Dertli Muallim MEHMET CEVDET

|

Muallim Cevdet’in, eğitim sisteminde köklü değişiklikler yapılması için mücadele ettiğini biliyoruz ancak o en büyük savaşını Osmanlı arşivlerini “hurda kağıt” görenlere karşı yapar. Bir ara Ayasofya mahzenlerinde molozlar altında kalan son derece kıymetli evrakı bulur, bunları temizler ayıklar, tasnifini yapar. Tam 978 sandık eseri Topkapı Kütüphanesinde hizmete sunar (1929).

1931 yılı, Mehmet Cevdet Hocayı çok yıpratır. Son Posta gazetesinde “Okka İle Satılan Kıymetli Evrak Meselesi” başlığıyla neşredilen haberi okuyan herkes şaşırır ama onun gibi bir kitap mütehassısı hepten yıkılır. Hasta ve takatsiz olmasına rağmen yatağından fırlar. Bazı makam sahibi cahiller Maliye Evrak Hazinesi’nde asırlardan beri “titizlikle” muhafaza edilen askeri, mali, ticari, siyasi, hukuki, edebi evrakı (tam iki yüz balya) okkası üç kuruş on paradan (tamamı 400 küsur liraya) Bulgarlara satarlar. Devletin itibarı, milletin hafızası, tarihçilerin menbaı olan arşiv vagonlara yüklenmek üzere salkım saçak Sirkeci’ye götürülürken, fermanlar, fotoğraflar, haritalar ortalığa saçılırlar. (Bu usül Hülagu’nun aklına niye gelmedi acaba? Kitapları Dicle’ye atmak külli zarar!..)

Gel de ağlama
Üstad manzarayı görünce hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Evrak hâlâ taşınmaktadır ama salahiyeti olmadığı için onlara mani olamaz. Çocukların avuçlarına beşer onar kuruş sıkıştırarak, yere düşenleri toplatır. İçlerinde Uygurca Anahtar, Niş Kalesine ait kayıtlar, Orhaniye Zırhlısının mühimmat defteri, Gazi Mihal evladının Plevne Vakfiyesi, Hatice Sultanın mührünü taşıyan bir mutfak defteri, tersane notları ve Şeyh Galip evladına verilen bir berat vardır, ki bir tarihçi için ele geçmez vesikalardır. Üstelik altın yaldızlı ve tezhiplidirler, siyakat ve divani gibi hususi hatlarla kaleme alınmıştırlar. “Bunlar da ne” demeyin altının kıymetini “sarraf” anlar.

Düşünün Macarların elinde buna benzer sadece 22 (yazıyla yazalım yirmi iki) adet belge bulunur ve adamlar onları nefis bir baskıyla çoğaltır, “Medeniyet Nümunesi” adıyla hatırlı misafirlere dağıtırlar.

Onunla aynı ıstırabı yaşayan aydınlar hemen postaneye koşar Başvekil İnönü’ye telgraf çeker, vaziyeti anlatırlar. Üç kuruştan satılan evrakı 10 kuruştan almaya hazır olduklarını açıklarlar. Paşa onlara hesap verecek değildir ya, muhatap bile olmaz.

Satılık tarih
Muallim Cevdet bıkıp usanmadan Ankara’ya mektuplar yazar, bakar ses yok, dilekçelerini nazı geçen mebusların eline sıkıştırır ve “Milli Şef”e ulaşmasını sağlar. Nitekim evrak satışının durdurulduğunu ve suçlular hakkında tahkikat açılacağını açıklar, vahvahlanmaya kalkarlar... Laf işte... Gel de inan...

Halbu ki arşiv çoktaaan yerine varmış Viyana’dan çağırılan şarkiyatçılar belgeleri didiklemeye başlamıştırlar.

