Artist mi Fatih mi? NEIL ARMSTRONG

|

Merak bu ya, Ohiolu Neil daha ufacık minicikken havacılığa takar. Defterinin sayfalarını yırtıp yırtıp füze şeklinde katlar. Her geçen gün kendini geliştirir, üç tane çıta, on kulaç kınnap buldu mu mutlaka bir “altı köşe” yapar, uçurtmasını göklere salar. Derken tahta parçaları, bezler, kağıtlar, model uçaklar...

El kadar veletken de dikçe tıfılken de tayyarelerle ilgilenir, çizer siler, çakar bozar sektöre “kendince” katkı (!) yapar.

İşte bu hevesle Aeronautical Engineering bölümünden mezun olur ve gidip NASA ‘ya demir atar. Yıllarca test pilotluğu ile iştigal eder, değişik değişik aletlerle uçar. Serde mühendislik olduğu için hava vasıtalarının eksiğini gediğini bulur, uçuk uçaklara kafa yorar. Neymiş efendim destek verseler Ay’a çıkarmış da filan...
Tümünü Yasla
Neyse gel zaman git zaman ABD-SSCB gerginliği uzaya sıçrar. Ruslar daha 1961’de fezaya yelken açarlar. Hatırlarsınız Kozmonot Yuri Gagarin dünya çevresinde tur atar.
Sonra Sputnikler... Soyuzlar...

Propaganda bu ya
Başkan Kennedy altta kalacak değildir ya, Ay’a bayrak dikerek rövanşı almaya bakar. Zira o günlerde ABD nefretle anılmakta, en yakın müttefikleri bile Vietnam’da işlenen cinayetleri anlayamamaktadırlar. Napalm bombaları ile yakılan köylerden kaçışan çıplak çocuk fotoğrafları Beyazsaray’ı hayli zora sokar. Bu az utanç değildir, ABD Başkanları dış gezi yapamaz olurlar.

Kennedy bu lekeden kurtulmak için halkının parasını harcamaktan kaçınmaz, Vietnam’da dökülen kanı unutturmak için trilyonlarca dolar harcar. Dile kolay sadece bu projede 400 bin adam çalıştırırlar. Yetmez Dr. Van Braun’u ithal eder, Almanların roket hususundaki tecrübelerini aparırlar. Geceli gündüzlü çalışıp 110 metrelik Apollo-8 V Satürn’ü hazırlar, ateşler fişekler göğe salarlar.

Düşünün sadece Apollo-11 için 150 milyar dolar ayırırlar. Halbuki bu para ile kırk Afrika ülkesini imar edebilir ve büyük sempati kazanırlar. Hasılı, süperler manasız bir yarışa kalkar, aklı mantığı kenara koyarlar.

Teknolojinin bugün geldiği seviye ile zikredilen seyahat daha kolay ama 972’den beri “Aydede”nin yolunu unuttular. Artık Ay’a bayrak dikip dikmemek kimseyi ırgalamıyor, süperler propaganda için daha ucuz ve müessir yollar arıyorlar.

Neyse biz Neil’in hikâyesine devam edelim... NASA kurmayları astronot yapabilmek için adam aramaya başlayınca adres Neil’e çıkar. Hani boysa boy, kiloysa kilo, merak desen tonlarca, doğrusu böylesini arasalar bulamazlar (1962).

Zira bu vazifeyi talep edenler fizikten, kimyadan, astronomiden anlamalı, bedenen sağlam olmalıdırlar.

Vücud zindeliği olmazsa olmaz şarttır, çünkü uzayda hava bulunmaz. Kıyafetinizde iğne ucu gibi bir delik açılsa gözleriniz dışarı fırlar. Gök ya dondurucak kadar soğuktur, ya da kızartacak kadar sıcak. Yerçekimi olmadığı için astronotlar havada yüzer, boşlukta kulaç atarlar. Bunun eğlenceli olduğunu sanmayın bizim gibilerin içi dışına çıkar. Sonra ani basınç değişiklikleri adamı bayıltır, bu yüzden kıyafet şişer, vücudunuzdaki kanı beyninize pompalar.

Hepsi bir yana def-i haceti gelen astronot pantolununu çıkaramaz, iğrenç bir şey ama bilerek ve isteyerek altına yapar.

