) doğar. Baf’ta yaşayan Müslümanlar, gayrimüslimleri ayırmaz, komşularına kâh helva, kâh aşure yollarlar. Mihail, Türk çocukları ile büyür, birlikte kırlara çıkar, beraber çelik çomak oynarlar. Ailesi yağıyla zor kavrulan bir rençper olduğu için onu Çiko Manastırı’na verir, leylî (gececi) okuturlar.

Mihail sadece bir sömestr sonra kendini Haçlı şövalyesi gibi görür, birlikte yaşadıkları insanlara diş gıcırdatmaya başlar. Rahipler onu önce Lefkoşa’daki Ankripion Lisesine, ardından Atina İlahiyat Fakültesi’ne yollarlar. Buraya kadar klasik bir Rum papazıdır ama Amerika’ya (Boston İlahiyat Fakültesi’ne) gönderilince “birilerine” çalışmaya başlar. Ona bir yandan hırs pompalar, bir yandan önünü açarlar. Kendinden eski ve tecrübeli isimler varken Kitium Metropolitliği’ne atar, Kıbrıs hakkında konuştuğu her cümleyi ayakta alkışlarlar.

Makarios mâlum rüzgârı arkalayınca Başpiskoposluğa niyetlenir ve bu makamı ele geçirmekte zorlanmaz (1950). Ardından Birleşmiş Milletler toplantılarını izlemek üzere New York’a çağırırlar. Makarios, Jersey ve Detroit’te “Kıbrıs İçin Adalet” isimli bir örgüt kurar, Başkan Eisenhower tarafından muhatap alınır ve televizyonlarda boy göstermeye başlar.

Köy papazlığından Cumhurbaşkanlığa
Bilirsiniz Rumlar “kahraman”lara bayılırlar. Makarios atına atlayıp yeldeğirmenlerine saldıramayacağına göre bunun daha çağdaş bir yolunu bulmalıdırlar. İşte bu noktada İngilizler tecrübelerini konuşturur, güya kendilerine karşı bayrak açan Makarios’u Şeysel Adalarında göz hapsine alır, hiç yoktan bir “efsane” çıkarırlar.

Kıbrıs, 11 Şubat 1959 Zürih Antlaşmasıyla “müstakil” olur. 3 Ağustos 1960 tarihinde İngiltere Kraliçesi kararı imzalar ve 16 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti “resmen” kurulur. Eh, haliyle Cumhurbaşkanlığına sıradan birini değil, “sürgünden dönen kahramanı (!)” oturturlar. Sus payı kabilinden de Dr. Fazıl Küçük’ü Makarios’a yardımcı yaparlar. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör ülke olur, el sıkışıp imza atarlar.

Ancak Rumlar “Enosis” hevesinden caymaz, 24 Aralık gecesi (1963) Türk Garnizonunda görevli Doktor Binbaşı Nihat İlhan’ın evini basarlar. Zavallı karısını ve mini mini bebelerini delik deşik eder, cesetleri banyo küvetine atarlar. Tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen bu hadiseden sonra, cinayet haberleri peş peşe gelmeye başlar.

Enosisçi Rumlar seksen yaşındaki imam Hüseyin İğneci ile yatalak oğlunu kıtır kıtır doğrayacak kadar acımasızdırlar. Türkler, getirip Garanti Antlaşmasını Makarios’un önüne koyarlar ama “kara papaz” nedense böyle bir anlaşmayı hatırlayamaz. Eh, bir Cumhurbaşkanı anlaşmayı tanımazsa, militanları kim tutar? Enosisçiler iyice saldırganlaşır, üç günde 24 Türk’ü öldürür, kadehlerini zafere kaldırırlar. İsa Aleyhisselamdan zerre kadar nasiplenmeyen ikiyüzlü Makarios nasıl bir “putperest Helenci” olduğunu ispatlar.

Johnson gibi dostun olursa
Türkiye bakar adadakilerle oturup konuşmanın imkânı yok, Yunanistan ve İngiltere’yi müdahaleye çağırır ama dinleyen olmaz. Tek başına hareket etmeye kalkınca da Bush kılıklı Johnson “Amerikan silahlarını kullanamayacağımızı” söyleyerek yokuş yapar. Yani bir bakıma itleri salar, taşları bağlarlar.

Sadece 1964 yılında (BM’nin tespitlerine göre) 124 Türk köyü tahrip edilir, 103 Türk köyü tamamen boşalır, 18.667 soydaşımız evsiz yurtsuz kalır. Şehitlerimizin sayısı 364’e varır.

Makarios’un görüşmelere yanaşmaması ve saldırıların devam etmesi üzerine Türk alayı kışlasından çıkar. Tayyarelerimiz Lefkoşa üzerinde uyarı uçuşları yapar. Hele bir de “Bayrak Radyosu” yayına başlayınca, soydaşlarımız biraz olsun nefes alırlar.

KIBRIS'IN BAŞAĞRISI

Makarios adayı yönettiği yıllarda bile komitacılıktan kurtulamaz, iki kesimi de kucaklayacak yerde EOKA yuvalarını dolaşıp katilleri ayaklandırmaya bakar. Mesela Çiko manastırında yaptığı konuşmada “Sekiz asırdan beri ilk kez Kıbrıs’ın yönetimi elimize geçti. Bu fırsatı kaçırmayalım” derken, Panayia köyünde “Hellenizmin tek düşmanı Türklerdir, onlar adadan kovulmadıkça, görevimiz bitmiş sayılmaz” diye haykırır ki, bu sözler bir Cumhurbaşkanının ağzına yakışmaz.

