MURÂD-I HÜDÂVENDİGÂR

|

Germiyan beyi yaşlanınca oğlu Yakub’u yanına çağırır. “Bak evlâdım” der, “dilersen beyliğin devam ede. Ama beni dinlersen kız kardeşini Şehzade Bayezid’e verelim. Akraba olun, ayrılığı, gayrılığı bırakın. Birbirinize destek verin, omuz omuza cihada çıkın!”

Yakub Bey kabul eder, hemen İshak Fakîhi, Murad Hana elçi yollarlar. İshak Fakîh güzelim Denizli bezlerini, Sultanın önüne koyup mevzuya girer, Osmanlı uleması dahi bunu muvafık görürler. Germiyanoğulları Devlet Hatuna çeyiz olarak Kütahya, Tavşanlı, Simav hisarlarını bağışlarlar.

Düğün çok görkemli olur. Karamanoğlu, Hamidoğlu, Menteşoğlu, Saruhanoğlu, İsfendiyaroğlu ve Mısır sultanı hazır bulunurlar. Her biri de ağır hediyeler düzer, deve katarlarıyla atlaslar, ipekliler getirirler.

Evranos Bey hepsine fark atar yüz esir ve yüz cariye başlarının üzerindeki tepsilerle içeri girerler ki her tepsinin üzerinde emsalsiz mücevherler parıldar.

Murad Han Gâzi bu cevahirleri konuklarına dağıtır, komşu beylerin getirdiği atları kumaşları da Evranos Gaziye bağışlar. Ulema (alimler) gureba (garipler) hüdema (hizmetçiler) ve tüllab (talebeler) ciddi ciddi zengin olurlar ki bu kadarını rüyalarında görseler inanamazlar.

Henüz düğün bitmiştir ki Haçlıların yer götürmez asker ile yola çıktıklarını öğrenirler. Murad Han “Bre Martolos Doğan (yörede konuşulan her dili bilen uyanık bir çaşıttır) gitsin” der, “ahvali vaziyet eylesin.”
Martolos tez gider, tez gelir, haberler ciddidir. Bu küffar ordusunun iki güçlü adamı vardır ki biri Leh (Polonya) Banı, diğeri Çek Banıdır. Ama fesadın başı Hünyadi Yanoş adlı ihtiraslı kafirdir.

Murâd-ı Hüdâvendigâr muhârebe öncesi harp dîvânını toplar, istişâre yapar. “Küffâr ordusu bizden fazladır” der, “lâkin benim mücâhidlerim kâfirlerden şecâatlidir... Beğlerim, paşalarım, göreyim sizi asker evlâdcıklarımı hoşça tutasınız... Bu mübarek berât gecesinde onlarla birlikte secdeye kapanasınız, helâlleşesiniz, vasiyetlerinizi yazasınız. Ola ki, yarın Cennet-i âlâda buluşuruz.

Gözümüze görünecek varmış
Ancak bakın şu işe ki o gece müthiş bir fırtına çıkar. Tozu dumana katar, çadırları sökeyazar. Murad Han iki rekat hacet namazı kılıp yüzünü toprağa koyar. Cenab-ı Hakka niyaz edip içli içli ağlar. “Ya Rabbi!” der, “Eğer bu fırtına, Murâd kulunun günâhları yüzünden çıktıysa, askerlerimi cezâlandırma. Onları bağışla... Allah’ım... Onlar ki, buraya kadar, sâdece senin adını yüceltmek, din-i İslâmı kâfirlere duyurmak için geldiler. Bu âfeti onların üzerinden def eyle... Onlara öyle bir zafer ver ki, ümmeti Muhammed bayram ede... Yeter ki Müslümanlar mansûr ve muzaffer olsun, Murâd kulun sana kurbân olsun...

Gün ışıyınca rüzgar diner, tatlı bir yağmur yağar, havada sanki çiçekler açar.
Kosova’da yaman cenk olur, Germiyanoğulları candan vuruşurlar.
Akşama doğru Çek banını yakalayıp karşısına çıkarırlar. Sultan Murad sorar “Biz size düşmanlık etmedik, ne demeye buralara geldiniz?
-Neden olsun, Gözümüze görünecek varmış. Ayağımızla geldik esirin olduk. Lâkin...
-Lâkin?
-Beni serbest bırakırsan sana on parça hisar veririm, hangi sefere çıksan 5 bin askerle peşinden gelirim.
-Bize Allahın inayeti yeter. Kimsenin parasına malına ve nökerine (erlerine) ihtiyacımız yok. Ama sükunetten ve barıştan yanaysan bunu konuşmakta yarar var.

Çek Banı dizüstü çöker ve “ne diyeyim” diye ellerini açar “senin gibi bir padişahın üzerine varana bu rezillik az bile...”

Sırp kralı ve oğlu dahi esirler arasındadır ancak Miloş denilen bir mendebur el etek öpme bahanesi ile sultana yaklaşır ve hançerini çıkarıp göğsüne saplar...

Duada yalvardığı gibi zafer müyesser olur.
Koca Hüdâvendigâr, Yüce Hüdâ’sına (Celle celalüh) kavuşur.
Mekânı cennet ola...