Barışsever Savaşçı ABRAHAM LINCOLN

|

İç savaş başladığında otoriteler Güneylilerin çabuk çözüleceklerini sanırlar. Evet Güney yenilir ama beklendiğinden de fazla dayanarak. İyi de neticesi belli bir savaşta dayanmak neye yarar? Kaynakların tamamını tüketir, per perişan olurlar. Halbuki Kuzey eyaletleri refah içinde yüzer, Avrupa’ya rekor düzeyde ihracat yaparlar.

Hasılı Güneyliler çok dayanır ama takatları kalmaz. Nitekim General

Grant, Komutan Lee’yi ikna eder de teslime yanaşırlar. Grant zafer sarhoşu olan askerlerine “artık asiler vatandaşımız oldu” der, güneylileri kucaklamalarını arzular.

Dile kolay bu mânâsız savaş yüzünden 620 bin insan ölür, güney kentlerinde taş üstünde taş kalmaz. Zenciler hürriyetine kavuşunca sermayeyi kölelere yatıran ağalar fena çuvallar. Ancak siyahiler teşebbüs gücünden mahrumdurlar. Döner dolaşır yine eski efendilerinin kapısını çalarlar. Adları köle olmasa da, köle gibi yaşarlar.

Zaferden mezara
Dönelim Abraham Lincoln’e. Lincoln o gergin günlerde adeta ip üstünde oynar, radikal kanatları, ılımlıları ve değişik çıkar gruplarını bir arada tutar. Bütün başkan adaylarına kabinede koltuk vererek onları da işin içine katar. Nitekim 1864 seçimlerini % 55 gibi ezici bir oy oranı ile alır, iç barışı sağlar.

İlk konuşmasında Amerikalıları her iki tarafın da dullarını yetimlerini kollamaya çağırarak puan toplar.

Başkan 14 Nisan’da, kabine toplantısı yapar ve savaşı bitirmenin verdiği neşe ile o gece, eşi ve konuklarıyla tiyatroya gidip strest atmaya bakar. Sonra neler mi olur? İsterseniz onu ertesi gün yayınlanan gazetelerden okuyalım:

SON BASKI: Sakin gökyüzünde bir şimşek nasıl patlarsa, ABD Başkanı Abraham Lincoln’e suikast haberi de öyle patladı. Tüm şehir, heyecanla ayaklandı, bakın o sıra orada bulunan bir bey olayı nasıl anlattı: “On buçuk sıralarında, 3. perdenin ortalarında, birkaç el silah sesi duyduk. Bir adam başkanın locasından sahneye sıçradı ve tiyatronun arka kapısından çıktı. Her şey o kadar hızlı gelişti ki, seyirciler bunu oyunun bir parçası sandı. Müessir hadisenin idrakı dakikalar aldı.”
Lincoln’ü vuran kişinin oyunculardan Virginialı John Wilkes Booth olduğu ve katilin ata binip kaçtığını anlaşıldı. Arkadaşlarına göre Booth ya sarhoş, ya deli, ya da her ikisi olmalıydı.
Başkan Lincoln, 4 yıllık bir mücadeleden sonra kazanılan zor zaferi kutlamak için karısı Mary ve iki arkadaşını, tiyatroya götürmüş, “Amerikalı Kuzenimiz” adlı komediye gülüyorlardı.
Başından isabet alan Başkan, askerler tarafından, sokağın karşısındaki konukevine taşındı. Tıbbi müdahale ekipleri hadise mahalline koşarken, nazırlar toplantıya çağrıldı.
WASHİNGTON DC

Badem gözlü...
Amerikalılar, Meluncan başkanın değerini öldükten sonra anlarlar. Şairler, yazarlar onu yüceltmek için yarışır “Yönetim halk için, halk tarafından” sözünü sakız yaparlar.

Peki Lincoln köle meselesini tamamen bitirebilir mi? Nerdeee? Irkçılık, sadece Güney’de kalmaz, Kuzey’e de sıçrar. 1960’lı yıllara kadar devlet okullarında bile ayırım yapılır, siyahların lokanta, otel gibi umuma açık yerlere girmelerini “kanunla” yasaklarlar. Gariplerin oy hakkı vardır, ancak seçim vergisi ve keyfi okur yazarlık sınavları ile “amaan kalsın” dedirtir, reylerini kullandırtmazlar.

İç savaşın ardından ortalık iyice bulanır, insan haklarında yozlaşma ve gerileme dönemi başlar. Azadlı köleler şiddete maruz kalır, zira en azgın ırkçılar “Azad Edilmiş Köleler Dairesi”nde çalışırlar. Kuzey ile Güney arasında kin maya tutar. Harbin üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen hiçbir Güneyli “başkan” olamaz.

Bütün bunlara rağmen Amerika kabuğunu kırar. Bir endüstri devi olur, sınırlar kalkar. Ancak tekelleşmeler yüzünden para üç beş sermayedarın elinde kalır, refah tabana yayılamaz.

Öğret Ona
Abraham Lincoln’ün hitabetinden bahsetmiştik ama adamın eli kalem de tutar. İşte onun oğlunun öğretmenine yazdığı mektuptan satırlar:

Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: Her alçağın karşısına bir kahraman çıkar, birileri politikacılardan da hesap sorar. Zaman alacak biliyorum ama kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret ona. Kaybetmeyi kabullenmesini ve kazanmaktan neşe duymasını...

Kıskançlıktan kurtar onu ve bırak anlasın, zorbaların görünüşte galip olduklarını... Eğer yapabilirsen; kitapların sırlarını öğret ona. Fakat semanın kuşların, güneşin, arıların gizemini düşünecek kadar da zaman tanı. Hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona ve kendi fikirlerine inanmasını...

Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona ve dalkavuklara mesafeli durmasını... Herkes birbirine takılmış giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma ve uluyan kalabalıklara kulak tıkamasını... Herkesi dinlemesini ama sadece iyileri almasını öğret... Üzülünce gülümseyebilmeyi öğret ve gözyaşlarından utanmamasını... Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını öğret, fakat kalbine ve ruhuna etiket koymamasını...

Oğluma kibar davran ama kucaklama. Çünkü çeliği ateş saflaştırır. Bırak sabırsız olacak kadar cesur, cesur olacak kadar sabrı olsun!

Ona kendine inanmasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır...
Biliyorum bu büyük bir talep, bakalım ne kadarını başaracaksın?