Sezar’ın Hakkı Sezar’a GAIUS JULIUS CAESAR

|

Gaius Julius Caesar bizim bildiğimiz adıyla “Sezar” M.Ö. 100 yılında doğar. Mensubu olduğu Juliuslar bir zamanlar kartaldırlar, ancak eski havaları kalmaz, ulu büyük dedeleri gibi dikkate alınmazlar.

Julius, genç yaşında hitabeti ile ün yapar, ustaca kurduğu cümleler ve kelime oyunları ile yargıçların gözünü boyar. Çok mahkum kurtarır (şimdi buna avukatlık diyorlar) lâkin para kazanamaz. Evet Napolyon’un gelmesine daha 20 asır vardır ama Romalılar siyasetçilerde üç şey ararlar: Para, para ve para...

Julius bir ara Crassus adlı zengin bir politikacının danışmanlığını ve sözcülüğünü yapar. Hem tecrübesini artırır hem çorbasını kaynatmaya bakar. Politikacıları tanıdıkça hırslanır, makam sahibi olan mıymıntıları gördükçe ümidi ve hevesi artar.

Ve oturur tatlı hayaller kurar, rüyalarında ordular donatır, zaferler kazanır, genç kızlar yollarına gül atarlar...

Önce politika...
Sezar, oyunu kuralına göre oynamaz, aksine kuralı kendi koyar. Önce ailenin son ferdi olarak Patrici kabilelerini etrafında toplar. Sonra idareye hakim olan Sulla’nın muhaliflerinden birinin kızını alarak riskli bir evlilik yapar. Evet soylular arasına girer ama başına iş açar. Sulla ondan hanımını boşamasını isteyince, Roma’dan Kilikya’ya (ora da neresiydi? Dur notlarıma bakayım. Aaa bizim Tarsus’muş) kaçar.

Ancak bu dünya Sulla’ya da kalmaz, onun öldüğünü işitince alelacele Roma’ya döner ve mevcud rejimi yıkmak için ne gerekiyorsa onu yapar. Sportulaları (bir nevi takım taraftarları) peşine takar. “Düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığı ile Pompeius’e destek çıkar. Curcus honoriumluk ve quaestorluk gibi dünya makamlarında gösterdiği “üstün hizmet”lerden sonra senatoya demir atar.

Meslektaşları mermer sütunlu salonlarda toplantı üstüne toplantı yapıp, vatan kurtarırken o halkın arasına karışır ve propagandanın kitabını yazar. Sırf bu iş için Rodos’a gider ve ünlü hitabet üstadı Molon’dan hisse kapar. Gün gelir aka kara dese inandırır, halkın gönül teline mızrap çalar.

Yönetici sınıfı onu def etmek için İspanya’ya tayinini çıkarırlar. Ancak kapıdan kovulsa bacadan girer ve curule asedilise (belediye meclisine) kapağı atar. Derken başrahip olur ve millete vaaz etmeye başlar. Ancak bu rahip dünyevi işlerden elini eteğini çekmez hangi taşı kaldırsan altından çıkar. Nitekim adı Catilina’nın darbe teşebbüsüne karışınca onu tekrar İspanya Vâliliğine atar Roma’dan uzak tutarlar.

Sezar o günlerde hızla yükselen siyasetçi Pompeius’a yakın olmaya bakar. Onun akrabalarından biriyle evlenir ve biricik kızı Julia’yı Pompeius’a verip, kendine damat yapar. “Pompeius, Crassus ve Sezar” güçlü bir üçlü (trio) olurlar. Sezar İspanya valiliği esnasında Helvetleri, Germenleri, Gotları sindirir, Normandiya’yı ezip Britanya’ya çıkar. Büyük bir servet kazanır ve parasını konuşturmaya başlar. Senatoda Marcus Antanius ve Cladius Marcellus’un başını çektiği grubu da peşine takar ve konsüllük için adaylığını koyar (M.Ö.59) Seçimi kazanınca zenginliğiyle tanınan Galya üzerine sefer açar. Her ne kadar çizgi romanlarda Asteriks adlı bir bastıbacağın yaşlı bilgenin yaptığı “tazı hızı deve gücü” iksirinden çekip Romalıları dağıttığı anlatılırsa da tarih kitapları Galyalıların bir milyon ölü verdiklerini ve kesinkes mağlup olduklarını yazar. Sezar sadece Galyalıları değil, Avrupa’da ne kadar kırık dökük kabile varsa hizaya sokar. Parası ve itibarı çok artar.

