Sultanlık Sunulunca SELAHADDİN EYYUBİ

|

Selahaddin Eyyubi’nin Mısır’da güç kazandığı yıllarda Abbasi Halifesi Müstencid vefat eder, yerine geçen Müstazi Bi’nurillah haklı olarak İslam âleminde birliği sağlamaya çabalar. Suriye Atabegi Nureddin Zengi’den Mısır’daki Fatımi Halifesini susturmasını, âlem-i İslâmı iki başlılıktan kurtarmasını arzular.

Melik Nureddin emri S.E’ye iletir, Selahaddin öyle bir zaman ayarlaması yapar ki, Kahire’deki hatipler Bağdat’taki halife adına Hutbe okurlar ama kimseden ses soluk çıkmaz. Fatımi halifesi o kadar yaşlıdır ki muhtemelen bundan haberi bile olmaz. Zaten S.E. onu üzmemeye özen gösterir, adamcağızı hoşça tutar.

Halife El Âzîd vefat edince S.E. ipleri eline geçirir ve Fatımi izlerini kazımaya başlar. Medreselerde 4 mezhep üzerine tedrisat başlatır, halifenin servetini halka ve askere dağıtır, kendi kuruşuna dokunmaz.
Elinde bilge vezir Nizamülmülk’ten yadigar “Siyasetname” gibi bir rehber vardır. Bu kitapta ne yazıyorsa onu tatbike bakar, işleri yoluna koyar.

Mısır tamam...
Ağabeyi Turanşah, Nubye, Yemen ve Trablusgarp’taki Fatımi artıklarını da ayıklayınca Haçlılar yörede iş birliği yapacak adam bulamazlar. Buna rağmen Kudüs Kralı, Normanlar’ı, Frenkler’i ayartır, birlikte Mısır’a saldırırlar. S.E. önce onların defterini dürer ardından Sicilya- Bizans-Frenk askerlerini geldikleri yere yollar.

Ancak o günlerde Melik Nureddin Zengi vefat eder ve tabiri caizse tesbihin ipi kopar. Yerine oturtulan oğlu Salih henüz bir çocuk olduğu için çekişmeler didişmeler başlar. Bakar devlet gitti gidiyor, bin sadık adamıyla gelip Şam’ı basar, isyancıları dağıtıp Melik Salih’in huzurunda diz kırar. İç kalede bulduğu hazineyi emirlere üleştirip gönüllerini yapar. Bir zamanlar Zengi’ye tabi olan Hama ve Humus’u tekrar alır ama Halep’te sert bir muhalefetle karşılaşırlar. İşin acı yanı Kudüs’te yuvalanan Haçlılar, Melik Salih’in çocukluğundan istifadeye kalkar, ciddi bir saldırı başlatırlar. İlk elde Humus’u kuşatır, bir mevzi tutmaya çalışırlar.

S.E. zerre kadar tereddüt etmeden Humus’a gider, Kralla görüşüp kesenin ağzını açar. Adeta şehri yeniden satın alır, işi tatlıya bağlar. Ancak böylesi kritik anda bile ayrılıklar baş gösterir, her gücü olan küçük Melik’in “hamiliğine” kalkar. Selahaddin ister istemez kavgaya karışır, ancak yendiği birlikleri imha etmez, ardlarından takip başlatmaz. Esirleri kardeş gibi bağrına basar. Hal böyle olunca İzzettin Mesud (ki onu ikinci İskender diye tanırlar) ve Gümüştekin’in adamları da ona katılırlar. Melik Salih bu hizmetlerden öyle memnun olur ki, onu “Mısır ve Yukarı Suriye’nin Sultanı” yapar. Abbasi halifesi de onaylayınca “Eyyubiler Devleti” ortaya çıkar.

Ancak Orta Doğu iğneli fıçı gibidir, saltanat kaygısı taşıyanlar bıkıp usanmadan kumpas kurar, yetmez gibi Haşhaşi fedaileri ordugâhlara sızar.

