Yakılan Üstad JACQUES DE MOLAY

|

Orta Çağ kralları parayla yatar, parayla kalkar, sabah akşam hazineyi doldurmanın yolunu ararlar. Akla gelen ilk çare Papa’dan “Haçlı Vergisi” toplama izni koparmak olur, ancak Vatikan’a kuruş kaptırmazlar. Bazıları ise Yahudilere tefecilik yapma fırsatı tanıyıp semirmelerini bekler, zamanı gelince gırtlaklarına çöker mallarını ellerinden alırlar. Hani ıslak sünger gibi ikide bir sıkar, sularını çıkarırlar.

Kudüs macerası hezimetle sonlanınca Tapınakçılar genel merkezlerini Paris’e taşır, Seine Nehri kıyısında, muhteşem bir kale yaparlar. Fransızlar şebekenin Karun kadar zengin olduğuna inanır, mabedde saklanan hazine hakkında hayallerini zorlarlar.

Para, el kiri ama...
O günlerde savaştan yeni çıkan ve meteliğe kurşun atan Fransız Kralı Güzel Filip, tapınakçılara olan borcunu ödeyebilecek durumda değildir. Bırakın borç ödemeyi Mabed’in efsanevi hazinesine el koymanın yollarını arar. Her tarafta adamları olan Tapınakçılar gafil avlanmaz, hazineyi meçhul bir yere taşır, merkezi boşaltırlar.

Güzel Filip onlara “bi güzellik” yapmaya kararlıdır, başta üstad Molay olmak üzere tapınakçıların alayını (hatta yardım ve yataklık yapanları) tutuklar, zindana tıkar. Militanları ve sempatizanları Dominiken keşişlerinin vicdanına bırakır ki, bunlar itiraf almakta çok ustadırlar! Tapınakçıların kollarını, bacaklarını kırmakla kalmaz, özel seanslar uygularlar. Mesela makara ve manivelalarla gerilen karınlarına (çok yüksekten) kurşun dolu torbalar atar, hususi hunilerle gırtlaklarına maşraba maşraba haşlak su akıtırlar. Et ile tırnak arasına paslı çivi mi çakmazlar, diş kırıp sinir ucu mu kurcalamazlar? Hasılı sanatlarını (!) icra eder ve Fransız engizisyonuna dolu dolu malzeme çıkarırlar.

Sorgulanan Tapınakçıların neredeyse tamamı (Üstad Jacques de Molay da dahil) İsa’yı reddettiklerini, haça tükürdüklerini, kutsama töreni yaptıklarını, sapık ilişkilerde bulunduklarını itiraf eder belki de her suçlamaya “hı hı” diyerek sırlarını saklarlar. Şövalyeler yakılmayı bile göze alır ama örgüt hakkında bilgi ve belge sızdırmazlar.

Fransız halkı, daha düne kadar imrendikleri Tapınakçıları anında defterden siler, oturup haklarında hikayeler uydururlar. Yok efendim bunlar cehennemden dişi şeytanlar çağırıp onlarla yatmışlar da, doğan piçleri kızartıp kebap yapmışlar. Sonra da çocuk yağıyla parlattıkları keçi ve kedi kılıklı putlara tapmışlar...

Neticede tarikat yasaklanır, büyük üstad Jacques de Molay’ı haça bağlayıp yakarlar (1314)

Kapalı bir yapıları olduğu için tapınakçıların çok azı gün yüzüne çıkar, 160 bin tapınakçı yeraltına iner, eskisi gibi işlerine bakarlar. Üç kıtayı bir ağ gibi saran kadroyu külliyen ele geçirmek Filip’in boyunu aşar.
Derken bu yangın İngiltere ve İtalya’ya da sıçrar. Papa IV Clement, Tampliyeler hakkında suçlayıcı delil bulamasa da örgütün gayrimenkullerinin Hospitalyelere devredilmesini karara bağlar. Ancak engizisyonun işleyişini iyi bilen tapınakçılar, papazlarla takışmazlar. İddiaları önce kabullenir, sonra “absolution” (bağışlanma) ister ve hafif cezalarla yırtarlar.

Viva la Muerte!
İspanya’daki tapınakçılar aynı hataya düşmez, adlarını “İsa’nın Şövalyeleri” ve “Montesa Kardeşler” şeklinde değiştirip Vatikanın gazabından kurtulurlar. Calatrava, Alcantara ve Santiago’da örgütlenen Tampliyeler, Müslümanlara karşı başlatılan sürek avında başrol oynarlar. Eskisi gibi zırhlarını kuşanır, haçları göğüslerine asar ve “Viva la Muerte!” (Yaşasın Ölüm) avazeleriyle sivillere saldırırlar. Granada ve Cordoba’da oluk oluk kan döker, güzelim çeşmeleri kırar, kasrları yakarlar. Böylece Papalığa yaranır ve “aferin” alırlar.

Portekizli tapınakçılar ise, sömürgecilik üzerine ihtisas yapar, dünyanın kanını emer, iliğini sıyırırlar. Mesela ünlü kaşif Vasco de Gama yelkenlere “Templiyer Haçı” çizdirmekten onur duyar.

Tapınakçılar, kiliseyi ve mallarının üstüne konan Hospitalyeler’i kara listeye alır, fırsat buldukça mülklerini yakıp, mallarını yağmalarlar. Hatta Hospitalyelerin büyük vaizini (Canterbury piskoposu ile birlikte) Londra kulesine çıkarır, halkın gözü önünde kafalarını koparırlar.

Yeni mevzi İskoçya
Tapınakçılar kıta Avrupası’nda bunalınca Katolik Kilisesi’ni tanımayan yegane Krallığa (İskoçya’ya) sığınır, zor günleri Kral Robert Bruce’un himayesinde atlatırlar. Bilahare Britanya’daki duvarcı loncalarına sızar, “kılıç ve mala”yı sembol yaparlar. Tamirat, tadilat bahanesiyle her mekâna girip çıkar, uçan kuştan haber alırlar.

Derken loncalar felsefi ve siyasi bir hüviyet kazanır, kapılarını kulüpçülükten hoşlanan İngiliz soylularına da açarlar...

Sular durulunca İskoç masonları Tampliye geleneklerini tekrar Fransa’ya taşır ve asırlar sonra meyve vermesi için zemin hazırlarlar. Guise ve Lorraine hanedanının desteği ile güçlenir ve bugünkü yapılanmaya nüve olurlar. Bir yandan Vatikan’ın diğer yandan Kralın altını oyar, Fransız İhtilalinde aktif rol alırlar. Hatta, giyotin 16. Lui’nin boynuna indiğinde ‘Molay’ın öcü alındı!’ diye bağırırlar.

Tapınakçılar Allah’a inanırlar mı? Hesap gününe hazırlanırlar mı? Üzerinde yaşadıkları devlete sadık mıdırlar? Niye aralarına kadınları almazlar? Niye gün yüzüne çıkmazlar?..

Hem safkan bir Hıristiyan örgütü oldukları halde niye Yahudi’nin kumu, kireci, malasıyla yapılanırlar?
Niyeleri çoğaltmak mümkün ama cevabı bizi aşar!..