Efsane İmparator KUBİLAY HAN

|

Taht baldan tatlıdır, ne kadar güçlü de olsanız rakipleriniz çıkar. İşte amcası Noyan ve yeğeni Kaydu da Kubilay’ın saltanatına göz koyarlar. Kubilay kısa sürede 260 bin kişilik bir ordu toplar ve amcasının karargâhını basar. Güneş kızıl ışıklarla batarken altın sırmalı elbisesiyle bir tepenin doruğunda belirip bayrak açar. Noyanın adamları kuşatıldıklarını anlayınca büyük bir panik yaşar, teslim olurlar. Kubilay, amcasını yakalar, halıya sararak boğar. Zira onun inancına göre Cengiz neslinden birinin kanı yere akamaz. Bilahare Kaydu’yu da ezer, onun ordusunu da peşine takar.

Büyücüye uyarsan
Kubilay, sivri burnu, köşeli çenesi ve fıldır fıldır dönen gözleri ile insanı korkutur. Dört eşi vardır, her eşinin hizmetine 10 bin hizmetkar koşar. Odalıklarının sayısını kendi de hatırlamaz, bunları kızlarının güzelliği ile tanınan Kungurat bölgesinden toparlar. Ünlü kağan uğraşır, didinir, büyük oğlu Cengiz için güçlü bir devlet hazırlar ama bakın şu işe ki Cengiz genç yaşta ölür, torunu Timur hesapta olmayan bir saltanata konar.

Kubilay, Han-Balık (Pekin) şehrinde yaşar. Sarayı yüksek duvarlarla çevrilidir, camlar kapılar güneye bakar. Nakkaşlar duvarları sütunları altınla kaplar, sağa sola ejderha resimleri yaparlar. Sadece kabul salonunda 6 bin kişiye sofra açar. Hususi dairesi ile hazine odası yanyanadır, boş zamanlarında mücevherleriyle oynar. Bahçede taş gezinti yolları vardır, Eh koca Hakan çayıra çamura basacak değildir ya.

Bir gün büyücübaşı Han Balık’ta ayaklanma olacağını söyleyerek Kubilay’ı huylandırır. O da gidip Taydu şehrine yerleşir, yüksek bir kale yaptırır. Taydu sokakları cetvel gibi intizamlıdır, çarşılar dolar dolar boşalır. Şehre günde bin kağnı girer çıkar, Avrupalılar kendi hanlarında, Araplar kendi hanlarında kalırlar. Kubilay ticareti sever, tacirlerin rahatını sağlar. Bu kadar yabancı ağırlanmasına rağmen şehirde fahişe barındırmaz. Surlar çok iyi korunur, akşam gong çaldıktan sonra kimse kapıya yaklaşamaz.

Kubilay’ın 12 bin fedaisi vardır, bunlar üçer binlik gruplara ayrılır, 6’şar saat nöbet tutarlar. Muhafızlar hususi uniformalar giyer, inci mercan işli kemerler takarlar. Kubilay sofraya ailesiyle birlikte gelir, ona herkesi görebileceği bir yer ayırırlar. Masanın dört köşesine hayvan sütleri ve müskirat fıçıları koyarlar. Hizmetçiler ağızlarını burunlarını ipek bezlerle kapatır (hijyeniğe bak) nezaketle servis yaparlar.

Kubilay’ın sarayına 600 metre kala saygı duruşu başlar, konuklar içeri beyaz terliklerle girer ve tükrük hokkalarını yanlarında taşırlar. İmparator şekle çok dikkat eder, kıyafetini beğenmediği adamı huzuruna almaz. Kapıda iri yarı adamlar durur, protokol hatası yapanlara urganla vururlar. Kubilay kadehini ağzına götürdü mü herkes diz çöküp ona bakar, çalgıcılar o hususi ana uygun nağmeler çalarlar. Pirinç şarabı serttir, adamı fena çarpar. Dağıttılar mı hokkobazları çağırır, gülmekten kırılırlar.

Kubilay doğum gününde altın simli kaftanlar giyer, adeta gün gibi parlar. Yanına aslanını ve aslancıbaşını alır millete korku salar. Onbinlerce asil güneş renkli libaslara bürünür, en değerli hediyeyi vermek için yarışa tutuşurlar.

Şubat ayında “beyaz şenliği” yapar, beyazlara sarınırlar. Kubilay Hana 100 bin beyaz at sunar hediyeleri 5 bin fille taşırlar. Onları develer izler, şallar, halılar sandıklardan taşar. Töreni yöneten şaman bunlardan hisse kapar.