Komşu melikler, mesela Halepli İmameddin Zengi, Harranlı Muzafferüddin Gökböri ve Hısn-ı keyfa emiri Muhammed bin Karaaslan, Selahaddin’i tanıdıkça bağlanır, ona yardımcı olmaya çalışırlar. Zaten Hicaz ve Yemen’e kardeşi Tuğtekin bakar.

Tamir-i bilad
S.E. Mısır’da birbirinden güzel medreseler, dergâhlar, hankâhlar kurar, Hısn-keyfa ve Harran’dan götürdüğü ehl-i sünnet âlimleri halkla çabucak kaynaşır, doyulmaz sohbetler yaparlar. Dâr el ziyafe’lerde yemek çıkarır, dullara yetimlere sahip çıkar. Özellikle hacıları ağırlamaktan zevk duyar, soyguncu bedevilerin belini kırar. Şam, Halep, Musul, Mardin, Hama, Meyyefakirin (Nusaybin) ve Harran’da eskiden beri mahir hekimler bulunur, İskenderiye ve Kahire’de de muhteşem hastaneler açar. Kerpiç ve ahşap malzemeyi terk eder, kesme taştan nefis camiler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar yapar. Sadece Fustat’ta (eski Kahire) hamam sayısı yüzü aşar. Nil’in kolları, kanalları üzerinde sayısız köprü kurar, suyu bentlerde tutar. Eyyubiler Mısır ve Mezopotamya gibi bereketli topraklarda yerleştikleri için ziraat ve tekstilde çok yol alırlar.

S.E. Kahire surlarını güçlendirmekle kalmaz, El Mukattam dağı üzerine muhteşem bir kale oturtur, taş ocağını sarnıca çevirir akla ziyan su dolapları planlar. Yeğeni Takiyyüdddin Ömer iyi bir mimardır, kale tahkiminde adeta çığır açar. Haçlılar, onun elden geçirdiği kalelere (mesela Dımaşk ve Halep’e) saldırmayı göze alamazlar, Mardin zaten kartal yuvası gibidir ona Moğollar bile sokulamaz.

Terfih-i ibad
S.E. devrinde Mısır ve Suriye’de endüstri çok ilerler, cam ve kağıt imalathaneleri gün boyu çalışırlar. Demirciler habire örs döver, bakırcılar tıngırdayıp dururlar. Avrupalılar bir Şam kılıcına sahip olmak için ağırlığınca altın vermeye razıdırlar. Hama Emiri Mansur’un, Kral Frederik’e yolladığı saat Almanya’da günün konusu olur. Bu kendi ekseni etrafında dönen bir gök kubbeyi andırır, üzerinde yıldızlar parlar. Kaldı ki dünyanın değişik noktalarındaki saat dilimlerini de atlamaz. Adamlar makineyi anlamakta bile zorlanırlar ki binlerce duka altını verseler böyle bir saat yaptıramazlar.

Sonra şahane zeytinyağı yapar, tatlıcılar, helvacılar kendilerini aşarlar.

Venedikli, Cenevolı, Pizalı tüccarlar devasa gemileriyle İslam limanlarına yanaşır, tepeleme mal doldururlar. Zaten Hindistan ve Doğu Afrika’nın nabzı Aden’de atar. Baharat ve ipek yollarını Eyyubiler’den sorarlar. Dinar aranan para olur, Avrupalılar bile onun peşinde koşarlar. Hazine öyle güçlenir ki bir müderrise 100 altın maaş sunarlar. Endülüs katliamından sonra İspanya’dan sürülen birçok âlim aralarına katılır, ilim hayatına hız katarlar. Eyyubi toprakları içinde Yahudiler, Ermeniler, Süryaniler de yaşar. Bunlar sanat ve ticaretle uğraşır, iyi kazanırlar...