Projenin adsız kahramanlarından biri Prof. Dr. Faruk El-Baz’dır. Nil Deltası’ndaki Tûk el-Aklâm köyünde dünyaya gelen profesör, bir imam hatip çocuğudur. Babasının teşviki ile Kahire-Eş- Şems Üniversitesi’nden mezun olur, doktorasını Missouri Üniversitesinde, doçentliği Heidelberg Üniversitesinde tamamlar. Onun çalışmalarını dikkatle izleyen Amerikalılar “Uçuş Eğitim Dairesi”ne başkan yaparlar.

Ehlen ve sehlen
Yanisi şu ki Neil Armstrong’u da o eğitir, zaten bütün astronotları o eğitir ve bu yüzden adı King’e (Kral) çıkar. Faruk el Baz’ın kıymetini uzaydan dönenler daha iyi anlar. Zira hocaları ne demişse onunla karşılaşır, sanki daha evvel gitmiş görmüş gibi rahatlarlar. El-Baz’ı Ruslar da takibe alır, 1973-1975 yılları arasında gerçekleştirilen Apollo-Soyuz projesine katılmasını arzularlar. Üstadın müdahil olduğu projeleri, aldığı ödülleri yazsak bu sayfa dolar ama mevzuyu dağıtmamakta yarar var.

Hasılı Apollo personelini eğiten Mısırlı Faruk onlara zaman zaman Arapça hitap eder birkaç kelime de olsa Kur’an lisanına aşina olmalarını sağlar. Hatırlarsanız Apollo uçuşları üçlü astronot gruplarıyla yapılır, ikisi ay modülü ile uyduya iner, üçüncüsü ise kumanda gemisiyle yörüngede tur atıp irtibat sağlar. İşte o gün de Endeavour’da bulunan Worden, Houston’a seslenip raporunu sunar. Prof. Faruk’un ana merkezde bulunduğunu duyunca çok sevinir ve “Marhaba ehl-el erd, min Endeavour aleyküm selâm” (Merhaba dünya ehli, Endeavour’dan hepinize selam) deyip hocasına bir jest yapar.

Bunu duyan amatör telsizciler heyecana kapılır, “fezada ezan okundu” diye ortalığı ayağa kaldırırlar. Sonra hadiseye takla attırırlar. Efendim Neil Ay’da ezan işitmiş de, imana gelmiş filan... Bizim saf halkımız da birine bin katar, adamın ne hacılığını ne de hocalığını koyarlar.

Halbuki ezan-ı Muhammediyi işitmek için Ay’a gitmeye ne gerek var?!. Yeryüzünde müezzin sesi bir an bile kesilmiyor. Ama beyimiz İslam ülkelerine dönük telekulaklar montajlıyorsa o başka!..

Hadisenin merkezindeki isim Faruk el Baz dahi bu söylentilerden rahatsız olur, “Neil’le hâlâ görüşüyoruz” açıklaması yapar, “şu anda 75 yaşında, Ohio’da yaşıyor, Müslüman olmadı. Eğer günün birinde İslâm’ı seçtiğini açıklarsa elbette mutluluk duyarım. Ancak 1400 yıllık dinimizin ve şu muhteşem medeniyetin ona ihtiyacı yok. Olamaz da!”

Doğrusu Anthony Quinn ve Kaptan Cousteau için de benzer şeyler söylendi ama onlar zahirlerini düzeltmek (içini bilemeyiz) gibi bir çaba içinde bulunmadılar.

İslamiyet’e saldıranlar da bundan malzeme çıkardılar, akılları sıra Müslümanları alaya aldılar.
Bir Batılının dinimize yönelmesi İslam’ın şerefini artırmaz.
Gelen kendini kurtarır, gelmeyen kendini yakar.
O kadar...

ARTİST Mİ, FATİH Mİ?

Columbia, 16 Temmuz 1969 tarihinde Florida Cape Kennedy Üssü’nden, “Satürn Beş” roketiyle ateşlenir ve Astronotlar üç gün süren bir yolculuktan sonra Ay’a varırlar.

Yaklaşık 600 milyon televizyon izleyicisi (dünya nüfusunun beşte biri) bu macera sırasında burunlarını ekrana dayar, nefes bile almazlar.