Kubilay ava çıkınca aslanlarını leoparlarını kullanır, kurtların tilkilerin üstüne kartallarını salar. Kendisi fil üstüne kurulan seyyar köşkünde oturur, naçiz bedenini riske atmaz.

Kubilay Han’ın otağına rahat bin kişi sığar, dışını kaplan postlarıyla, içini kıymetli kumaşlarla kaplarlar. Taht salonundaki kürkler Venedik’te olsa bin altına müşteri bulurlar. İkinci çadır daha küçük ama daha kıymetlidir burada karıları ve odalıkları kalırlar. Komutanların, hekimlerin, büyücülerin, aşçıların hatta yırtıcı kuşların çadırları vardır ve bütün bunlar koca yamacı kaplar, adeta şehri andırırlar. Kubilay Hanın avlandığı saha kuşatılır ve kontrol altına alınır, yöre halkı yılboyu avcılık yapamazlar. Bu yüzden hayvanlar artar, her çalının ardından bir tavşan, her taşın dibinden bir keklik fırlar. Kubilay Han başkente eğlenmiş, dinlenmiş olarak döner, ona iş yaptıracaklar “bu fırsatı” kaçırmazlar.

Kağıt ver, altın al...
İşte Papa’nın elçisi olarak yola çıkan Pololar da Han-Balık’a (Pekin’e) böylesi bir anda varırlar. Kubilay, genç Marco’dan çok hoşlanır, babasını ve amcasını yollar, onu yanında tutar. Delikanlının lisanlara vukufiyetine hayran olur, sağa sola elçi olarak yollar. Marco her seyahatin akabinde gördüklerini anlatır, birine bin katıp yaşlı hakanı (yaşı 80’i aşmaktadır) eğlendirmeye bakar.

Kubilay’ın memurları dut ağaçlarının kabuk altındaki zarları çıkarır ancak ustaların bildiği maddelerle boyar, pamuklu kumaş yumuşaklığı kazandırırlar. Bunları keser, biçer, damgalar ve para olarak kullanırlar. Marco kağıtla altın elmas alındığını ilk kez görür ve çok şaşar. Eskiyen ve yırtılan paralar % 3 eksiğine geri alınır, tedavülden kaldırılırlar.

İŞGALCİ KAĞAN

Çinliler sanatkar insanlardır, ince işlerden hoşlanır, üretmekten zevk alırlar. Ancak kazandıkları paralar, işgalcilerin kasasına akar. Mesela Kuiju’da ağaç liflerinden enteresan kumaşlar dokunur, Kataylılar mükemmel silahlar yaparlar. Çang-lu kiloluk armutlar, Çang-li de iri şeftaliler yetiştirirler ama bütün bunlar Moğollara yarar.

Tadinfu meyve bahçeleri arasında çok zengin bir krallıktır ama Kubilay’ın ordusuna karşı koyamaz. Bu mamur ülkeyi görünce Komutan Litan Sangon’un bile başı döner, krallığını ilan etmeye kalkar. Eh, Kubi bu cüreti affetmez, gereğini yapar.

Nehir mi cadde mi?
Tadinfu kadınları ayaklarının ucuna bakar, sorulmazsa konuşmazlar. Dans etmez, düğünlere gitmez ve eşlerine çok sadık olurlar. Civarda insan etine dadanmış aslanlar vardır. Ahali korkudan kayıklarda yatar ama bu canavarlar kayıklara bile ulaşırlar. Bu yüzden iri köpekler yetiştirir, aslanların üstüne salarlar.
Sinju Matu’da nehrin üzerinde binlerce tekne vardır habire alır satar, yük boşaltırlar. Buraya büyük gemiler sokulabilir, güvenliği nehir donanması sağlar.

Manzi, dertlerini halletmiş bir refah ülkesidir, hükümdarı 20 bin sahipsiz çocuğa bakar. Halk her işi yapar ama savaştan anlamaz. At beslemez, zırh giymez, kılıç taşımaz. Şehirlerini nehir kenarına kurar, etrafına açtıkları hendekle savunmayı sağlarlar. Kubilayın komutanı Çinksan önce komşu kent Hvai-ngan’ı ele geçirir. Şehri yakıp yıkarak gözlerini korkutmaya bakar. Aslında Manzi alınabilecek bir şehir değildir ama kralı büyücülerin aklına uyup, kapıları açar.

Siyang-yang-fu ise önü nehir ardı göl olduğu için kuşatmayı umursamaz, tekneler sulh zamanındaki gibi çalışırlar. İşte burada Marco Polo devreye girer, Tatarlara mancınık yapmayı öğretir, güzelim şehre taş yağdırırlar. Zavallılar şaşkına döner, teslim olurlar.