AFFI SEVEN SULTAN

Çok anlattık Haçlıların derdi kutsal topraklar filan değildir, onlar Kudüs ellerindeyken de Irak ve Suriye’de yayılmaya çalışır, Mısır’ı ablukaya alırlar. Gün geçmez ki Lübnan sahillerine çıkmasın, Müslüman beldelerine saldırmasınlar.

Frenklerin akın akın yöreye koştukları günlerde S.E. sahrayı mekan edinir, sivil halkı kandan kasavetten uzak tutar. Haçlıları önce Tell el Harra’da hırpalar, sonra Merc el Uyun’da bozar. O hızla Taberiye, Sur ve Beyrut üzerine gider, Remle’yi sınırlarına katar. Bu arada Mısır donanması fevkalade işler başarır, Akdeniz’de yakaladığı Frenk gemilerini çıra gibi yakar.

İşte adamlarını uzak görevlere yolladığı günlerden birinde Haçlılar bir baskın yapar. S.E. çılgınca dövüşür ve o cendereden sağ çıkar. Normalde ölmesi ya da esir düşmesi gerekir ama Cenâb-ı Hakk onu Ümmet-i Muhammede bağışlar.

Selahaddin bir hecin devesinin üzerinde çölü aşıp, Mısır’a varır ve topladığı mücahidlerle yine Haçlıların karşısına çıkar. “Onu mahvettik, artık bitti” diyen adamlar şaşkınlıktan dillerini yutarlar. Büyük mücahid, Hıristiyanları öyle bir yenilgiye uğratır ki az kalsın Kudüs Kralını ele geçire yazar.

Ortalık sakinleşince yine Mısır’a gider, hayır hasenat işlerini kovalar, ancak sükunet dönemlerinde saltanat davasına düşen çok olur. Suriyede’ki hasımları akla ziyan ittifaklar yapar, Haçlıların gücünü kullanmaya çalışırlar. Selahaddin Eyyubi de döner gelir Halep ve Musul haricindeki bütün şehirlere el koyar.

Hittin zaferi
O günlerde Kudüs Kralı Budin ölür, kızkardeşi Sibilla, yakışıklılığı ile tanınan Gui dö Lusignan ile evlenir, sevgilisini kral yapar. Kral Guy Selçuklu Sultanı Kılıçarslan’la bir anlaşma imzalar, bu barış Eyyubiler’e de yarar. Silbaştan imar faaliyetlerine girişir, halkın refahı için çalışırlar. Ancak Guy Kudüs’te paşa paşa oturup “cici kral” görüntüsü verirken Reno de Şatillon adlı bir haydudun emrine verdiği Tapınak Şövalyeleri ortalığı kana boyarlar. Şatillon köyleri, kervanları basmakla kalmaz “sıra Medine’de! Eğer ben de Muhammed’in mescidini yıkıp, kabrini dağıtmazsam” diye edepsiz edepsiz konuşup can sıkar. Eyyubiler onu takip eder ve Kerak’da sıkıştırırlar. Maskesi düşen Guy, Şatillon’un yardımına koşar. Ancak S.E. onları hiç beklemedikleri bir yerde “çölde” karşılar. Haçlılar su kaynaklarının başında Müslümanları görünce donar kalırlar.

Tapınak Şövalyeleri “Kutsal (!) Haç”ın etrafında toplanıp “Müslümanlara ölüm!” diye haykırsalar da Eyyubiler bunları dağıtır haçı da, Kralı da ele geçirmeyi başarırlar. Bu nasıl bir cenktir? Esirleri görenler “kimse ölmedi”, ölüleri görenler “kimse kalmadı” sanırlar. Ki cesetler arasında Akka Piskoposu da yatar.
S.E. Kralı nezaketle karşılar, elini omzuna koyar, “savaş bu, yenmek de var, yenilmek de” deyip gönlünü hoşça tutar. Ancak Kral Guy beceriksiz Şatillon’a müşfik davranamaz, parmağını gırtlağına geçirir ve gebertinceye kadar sıkar.

