Bir Derviş Gazi OĞUZ KAĞAN

|

Urum Kağan’ın nasıl ikilik çıkarıp ayrı baş tuttuğunu anlatmıştık. Oğuz Kağan ona defalarca haber yollar ama aldırmaz. Çerisinin çokluğuna şehirlerinin kalabalıklığına güvenir, karşı koyar. Oğuz gazaba gelir, tuğlarını kaldırır, askerini peşine takar. Takar ama Urum elleri bulunur yer değildir, bir ara Muz Tak (Buz Dağ) eteklerinde mola verirler. Oğuz Kağan çadırına çekilir, baksa ki karşısında gök tüylü, gök yeleli, bir kurt. Bu kurtta bir tuhaflık hisseder, dost olurlar. Gök Kurt onlara kılavuzluk yapar, Karadağ’ın kara eteklerinde Urum Beyi bulurlar. Oklar, kargılar yağmur gibi yağar, kılıçlar al kanlara boyanırlar. Yaman tutuşma vuruşma olur, İtil Müren kıpkızıl akar. Urum Kağan kaçar, Oğuz Kağan düşmanının ülkesini, ülkesine katar.

Şimdi sırada Urum Kağan’ın kardeşi Uruz Bey vardır. Uruz’un oğlu dağ başında, derin ırmaklar arasında, iyi korunan bir şehirde oturmasına rağmen vuruşguya yanaşmaz. Oğuz Kağan’a çok altın, gümüş gönderir “bizim ‘kut’umuz (mutluluğumuz) senin ‘kut’un olsun. Hem bizim uruğumuz (soyumuz) senin ağacının yemişi değil mi” diye haber yollar. Oğuz Kağan, Uruzoğlu’yla dost olur, bu müstahkem şehrin adını (fevkalade saklandığından olacak) “Saklap” koyar.

Kıpçaklar, Karluklar
Tekrar yürürler ama bu kez karşılarına İdil Irmağı çıkar. Orduda eli “yapmaya çakmaya” yatan bir Beğ vardır. Hemen ağaç keser, kütük yontar, deler bağlar ve basit gemicikler yapar.

Oğuz Kağan çok sevinir ve “sen burada Beğ kal, adın Kıpçak (oyulmuş ağaç) olsun” buyururlar.

Gök Kurt yine önlerine düşer, ancak bir mola yerinde Oğuz Kağan’ın alaca aygırı gözden yiter, başı soğuktan “ap ak” olan Buz Dağının içine kaçar.

Çeri arasında, gözükara bir Beğ vardır ki kasvetten, karanlıktan korkmaz. Sıcağa, soğuğa aldırmaz. Mağaraya girer atı bulup çıkarır. İçerisi öyle soğuktur ki siması kardan buzdan tanınmaz. Oğuz Kağan onu kucaklar “seni buradaki Beğlere serdar bıraktım, adın Karluk olsun” buyururlar.

Yolda giderken büyük bir köşk görürler ki duvarları altından, pencereleri gümüşten, çatısı demirdendir. Kapıları kilitlidir ve açkısı (anahtarı) da bulunmaz.

Kalaçlar, Kağnılar
Çeri içinden pek becerikli bir er çıkar ki adı Tömürdü Kagul’dur. Oğuz Kağan ona yarlıg (emir) verir: “Sen burada kal ve kapıyı aç” O yiğit kalır ve açar, işte “Kalaç” Türkleri de ondan çoğalırlar.

Gene bir gün, Gök Kurt, durur. Burası uçsuz bir bozkırdır, atları, öküzleri çoktur. Altın gümüş keselerden taşar. Oğuz, Çürçet Kağan’la karşılaşır, vuruş-tokuş başlar. Çürçet’in başını urur, halkı kendine bağlar. Çerisine, nökerine (maiyetine) öyle çok ganimet düşer ki, götürmekte zorlanırlar.

Er içinde Barmaklıg Billig adında bir er vardır ki hemen bir kağnı yapar. Cansız malları yükler, canlı malları arabalara koşar. Yük nasıl çoktur tekerler ciyak ciyak bağırırlar.

Oğuz Kağan o vatanı (Mançurya) becerikli erine bırakır, adını Kanglı (kağnılı) koyar.

Oğuzlar gök kurtun peşinde Sind, Hind, Tangut derken Şam’a varırlar. Nice vuruşgu, tokuşgu iderler. Nice kaleye bayrak dikerler.

Gün Ay Yıldız
Sonra güneye iner Barkan denen varlıklı bir yurda gelirler. İklimi sıcak halkı esmerdir. Oğuz, Masar Kağanı da yener, sayılamayacak çok mal kaldırır, yılkılar alır ve yurduna döner.

Oğuz Kağan’ın ak saçlı ak sakallı, uzun akıllı (tecrübeli), yaşlı bir kişisi (veziri) vardır. Uluğ Türk (Ulu Türk) bilge insandır, ermiştir. Nitekim bir gece düşünde bir altın yay ve üç gümüş ok görür ki zikredilen yay gündoğusundan ta günbatısına dek uzanmaktadır. “Ey kağanım” der, “ Allah dünyayı uruğuna (nesline) bağışlasın. Türk’ün önü açıktır, haberin olsun.”

Oğuz Kağan aşka gelir, “Gün, Ay, Yıldız! Siz tan (doğu) yönüne varın!” der, “Gök, Dağ, Deniz! Siz de tün (batı) yönüne varın!” Batıya gidenler Avrupa’yı ezip Okyanus’a dayanırlar. Doğuya gidenler Bering Boğazını aşar Amerika’ya sıçrarlar. Asya’daki gibi çadır kurar, kilim dokur, atlarını yılkıya salarlar. Maksatlı düşünenler de Kızılderilileri Türk’ten başka bir şey sanırlar.

Zaten Oğuz Kağan devletin sınırlarını “yukarıda mavi gök, aşağıdaki yağız yer” diye çizer, hudut mudut tanımaz, âleme nizam vermeye çabalar.

Gök Dağ Deniz
Neyse Oğuz dedemiz kontenjan senatörü gibi ölene dek hakan kalmaz. Tesbihini eline alıp köşesine çekilmeyi çok arzular. Son kez ulu bir kurultay kurar. Yarlıglar gönderip halkı, nökerleri çağırır, Üçokları, Bozokları yanında toplar.

“Ey oğullarım” der, ben çok aştım (yaşadım), çok vuruşgular gördüm. Çok kargı saldım, çok ok attım. Allah dostlarını güldürdüm, düşmanlarını ağlattım. Rabbime borcumu ödemeye çalıştım. Şimdi ihtiyarlık başa geldi. Bu yurdu sizlere bıraktım.”

Oğuz, otağını büyük oğlu “Gün-Han”a bırakır, kenara çekilip hatıralarını yazar.

Türkler, Hint ve İranlılar gibi, hesapsız, kitapsız iş yapmaz, yapılanmayı mantık ve matematik üzerine oturturlar.

Söyledik ya Oğuz Han’ın altı oğlu vardır. Bir hanımdan Boz-Oklar, diğer bir hanımdan Üç-Oklar. Bunlar ikiye bölünür ve 12 saatin, 12 ayın sembolü olurlar. 12 eyalet ve 24 vilayette ferman okuturlar. Bir anda 24 torun cenge çıkar.

Demek ki Oğuz Kağan Destanı, öyle masal, misal değildir. Uzmanlar Oğuznamelerde Türk cemiyet yapısı hakkında çok şey bulurlar...