Muallim Cevdet’in çalışmaları yine de semeresini verir, konu Meclise getirilir. T.C. Hükümeti, Bulgaristan’dan arşivin iadesini ister ama adamlar işlerine yaramayan ve kıymeti harbiyesi olmayan 50 çuval posayı geri yollar, kulaklarının üzerine yatarlar. Lâkin kendilerini ilgilendiren kağıtları ellerinde tutar, geri kalanını 40 milyon levaya (çok büyük para) Vatikan’a satarlar.

Bugün Cyril ve Methodius Kütüphanelerinde saklanan evraklar içinde şer’i mahkeme sicilleri, tapu tahrir, tımar, zaamet, vakıf, ehl-i hiref, tersane, yeniçeri ve sipahi defterleri vardır. İlk işleri 405 adet icmal ve mufassal tahrir defterinin Bulgarca kataloğunu neşretmek olur ve dünya tarihçileri nezdinde sınıf atlarlar.

Yaklaştırmazlar bile
Ancak okkası üç kuruşa aldıkları 1.5 milyon civarındaki belgeyi Türklerden uzak tutar, üç milyon lira da verseniz yanına yaklaştırmazlar. Tarihçilerimiz ancak son on yıl içinde “bazı evraklara” ulaşırlar.

Dönelim o yıllara. Muallim Cevdet’in ısrarlı takibi yüzünden suçlular tırsmaya başlar, bu feryadın zemin bulmasından korkarlar. Onu “Resmi ve Tarihi Evrak Tasnif Heyeti” reisliğine getirir, ağzına bir parmak bal çalarlar. Daha doğrusu onun gibi birinin kağıtlar arasına dalınca dünyadan kopacağını hesaplar, muhalefetinden kurtulurlar. Maksat ne olursa olsun bu yerinde bir karardır, büyük arşivcimiz, Ali Emiri Efendi ile İbn-ül Emin’in izinden gider binlerce evrakı elden geçirip memleketi “hazine sahibi” yapar.

Yine o günlerde yol açma bahanesi ile Karacaahmet ve Edirnekapı Mezarlığını biçer, göz göre göre mezar taşlarını kırarlar. Muallim Cevdet bunların tarihî değer, hatta tapu senedi olduğunu anlatmak için çalmadık kapı bırakmaz ama nato mermer nato kafa... Nazı geçer diye Maarif Vekaleti’ne yaptığı müracaatlardan da bir netice alamaz, güzelim taşlar heba olurlar.

Sıra kitabelerde
Derken bir kitabe katliamı başlar ki düşman başına... Devlet binalarının alınlarını süsleyen muhteşem eserleri çatır çatır kırar, ortada tuğra bırakmazlar. Şimdi Maliye Müdürü kitabeyi kırmış, Maarif Müdürü kitabeyi kırmış, Vilayet, Belediye hepsi kitabeyi kırmışlar, siz kırdırmasanız müdüriyette mi tutarlar? Vicdanı sızlayan idereciler güzelim yazıları sıvayla kapatır, vartayı atlatmaya bakarlar. Ankara’ya yaranmak isteyen ne oldum delileri, bununla da kalmaz, alayiş ve gulgule ile el yazmalarını, taş baskıları yakar, aferin almaya çalışırlar. Bu katliamdan camiler, çeşmeler de kurtulamaz.

Muallim Cevdet, Harf İnkılabının cühelanın elinde hedefinden sapacağından korkar, herkesin gölgesinden korktuğu bir devirde endişelerini açık sözlülükle ortaya koyar. Ve ne yazık ki haklı çıkar. Onun gibi bir medeniyet aşığı bu tahribata dayanamaz, içine ata ata dert sahibi olur ve yüreciği teklemeye başlar.
Son günlerinde ziyaretine gelenlere “ardımdan Fatiha-i şerif okuyun” diye yalvarır, “ben Allahımı, Peygamberimi, İslam büyüklerini severim” der, onları da şahit tutar. Üstadı, Çemberlitaş’ta içinde Abdülhamid Han’ın da bulunduğu şirin kabristanda toprağa bırakırlar (1935).