S.E. henüz Haçlıların şaşkınlığı sürerken Akka, Nâsıra, Nablus, Hayfa, Cinin, Arsuf , Tıbnîn, Sayda, Cübeyl ve Beyrut’a sancağı asar. Safed, Kevkeb, Kerek ve Şevbek’i fetheder, Antakya’yı mütârekeye zorlar. Adamlar toparlanamadan Kudüs’e yürür “teslim olmaları ve serbestçe yaşamaları” gibi “mâkul” bir teklif yapar.

Halk buna dünden razıdır ama papazlar direniş başlatırlar. “Bugün vermeyeceksiniz de ne zaman vereceksiniz” der fukaranın elindekini avucundakini alırlar. Ancak Bolion komutasında yaptıkları huruçlardan per perişan dönünce zerre kadar ümitleri kalmaz. S. E’nin acelesi yoktur, kazdırdığı lağımlarla surları sallamaya başlar. Bakarlar “şehir gitti gidiyor”, teslim teklifine yanaşırlar.

O, o zamandı
Sultan asilleri bizzat karşılar ve “bunu zamanında kabul edecektiniz, şimdi sizin Müslümanlara yaptığınızı yapmaz mıyım” der, yüz geri yollar. Ancak Haçlılar Selahaddin’in kan dökemeyeceğinden adları gibi emindirler, sanki anlaşmış gibi silahlarını aşağı atarlar. Bir anda kılıçtan, kargıdan bir tepecik yükselir, derken kapılar gıcırdamaya başlar. Mücahidler bir zamanlar adil halife Hazret-i Ömer’in girdiği kapıdan şehre sokulurlar.

(Bakın şu tevafuka ki o gece Mirac Kandilidir.)

Hıristiyanlar Mescid-i Aksa’nın çatısındaki altın haç sökülürken gökten inen bir ateşle Müslümanların kavrulacağını, zeminin sallanacağını sanırlar. Ama ne yıldırımlar düşer ne de zelzele kopar. Ortalığı tekbir sesleri sarar.

S.E. herkes kurtulsun diye diyeti mütevazı tutar. Buna göre erkekler on, kadınlar beş, çocuklar iki lira verirlerse serbest olacaktırlar. Ortodokslar kalmakta ya da gitmekte serbesttirler, onlardan diyet talep olunmaz.

Düşünün Haçlılar şehirde ilaç için Yahudi bırakmamışlardır, Sultan Selahaddin. onların da Kudüs’e yerleşmelerine ses çıkarmaz.

Hatam bu olsun
Diyetini ödeyenler eşyalarını alır, güle oynaya kaleden çıkar, hürriyetlerine kavuşurlar. Papazlar kilisenin paha biçilmez eşyalarını da omuzlar göz göre göre kaçırırlar. Selahaddin buna mani olmak isteyen erlerini fena haşlar, “bırakın ne mal olduklarını görsünler” der, halka “kıyas imkanı” sağlar.

Başrahip Heraclius, herkes gibi on liralık fidyesini öder, sonra da arabasına bir hazine yükletip atlarını kırbaçlar. Halbuki dindaşları diyet ödeyemedikleri için esir kalırlar. S.E’nin biraderi Emir Adil dayanamaz, gizli saklı milletin avucuna kurtuluş akçesi sıkıştırmaya başlar ve o gün tam 13 bin insanın hürriyeti tatmasını sağlar. Parası bitince eşten dosttan borç arar. Giden gider, kalan kalır. Sultan Selahaddin ani bir kararla hepsini salar, elinde tek esir bırakmaz.

Bunlar ileride karşısına çıkarlar mı? Orasını bilemez ama o, kimsenin boynunun büküldüğüne dayanamaz.
Bazı komutanlar kulağına eğilip “hata yapmıyor musunuz” diye fısıldayınca çoluk çocuk neşe içinde koşuşturan kalabalığa bakaaar, bakar...

Ve “affetmek hoşuma gidiyor” der, “velev ki hata yapıyor bile olsam...”