Gelgelelim o savaş meydanlarında koştururken Pompeius “tek konsül” seçilir ve ayrı tellerden çalar. Hele karısı da (Sezar’ın kızı Julia) ölünce adama bi haller olur, “öküz öldü, ortaklık bozuldu” demeye başlar. İşin ters yanı Marcellus da saf değiştirir, Sezar’ın yetkilerini budamaya kalkar. Eh bu saatten sonra işi “savaş” paklar. Sezar, Roma üstüne yürüyüp şehri ele geçirir ve “gözünüz diktatör görsün” demeye başlar.

Peki hiç isyan çıkmaz mı? Çıkar ama çok sert bastırır mesela Munda’yı kana boyar. Rakiplerini karnından çizip yırtar, önüne çıkana “sezaryen” yapar. Pompeius can korkusu ile kaçar ama Sezar amansız bir takip başlatır ve bu kovalamaca Mısır’a sıçrar.

İşte Kleopatra ile karşılaşması o günlere rastlar. Pompeius İskenderiye’de öldürülür de Sezar defteri kapar.

“Veni, vidi, vici”
Ardından Kuzey Anadolu’ya uzanır ve Pontus Krallığını bunaltır. İşte “veni, vidi, vici” (geldim, gördüm, yendim) sözünü o günlerde irad buyurur. Afrika ve İspanya’yı harmanladıktan sonra Kleopatra ile gününü gün etmeye bakar. Bu arada düşmanlarının eşlerini de listeler ki Pompeius’un dul karısını başa yazar.

Sezar bakar karşısında adam yok, bütün unvanları kendinde toplar, hatta kutsallığa oynar. Vatan evladları “n’olur bizi bırakma ölünceye kadar başımızda kal” diye yalvarınca onları kıramaz. Senato ve komitaların yetkilerini tırpanlar, bütün gücü elinde toplar.

O eleştirilemez, eleştirilmesi teklif bile edilemez ve asla yargılanamaz. Zaten “dokunulmazlık” gibi bir kavramı siyaset dünyasına o sokar. Cumhuriyetçi Sezar güya krallığa karşıdır ama en kralına fark atar.

SEZAR'IN HAKKI SEZAR'A

Roma’da imparatorlar, zaferle döndüklerinde muhteşem törenlerle karşılanırlar. Binlerce esir altın tahtları çeker, borazanlar trampetler ortalığı yıkarlar. Hep bir ağızdan marşlar söyler, yoluna çiçek ler atarlar. Ancak imparatorun iki yanına iki köle sokulur, bunlar bir yandan yelpaze sallar, bir yandan “öncekileri unutma” diye fısıldarlar. Hani “burdan kimler geldi, kimler geçti, havalara girme” diye ikazda bulunurlar.

Ancak Sezar’ın yalakaları bu âdeti kaldırır onu “haşa” tanrılık makamına çıkarırlar. Devlet kesesinden yağcılık yapan şerefsizler “Jüpiter Julius” adına tapınaklar kurar, ortalığı putlarla donatırlar. Eğer Sezar’ın bir şey yaratmaya gücü yetse önce kendisi için saç diler, kel kafasını defne dalları ile örtüp saklamaktan kurtulmaya bakar.

Kelin ilacı olsa...
İyi haber alan kaynaklara göre Sezar, saçsız başı yüzünden otoritesinin sarsıldığını düşünür, başka şeye gülenlerden bile kıllanır, kendisiyle alay edildiğini sanar.

Zavallı Kleopatra, “böyle daha karizmatik oluyorsun şekerim” dese de inanmaz, denemedik ilaç, gitmedik kocakarı bırakmaz. Mısırlı rahipler geyik iliği, at dişi unu ve ayı yağını karıştırıp merhem yapar, kafasına bularlar. Üstüne kavrulmuş fare özütü de ekerler ama hayrı olmaz. Koca imparator başını ineklere mi yalatmaz, soğan sarımsakla mı ovmaz, tepetaklak mı durmaz, tavuk pisliğinden, yılan hülasasına her yolu dener lâkin derdine çare bulamaz. Neticede ensesindeki saçları uzatıp öne doğru yapıştırır. Evet manzarayı kurtarır ama rüzgâr çıkmazsa...

Yine bu nasıl tanrılıksa kendi baş ağrısına bile şifa bulamaz, migren nöbetlerinden kurtulabilmek için kimlerin kapısını çalmaz? Son günlerde gözünün önüne ışıklı noktalar belirir ki bu birazdan ağrı başlayacak demektir. Krizden kaçabilmek için kendini karanlık odalara (ne hayrı olacaksa) kapar. Uzak ülkelerden getirilen tabipler yaz ise portakal suyu, kış ise kavun karpuz tavsiye edip süre kazanmaya bakarlar. Büyücüler hepten fırıldaktır, gladyatör kanı, kaplan salyası, bebek beyni ve fok balığı ciğerinden manasız karışımlar hazırlar, bunları kıvamında küflendirebilmek için taşlarından rutubet sızan dehlizler ararlar. Eh anlaşılacağı üzere bu iğrenç macunlar mide kaldırmaktan başka bir işe yaramaz.

