Motor Mimarı NICOLOUS OTTO

|

Eğer gezip, tozup keyfine bakan Nicolous Otto (henüz 26 yaşındadır), o gün Cologne (Köln) karnavalına katılmasaydı. Adı geçen karnavalda Ann adlı alımlı, çalımlı bir kız ile tanışmasaydı. Zikredilen hatun “tamam evlenelim ama neyle? Önce para kazanmalısın” diye naz yapmasaydı. Otto’cuk “ulen yıllardır çay şeker satıyoruz, ne uzadık ne kısaldık, artık başka bir işlere bakmalı” diye bir karar almasaydı. O günlerde Belçikalı Lenoir’in ortaya koyduğu içten yanmalı motorlara ilgi duymasaydı. Bu motor işinden çok ekmek çıkacağını fark edip kollarını sıvamasaydı... Bir gün gürül gürül tüten fırın bacasına bakarken kafasında bir şimşek çakmasaydı... Motorun yanma odasına temiz havayla karıştırılmış yakıtı verip, patlamadan sonra kirli havayı emmeyi tasarlamasaydı. İlk denemelerde başarısız olmasına rağmen işe inatla asılmasaydı. Akıl fikir sorduğu şeker fabrikası teknisyeni Eugen Langen “dükkan senin” deyip bilgisini tecrübesini paylaşmasaydı... El ele verip 4 darbeli seri ve verimli bir motor yapmasalardı (1862) ve ABD Patent Ofisi allı pullu belgelerle bunu onaylamasaydı bugün hâlâ at arabasına biniyor olabilirdik. (mi acaba?)

Bu motor işini biraz açalım: Efendim 4 zamanlı, ateşlemeli motorlarda önce piston yakıtı ve havayı emer, sonra bu karışımı sıkıştırır, içeriden bir kıvılcım çaktı mı yakıt patlar, piston zıplar, son zamanda ise yanmış gazlar silindirden dışarı atılırlar.

Atsız araba
Burası hikayenin bir ayağı, şimdi mevzumuza gelelim. Adlarını duymuş olmalısınız Gottlieb Daimler ve Wilhelm Maybach, Otto’ya destek olurlar. Motoru geliştirip güçlendirir, fuar fuar dolaştırırlar. Ancak bunu bir arabaya monte etme fikri Karl Benz adlı bir Manhaymlının kafasından çıkar. Karl Usta mütevazı atölyesinde ilk atsız arabayı yapar ve üçer beşer sipariş almaya başlar.

Bunlar tahta tekerlekli vasıtalardır ve faytonları andırırlar. Şoförler aynı faytoncular gibi öne ve yükseğe (motor kutusunun üstüne) otururlar. Bu arabalar günümüzdekilere nazaran çok güçsüzdür, üstelik şanzıman vites olmadığı için yokuş çıkamazlar. Ancak Karl Benz bir deri kayış ve kasnakla işi çözer, boşaltma, kavrama (de ki debriyaj) sağlar. Bu buluş otomobilcileri çok rahatlatır, kasnakları artırır üçünü ileriye birini geriye ayırırlar. Bu sayede saatte 30 km sürate ulaşırlar. Tam ortada ve dikine duran küçük bir dümen yekesiyle arabanın istenilen yöne tevcihini sağlarlar.

Yeni bir sektör
Karl Benz malını elini öpene verir, tiko parayla satar. 1900’lü yıllarda arabalar, faytonluktan kurtulur otomobile benzemeye başlar, her geçen gün daha kullanışlı olurlar. Fransa’da Panhard Levassouer motoru arabanın önüne koyar, Louis Renault üstünü kapar, gücü zincir yerine şaftla aktarmaya bakar. Derken tekerlekleri çamurlukla örter, arkaya meşin bir bavul (bagaj) yakıştırırlar. Arabaların sürati kadar, menzili ve mukavemeti de artar, düşünün 1900’de zorlu Londra-İskoçya yarışını (1600 km) 23 araba tamamlar. Hız yükseldikçe kazalar da çoğalır, hadiseyi takip için arabalara plaka takarlar.

Uçar gider
O devirde otomobil kullanmak maharet ister, şoför bir yandan yolu gözlerken, gazı, ateşleme avansını ve valf kaldırma oranını kontrol altında tutmak zorundadır ki bunları irili ufaklı kollarla yaparlar.

Otomobiller yaygınlaştıkça ucuzlasa da sıradan insanların boyunu aşar. Zira Hispano-Suiza, Delauney-Belville, Rolls-Royce, Maybach ve Benz gibi üreticiler kalitede yarışırlar. Afilli karoserlere, parlak nikelajlarla maça yapar, içini kadife, deri ya da halılarla donatırlar.

Zenginler elbette arka koltuğa oturur arabalarını profesyonel şoförlere kullandırırlar. Bunların üstü genellikle açıktır, icabında tenteyi çeker yağmurdan korunurlar. Derken motoru kaput içine alır, çamurlukların üstüne iki şık far oturturlar. Sonracığıma ön cam ve şişme lastiği kullanırlar ki o yıllarda (1906) Charles Rolls ile Henry Royce’nin yaptıkları otomobiller “dünyanın en iyi arabası” sayılırlar. Fısıl fısıl çalışan sessiz motorundan mı yoksa aynalı alüminyum karoserinden mi bilinmez onları “Gümüş Hayalet” adıyla tanırlar.

Lüks mü değil mi?
Arabayı lüks olmaktan Fordgillerin Henrysi kurtarır, kurduğu zincirleme üretim bandıyla ucuza mal ettiği arabaları hesaplı satar. İşçiler köylüler bir “T” Model alabilmek için kapıda sıralanırlar. Duryea kardeşler de piyasaya Oldsmobile gibi küçük otomobiller sürer ve iyi satarlar.

1920’lerde bir “hızlı araba” furyasıdır kopar, mesela Bentley’ler 160 km’yi rahat aşarlar. Bahis, inat, kumar derken rekabet artar, zaten Alfa Romeo, Bugatti, Bentley ve Duesenberg şöhrete pistlerde ulaşırlar.

Bentley’ler ilave üfleyiciye (turbo gibi bir şey) sahip oldukları için Le Mans etaplarında daima başa oynarlar. Derken ortaya Ettore Bugatti adlı bir İtalyan çıkar, Bentley’lere “pahalı kamyon” diye sataşmaya başlar. Nitekim ilk yarışta 200 km’nin üstüne çıkar ve Bentley’leri maymuna çevirip fark atar.
ABD’de ise otomobiller iş görmekten ziyade göz kamaştırmak zorundadırlar. Auburn, Cord ve Packard’lar Chicagolu gangsterler için iri iri Limusinler yaparlar. (1930’lar) Gösteriş güzeli Auburn’lar güvenli ve yumuşak arabalardır, daha o yıllarda hidrolik fren ve radyo taşır, golf sopalarının yerini bile ayırırlar.

Biz sözü Karl Benz’e getirmişken Mercedes’in hikayesini anlatmak istiyorduk. Yerimiz bitti. Nasipse yarına...