Gandhi’nin Ardında MARTIN LUTHER KING

|

Amerikalıların en iyi becerdikleri şey organizasyondur, Vietgonk’ta 5 dolara yaptırdıkları spor ayakkabıyı Türkiye’de 150 dolara çakar, o parayla bizden 15 tane kot alır, Ruslara yüzer dolardan satarlar. Reklam ve primleri düşerseniz 5 dolara bin dolar kazanırlar. Sahi, ticarette böylesi organizasyonlar yapan beyaz adam siyasette neler yapmaz?

ABD’li çiftçiler 60’lı yıllarda makineli ziraate geçer, ırgatları sokağa bırakırlar. Bir zamanlar pamuk toplayan, kamış kıran köleler başlarına buyruk kalırlar. Kimi sanat sahibi olur, kimi okur, bazısı parayı bulur. Ancak pek çok kapının üzerinde hâlâ “zenciler giremez” yazar.

İhtimal bu genç ve dinamik kitle hakkını arayacaktır. WASP’lar (White, Anglosakson ve Protestanlar) hareketi yönlendirmek için kafa yorar, Muhammed Ali ve Malcolm X gibi isimlerin köklerini aramasından endişe duyarlar.

Şaibeli papaz
İslami hareketi parçalamak için Martin Luther adlı bir papazı pazarlar, “pasif direniş” adı altında zencileri pasifize etmeye çalışırlar.

Biliyorsunuz “Sathagraha” (şiddetsiz mukavemet) hareketinin mimari Mahatma Gandhi’dir. Ancak Mahatma eninde sonunda hürriyetine kavuşacak olan milyarlık Hindistan’ı İngiltere’nin arka bahçesi yapar. Ülkede trafik soldan işler, çocuklar İngilizce okurlar. İnç, foot, yardayla ölçer, onsla, libreyle tartarlar. Dahası bütün baharatlarını Londra borsası pazarlar ve beyin göçüne mani olamazlar. Hasılı örtülü sömürü devam eder, Britanyalılar asker besleme külfetinden kurtulurlar.

Martin Luther, Atlanta’da doğumlu bir kökten dincidir. Nitekim dedesi ve babası gibi papaz olur ve Alabama’da rahiplik yapar. İşte o günlerde beyazlara yer vermediği için tutuklanan Rosa Parks adlı kadıncağıza sahip çıkınca şöhreti yakalar. Martin buna benzer onlarca direnişi organize etse de beyaz adam ondan rahatsız olmaz, aksine sistemin emniyet supabı gibi görür ve önünü açar. Dr. King’in ilk işi İslam’a meyleden zencilere karşı Güney Hıristiyan Önderliği Konseyini (SCLC) kurmak olur ve hareketi parçalar.

Hakim güçler Papaz Martin’den ziyadesiyle memnundurlar. Ancak adı “uzlaşmacı”ya çıkmasın diye zaman zaman tutuklar, hatta evini dinamitleyip kahraman yaparlar.

Kötü polisler (!) aylar evvel işlediği bir trafik suçundan dolayı onu içeri tıkar, Başkan Eisenhower bizzat devreye girer, “sözde” hukuksuzluğa karşı savaş açar.

Johnson ve Kennedy de zaman zaman Martin’i kullanarak zencilere göz kırpar ve bu tebessümü oya tahvil etmeyi başarırlar. Ama aynı adamlar hak vermekte cimri davranır, işleri bitti mi kulaklarının üstüne yatarlar.

Gün gelir beyaz adamlar Medeni Haklar Yasası’nı çıkarmak zorunda kalırlar. Ama bunu bedavaya bağışlamaz, parsayı toplasın diye Martin’e bir miting yaptırırlar. Dr King, Lincoln anıtı önünde 300 bin kişi toplar ve “bir hayalim var” adlı edebî konuşmasıyla “güya” Washington’u sallar. Nobel Vakfı duracak değidir ya onu ödüllendirerek ününe ün katar.

Martin Luther öncülük ettiği yürüyüşlerde asla polisle takışmaz, barikatı görür görmez durur ve kısa bir dua yapıp, kalabalığı dağıtmaya bakar. Sırf bu yüzden alınmak üzere olan haklar ellerinden gider, direniş sulanır ve tavsar. Gel zaman git zaman diğer zenci liderler Luther King’e şüphe ile bakar, onu kendi sözü ile vururlar: “Sistemle pasif iş birliği yapmak, ezileni de ezen kadar hain kılar!”

Nitekim Kuzey’deki gettolar SCLS ile irtibatını keser, Mississippi ve İllionis’teki zenciler Martin’in adını anmaz olurlar. Dr King de mevzu değiştirir savaş aleyhtarıyla birlikte Vietnam sazı çalmaya başlar. Bu arada sendikacılar onun isminden ve şöhretinden yararlanmak ister, kırmızı dipli mumla eylemlerine çağırırlar. Mr Martin temizlik işçilerine destek için gittiği Memphis’te “sokakları Michelanegelo’nun fırça kullandığı, Beethoven’ın beste yaptığı, Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki millet dursun ve ‘burada işini iyi yapan biri yaşıyor’ desin” tarzında bir konuşma yapar. Yapar ama bu kırmızı başlıklı kız masalları karın doyurmaz.

Kaldı ki sözü eskisi gibi kanun değildir, genç siyahların vitrinleri kırmasına, yangın çıkarmalarına ve yağma yapmalarına mani olamaz. Derin devlet Martin’den alacağı bir şey kalmadığını hissedince onun için “artistik bir final” hazırlar. Peşine suç dosyası kabarık bir profesyonel (James Earl Ray) takar, dinlendiği otelin balkonunda degavlatırlar (10 Mart 1969). Kiralık katil dürbünlü tüfeğini ustalıkla kullanır, mermi Dr King’in ensesinden girer çenesinden çıkar. Adam mekânı elini kolunu sallayarak terk eder ve Londra’ya kaçar.

Bazı zenci liderler Martin’i “davayı satan hain” olarak yaftalarsalar da ihtimal o kullanıldığını anlayamaz. “Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik, ancak kardeşçe yaşamayı unuttuk” “Eğer insanlar savaşı bitirmezse savaş insanlığı bitirecek” gibi veciz sözlerin sahibi olan Dr. King’in “I have a dream” diye başlayan hitabı unutulmaz.

Bir hayalim var
Evet... Bir hayalim var benim...
Gün gelecek, kölelerin evlatlarıyla köle sahiplerinin çocukları, Georgia’nın kızıl tepelerinde, birlikte sofraya oturacaklar.

Gün gelecek, zülum ve şiddetin ateşiyle bunalan Mississippi, özgürlük ve adalet vahası olacak.
Gün gelecek, zenciler Alabama’nın şirret ırkçılarıyla ve ağzından “yasak”tan başka söz çıkmayan valisiyle barışacak. Minicik siyah ve minicik beyaz çocuklar el ele tutuşacaklar.
Gün gelecek, çocuklarımız, derilerinin rengine göre değil, karakterlerine göre değerlendirilecekleri bir ülkede yaşayacaklar. (Ne yazık ki ceblerindeki dolara göre değerlendiriliyorlar...)