Sezar “ha geldim ha gelicem” diye işaret veren kriz korkusundan Senatoda yapacağı konuşmaları bile iptal eder, kürsüyü Markus Antonyus’a bırakıp, derdine yanar.

Sezar’ın kafasındaki diktatör krallardan bile güçlü olmalıdır. Krallardan güçlü olmak için önce kral olmak gerekir ki inceden inceye çalışıp bunun alt yapısını hazırlar. Ama hasımları ona bu fırsatı vermemekte kararlıdırlar.

Brütüs’e küfür yağdırır
Sezar sayısız suikast geçirir ama kâh aşılmaz duvarlardan atlayarak, kâh iri dalgalı denizleri kulaçlayarak kurtulmayı başarır. Gelgelelim artık o eski Sezar değildir, direnecek takati kalmaz. Elbette “kuşları” ona “60 kişinin müdahil olduğu bir suikastin” haberini ulaştırırlar. Ama anlaşılmaz bir teslimiyetle akıbetine yürür, yeni bir kavga başlatmaz. Belki de tehditlere kulak asmadığını göstererek güçlü ve korkusuz olduğunu ispata kalkar.

Olacak bu ya günlerdir senatoya uğramayan Sezar o gün kendini çok zinde hisseder hatta Senato Binasına girerken bir dost tarafından eline sıkıştırılan uyarı kağıdını ciddiye almaz.

Nitekim aralarında evlatlığı Brütüs’ün de bulunduğu katiller onu araya alır ve gözlerini kırpmadan bıçaklarlar. İhtimal ki Sezar Brütüs’e küfürler yağdırır ama Sezar’dan çok Sezarcılar “bip-pip” sesiyle geçilen yerlere “sen de mi Brütüs” gibi aynalı bir cümle yakıştırır, hadiseye “dramatik bir öge” katarlar.

Evet Sezar, hırslıdır, acımasızdır, mânâsız savaşlar yapar... Kendisi süfli yaşasa da halkı hizaya sokar mesela kadınlarla erkeklerin aynı hamamlarda yıkanmalarını ve ahlâka mugayir giyinmelerini yasaklar. Çürümüş, yozlaşmış sınıf iktidarını yıkar, yerine güçlü bir idare kurar. Kimbilir, belki de Roma’nın ömrü bu yüzden uzar. Boşuna değil, tarihçiler “eğer o düşündüklerini gerçekleştirebilseydi dünyamız bugünkünden farklı olurdu” yorumunda bulunurlar.

Takvimlerde yaşar
Sezar sıradan bir imparator ve alalade bir komutan değildir. O güne kadar ele alınmayan konulara da kafa yorar. Mesela İskenderiyeli astrolog Sosigenes’e yeni bir takvim düzenletir. Şaka değil Avrupa 16 asır “Jülien Takvimi”yle yatıp kalkar. Bu takvimde 365 gün ve 12 ay vardır. Her 4 senede bir gün artar. Yıl, Janianus’la (kutsal Janos) başlar, onu Februarius, (arınma), Martius (Mars), Aprilis (Aphrodite), Maius (Atlas’ın kızı ve Hermes’in annesi Maia), Junius (Junon) izler. Sonra elbette Julius (bizzat kendisi) gelir ve bir sonraki ayı yeğeni Agustus’a bağışlar. September, October, November ve December (9’uncu, 10’uncu filan) peş peşe sıralanırlar.

Önce lisan!
Sezar, bir gün Senato’da nutuk atarken ağzından uyduruk kaydırık bir kelime çıkar. Senatörlerden biri derhal ayağa kalkar ve: “Böyle bir kelimeyi kullanamazsınız” diye yırtınmaya başlar. Sezar sorar: “Neden?”
- Çünkü Lâtince değildir! / - Canım ben bir İmparator olarak istediğimi Roma vatandaşı yapabiliyor muyum? / - Elbette / - Öyleyse tamam. O kelimeyi de Roma diline kattım gitti.

Senatör “Asla” diye diklenir, “istediğinizi vatandaş yapabilir, istemediğinizi vatandaşlıktan çıkarabilirsiniz ama bir kelimenin Latince olup olmayacağına ‘siz’ değil, ‘halk’ karar verir!”