Kiyang nehri, denizi andırır bazen genişliği 8 mili aşar. Kıyısında 200 şehir vardır ve sayısız gemi deryaya yelken açar. Sadece Sinju kentinde 5 bin tekne bulunur, hepsi de tepeleme mal taşırlar. Okyanusa doğru gitmek kolaydır da dönüşte zorlanırlar. Kayıkları kamış değneklerin yardımıyla kaydırırlar. Gemileri karadan atlara çektirir, kenevir halatlar kullanırlar. On iki atla 600 ton nakletmeyi başarırlar. Yöre halkı nehirleri gölleri kanallarla birbirine bağlar, su yoluyla Han-balık’a ulaşırlar.

Çang Çau halkı şehri kuşatan Moğol askerlerine önce şarap mahzenlerinin kapısını açar. İşgalciler içip sızınca hepsini öte yana yollarlar. Kubilay buna çok kızar, kente girip alayını doğrar.

Aslında Manzi halkı ordu kursa Kubilay’ı bile zorlar, bir çok yere hakim olurlar. Zira zengindirler ve çok güzel silah yaparlar. Ancak büyücü ve filozofların ağzına çok bakarlar. Onlar da miskin heriflerdir esarete boyun eğer, halkı oyalarlar.

Manzi’nin başşehri Kinsay “cennetin şehri” manasına gelir, buraya Kubilay bile kıyamaz. Şehir yaklaşık 150 kilometrelik bir alana yayılır, caddeleri geniş, binaları oturaklıdır, Şehirde 12 bin köprü vardır bunlar yay gibi kavis alır, altından geçen teknelere mani olmazlar. Her köprüyü on asker korur, beşi gündüz, beşi gece nöbet tutarlar. Memurlar işsiz güçsüzleri toplar, hastaysa hastahaneye götürür, sağlamsa iş öğretir önlerini açarlar. Askerler itfaiye görevi de yapar yangın anında emniyeti sağlarlar. Herkesin bir sandalı ve bir at arabası vardır, günboyu bir taraflara koşarlar. Göller, adalar birbirini kovalar, yer içer, konuk ağırlarlar. Her ete özellikle köpek etine bayılırlar. Kamaralı gezinti sallarını saray gibi donatır, nilüferler arasında göl sefaları yaparlar. O gün birkaç parça iş yapan kuyumcu, yetecek kadar mal satan tüccar hemen göle koşar. Gençler giyinip kuşanıp piyasa yapar, asiller ipek yastıklarla süsledikleri faytonlara kurulur, sahil turu atarlar. Bu şehirde her şey ovaldir, köşe başlarını bile yuvarlatırlar. Yollara ince ince taş döşer, evlerin yanına taş kuleler yaparlar. Bazı kuleler banka gibi çalışır, belli bir ücret karşılığında mücevherlerinizi korurlar.

Nehir kıyılarında devasa depolar vardır bunlar gemilerce yükü saklar. Pazar yerlerinde (ki en az on pazar yeri vardır) 40-50 bin kişi bir araya gelir ve hiç kargaşa çıkmaz. Düşünün Marko Polo 12 lonca ve her loncanın 12 bin mensubundan (144 bin dükkan ya da tezgahtan) söz açar. Zenginler muhteşem konaklarda yaşar, “babam sağolsun” der, keyiflerine bakarlar. Çarşıda birer okkalık armutlar görülür, şeftaliler hem iridir hem beyaza çalar. Zaten şehre civardan av hayvanı, meyve yağar. Balıkçılar 4 mevsim ağ atar, Kubilay’ın hissesini kenara ayırırlar. Çinliler küçük işleri yapmakta mahirdirler, zinetler, takılar göz kamaştırırlar.

Binlerce hamam
Şehrin 3 bin hamamı vardır, kadınlar erkekler ayrı yıkanırlar. Moğollar zinayı “suç” sayar, fuhşa mani olmaya çalışırlar. Falcılar, hekimler esnaf gibi pazarlara tezgâh açar, hakimler ise devasa binalarda otururlar. Kinsay’da 1.5 miyon ev vardır ancak hangi evde kaç kişi yaşadığını bilir, çetele tutarlar. Ölenleri siler, doğanları yazarlar.

Kinsay kralı (Fakfur) 15 km bir arazi üzerine kurulan muhteşem sarayında bini aşkın güzel kadınla yer içer eğlenmeye bakar. Göle kurulan özel iskelelerde balık tutar. Sefahat yüzünden adamlıktan çıkar, bu yüzden Kubilay’a karşı koyamaz. Moğollar da her satılan maldan rüsum alır, liman vergisi, yol kirası derken parsayı toplarlar.