O günlerde Rum liderlerinden Yoannides ve “cellad” lâkaplı Sampson, Makarios’u ziyaret eder, Türkleri “bir gecede yok etme” gibi korkunç bir teklifte bulunurlar. Makarios müdahaleden çekindiği için “bir gecede” kelimesinden ürker, “bıktırma usandırma taktiklerinden” ve “tedrici katliamlardan” yana tavır koyar.

Ancak bu terör denilen dert “başla” deyince başlar ama “dur” deyince durmaz. Nitekim Rum Milli Muhafız Ordusunun (bizzat Yunanlı subayların yönetimindedir) desteklediği katiller ortalığı kana boyarlar. Makarios dünya nezdinde puan kaybedince “ayıp olmuyor mu” demeye başlar. Ancak EOKA/B onu kaale almaz.

Atina’yla takışınca
O günlerde Yunanistan’da iktidarda olan albaylar cuntası “gelenekçi ve kralcı” olduğu için Makarios’tan hoşlanmazlar. Kendini Kıbrıs’ın (ve dahi Yunanistan’ın) kurtarıcısı gibi görmeye başlayan “kara papaz”dan kurtulmaya bakarlar.

Komitacılar bildikleri usullerle çalışır önce Lefkoşa’daki Bayraktar Camii’ni bombalar, Türk bölgelerine yönelik saldırıları tekrar başlatırlar. Limasol, Baf, Magosa ve Poli’de yüzlerce Türk ölür, binlercesi yaralanır, halk köylerini terk etmek zorunda kalır. Bunun üzerine Türkiye 13 Şubat 1964’te BM Güvenlik Konseyi’ne bir başvuru yapar.

Görüşmeler 4 Mart 1964’te, sonuçlanır, hazırlanan tasarı, Türkiye tarafından “müspet” karşılanır. Karardan Makarios da memnun kalır, zira iki ortaklı Kıbrıs Cumhuriyeti “fiilen” sona erer, Rum yönetimi “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanınır.

Atina Adadan elini çekmez, muhtemel bir Türk-Yunan savaşında görev vermek için Kıbrıs’ta bir ordu kurar, Grivas’ı yetkilerle donatırlar. Elinden güç giden Makarios çok tedirgin olur ve Grivas’ın geri çağrılması için Yunanistan’a başvurur. Ancak Polikarpos Yorgacis söz konusu orduyu Yunanistan Savunma Bakanı Petros Garufalyas’ın emrine verir, onu muhatap bile almaz.

Makarios, Yunanistan’la ipleri koparınca Çekoslovakya’dan külliyetli miktarda “kaçak” silah alır. Gizlice Kıbrıs’a sokar ve Başpiskoposluk binasının bodrum katına depolar. Türk istihbaratı bunu haber alır ve Ankara net bir şekilde “tavır” koyar. İşin enteresan yanı Yunanistan Hükümeti de bozulur ve bu silahların derhal Rum Milli Muhafız Ordusu’na teslimi için süre tanırlar.

Orduya karşı polis
Makarios kesinlikle uzlaşmaz, Atina’yla köprüleri atar. Cuntacılar da onun başına Nikos Sampson’u sarar, Makarios’u “hain”likle suçlarlar.

Makarios kolay teslim olmaz, kendine bağlı militanlardan bir “yedek polis birliği” kurar. Gelgelelim Yunan subaylarının organize ettiği muhalif hareket baskın çıkar. RMMO ve EOKA B, karakolları basar, yedek polis birliklerini tanklarla ezip dağıtırlar. Hatta Makarios’un sarayını bile top ateşine tutarlar. Makarios’u destekleyen AKEL ve EDEK partisi yanlılarını katledip, iktidara el koyarlar. Bu iç savaşta 2000 Rum ölürken, Cuntacılar yaralıları diri diri gömer, aynı kanı taşıyan insanlara dahi acımazlar. (TANEA gazetesi-Papaz Papatsestos’un hatıraları)

Darbeciler Makarios güçlerini sindirdikten sonra “Türk kasabı” adıyla ünlenen Nikos Sampson’u koltuğa oturturlar. EOKA B militanları bakan, vali, müsteşar olurlar.

Makarios adamlarına “direnin” emri verirken, kendi İngiliz üssüne sığınır ve Malta’ya kaçar. Konuyu BM’ye götürür ve bu kanlı darbeden Yunanistan’ı sorumlu tutar.

Rumları dahi kıtır kıtır kesen ihtilalcilerin Türklere “neler yapabileceğini” bilmek için arif olmaya gerek yoktur, işte ordumuz böylesine kritik bir dönemde (Temmuz 74) adaya çıkar. ABD beklendiği gibi ikiyüzlü davranır, Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya başlar. Ancak, bu ambargo çok hayırlı olur, Türk Savuma Sanayii maya tutar.

Makarios KKTC içinde huzurla yaşayan Türkleri gördükçe kahrolur, yüreğine mi iner bilemiyoruz ama fazla yaşamaz (1977).