Süngü Dediğin Ne Ki? SÜLEYMAN FETHİ

|

Mehmed Azmi oğlu Süleyman Fethi, askerliği çok sever. Gülhane Parkı’nın karşısındaki Salkımsöğüt Tekkesinde Hak âşıklarını irşad eden Kadiri büyüğü İzzî Efendi’nin ahfadından olduğu için orduyu “Peygamber ocağı” görür, önünde başka fırsatlar varken Harp Okulu’na koşar. Zabit olunca onu kâh Hicaz’a, kâh Balkanlar’a yollarlar. O kadar çok yararlık gösterir ki göğsünü İftihar ve Liyâkat Madalyarıyla donatırlar. Hem rütbesini yükseltir, hem de kurmay yaparlar. Hatta bir ara onu Harbiye Nezareti müsteşarlığı gibi bir makama layık bulurlar. Cihan Harbinin başladığı yıllarda “İzmir Ahz-ı Asker Kalem Dairesine” (Askerlik Şubesine) bakar.

Fethi Bey çocukları çok hoş tutar, sırf onları sevindirebilmek için yanında şeker çerez taşır. Sevimli albayımızı gören tıfıllar, avaz avaz koşar, ayaklarına dolanırlar.

Karanlık gün
Biliyorsunuz 15 Mayıs 1919 günü Yunan ordusu İzmir’e çıkar. Şehir sıkıntılıdır ama Fethi Bey her günkü gibi hazırlanır. Zevcesi Edibe Hanım “n’olur gitme” diye yalvarsa da “ben askerim” der “bizi bu günler için yetiştirdiler, unutma!”

Fethi Bey, kazasız belasız dairesine varır, masasına henüz oturmuştur ki, iki Yunan subayı ve bir manga er içeri dalar. Subaylardan biri Fethi Bey’e, esir olduğunu söyler, ama o “savaş olmadı ki esirlik olsun” der işine bakar. Gelgelelim palikaryaya söz anlatmak deveye hendek atlatmaktan zordur. Koca Albayı ite kaka dışarı çıkarır, Kordon’dan geçirip Pasaport meydanında bir duvara yaslarlar. O sıra Yunan savaş gemileri toplarını şehre çevirmiştir, salkım saçak asker dolu tekneler iskeleye yanaşırlar. Yer gök mavi beyaz Yunan bayraklarıyla donan-mıştır. Davullar, klarnetler, mızıkalar...

Daha düne kadar “ağam, paşam” diye yaltaklanan Rumlar sevindirik olur, şenlik yaparlar. Tatlı su Frenkleriyle Levantenler de onlardan aşağı kalmaz. Hep bir ağızdan tempo tutar, “Bugün İzmir, yarın İstanbul” nağmeleriyle ortalığı çınlatırlar.

Balkonlarda, çatılarda eli çiçekli kadınlar... Efzun askerleri, komutanları geçerken Türkleri “Zito Venizelos!” dedirtmeye zorlarlar. Genç kızlar fingirdeşir, kokonalar alaylı kahkahalar savururlar.

Aynı şeyi Albay Fethi Bey’e de yapmaya kalkarlar, ancak o kıpırdamaz bile, ateş saçan gözlerle muhatabına bakar. Yunan subayları bu ummadıkları direnişe çok bozulurlar. İçlerinden biri Fethi Bey’in omuzundaki apoletlere saldırmaya kalkınca “onları sen takmadın ki sökesin” diye bağırır ve çelik gibi parmaklarıyla bileğinden tutar, savurup kenara atar.

İşgalciler hemen koşar kendilerine kılavuzluk yapan Dr. İstelyanos’un oğlu Dimitri’yi çağırırlar.

Yıllardır Türk lokması ile beslenen Dimitri Yunan mülâzımı kıyafetleri kuşanınca kendini başkomutan sanar. Küstah bir ifadeyle “çıkar o kalpağı” diye bağırmaya başlar. Süleyman Fethi Bey tunçtan bir âbideyi andırır, “o kalpak ordumun şerefi” der, “ancak başım boynumdan ayrıldıktan sonra çıkar!”

Yunan subayları bu vakardan ürker kenarda dururlar. Ancak Dimitri kin krizine girer, fırsatı değerlendirmeye bakar.

Tansiyon yükselince namlular göğsüne dayanır, Dimitri onu “Zito Venizelos” demesi hususunuda son bir kez uyarır ama başarılı olamaz. Nitekim Efzun erleri emredileni yapar, süngülerini Fethi Bey’in göğsüne sokarlar. Soğuk çelik çatırtıyla ilerler ve kıpkızıl kana bulanıp geri çıkar. Rum kadınları çığlık çığlığa bağrışır, dehşetten ağızlarını kapatırlar. Lâkin Albay Fethi sakindir, ne bir acı belirtisi, ne acz ifadesi...

Yine aynı teklif, yine itiraz. Süngü bir kez daha girer çıkar.
Fethi Bey’in üniforması kan keser, ama ne ses verir, ne de kıpırdar.
Sonra bir daha, bir daha...

Fethi Bey tam 21 kez süngü yer 21’inde de “Zito Venizelos” demeye yanaşmaz. Ancak her seferinde kanı biraz daha çekilir, yüzü biraz daha beyazlar. Nitekim damarlarında dolaşacak kan kalmaz, yüreği adeta hava basar. Yıkılmamak için çok çalışır ama dayanamaz. Kendi kan gölünün üstüne kıvrılıverir, başından düşmesin diye kalpağını tutar. Gelip üstünü ararlar, cebinden sadece çocuklar için taşıdığı akide şekerleri çıkar.

Makamını görür
Koca albayı bir hiç uğruna süngületen subaylar ortalıkta yabancı muhabirlerin dolandığını hissedince panik yapar, onu alelacele hastaneye kaldırırlar. Fethi Bey o gece, sabaha karşı, gülümseyerek gözünü aralar, “makamımı görüyorum” der ve Kelime-i şehadet söyleyip âlemi bekâya uçar.

Kutlu şehidin nurlu naaşı, ancak Fransız konsolosluğu aracılığı ile alınabilir, dostu Ali Şefik Bey’in Küçük Fettan Sokağı’ndaki evine getirilir. İzmirliler sabaha kadar başını bekler, onlarca hatim indirir, yüzlerce Yasin-i şerif okurlar.

Cenaze merasimi muhteşem olur. Türkler öyle bir gövde gösterisi yaparlar ki işgalciler işlerinin hiç de kolay olmayacağını anlarlar.

Fethi Bey’i Temâşâlık Mahallesinde bulunan Emir Sultan Haziresine defneder, yüce veliye komşu yaparlar. Kabir 1988 yılında Narlıdere Şehitliği’ne nakledilir. Ancak bizim nesil efsane komutanın Agora’da bırakılan mezartaşına sahip çıkamaz. Kendini bilmezler, Yunan’ın yapmadığını yapar, o nefis taşı kırar, üstündeki kalpağı kimbilir nereye atarlar?