Gemi Ay’a inince içeride bir kavgadır kopar, Michael Collins fotoğraf çekmekle vazifelidir, bu yüzden geride durur, ancak Ay’a ilk ayak basma şerefini paylaşamayan Neil ile Aldwin arasında kavga çıkar. Neyse Neil arkadaşını bir bel çalımıyla atlatır ve şöhreti yakalar. Tabii bu iş için en uygun saat 20.00’dir, milletin prime time’da haber seyrettiği an...

Şimdi gelelim hadisenin bir başka cihetine. Bazı uzmanlar sevimli uydumuzun yolunda bulunan ve Çernobil’e kök söktürecek ölçüde radyasyon barındıran Van Allen alanına dikkat çeker, Ay’a asla yaklaşılamayacağını iddia ederler. Güya Ruslar da bu yüzden geri durur, riski göze alamazlar.

Gölgeler ışıklar...
NASA radyosyonlu alanı aşmanın izahını yapar ancak “Ay’dan çekildi” diye basına dağıtılan fotoğraflardaki tenakuzları açıklayamaz. Zira Neil’in gölgesi bir yana bayrağın gölgesi başka yana düşer, kimi kısalır kimi uzar. Bu ancak çok kaynakla ışıklandırılmış stüdyolarda olabilir, tek ışık kaynağı ile farklı gölgeler yakalanamaz.

Sonra nasıl olur da Buzz Aldrin’in kolu elbisesinde gölge bırakmaz? Çekimlerin flaşsız yapıldığı söylendiğine göre gölge içinde kalan astronotlar nasıl parlak çıkar? Ay yüzeyinin yavaş yavaş bulanıklaşarak ufka karışması da kafa karıştırır. Evet hadise yerkürede normaldir ama Ay’ın atmosferi bulunmadığına göre arka plan cam gibi net olmalıdır. Hem astronatların anlatmaya doyamadığı o yıldızlar nerededir? Adamlar niye aydınlıktırlar? Ortalık niye zifiri zindan?

Buzz Aldrin’in Amerikan bayrağı önünde selam verdiği meşhur pozda da yıldız görünmez, gökyüzü kazandibi gibi kara.

Gel gelelim gölgelerin gücü (!) Amerikan bayrağını karartmaya yetmez, bayrak gölgeli kısımda da pırıl pırıl parlar.

Sonra Buzz’ın kaskına yansıyan garip şeklin ne olduğu anlaşılamaz. İşin enteresan yanı bu konuda resmi bir açıklama da yapılmaz.

Mars’a mı Kars’a mı?
Anlatılanlara bakılırsa Ay yüzeyi pudra gibidir ama adım attıkça toz kalkmaz. “Ay’da rüzgâr yok ki” diyenler ne kadar haklı bilmiyoruz ama insanın tüy gibi hafiflediği bir coğrafyada yerde “presle basılmış gibi” ayak izi kalmaz. Hem pudra gibi dağılan bir topraktan bahseder, hem de ıslak plaj kumu görüntüsü sunarlar.

Hadi buna da oldu diyelim peki böyle bir zemine Eagle nasıl iner? İner de niye (küçük de olsa) bir krater açılmaz? Şimdi tepsideki una üflediğinizi düşünün hangi mutfak beyaza bulanmaz? Halbuki etraf son derece berraktır, öyle ki şüphecilere koz verecek kadar...

Diyelim çok katlı, fanlı, su soğutmalı, ter, rutubet, sidik emicili, karbodioksit savıcı elbiseler astronotları korudu. İyi ama o sıra Ay’daki hararetin 280 fahrenaytı aştığı (150 derece filan) düşünülürse film makaraları birbirine yapışır, hatta eriyip akar.

Ay’ın karanlık yüzündeki ise ısı -150’lere yaklaşır, bu soğukta elektronik cihaz asla çalışmaz (en azından o tarihlerde çalışamaz).

Gitmek mi zor?
Yine kozmik ışınlar, yüksek süratli tozlar ve yüklü parçacıklar cihazları da insanları da hırpalar.

Bazı havacılar ise Ay’a “pekala” gidilebileceğini ama “asla” dönülemeyeceğini savunur, üstüne basa basa “kalkış için füze rampası lazım değil mi” diye sorarlar.

Kaldı ki o yıllarda bilgisayarlar kamyonla taşınır, peki bu alametler ufacık gemiye nasıl sığar?

Ay’daki yerçekimi Dünya’nın altıda biri olduğuna göre aynı güçle zıplayan 6 misli yukarı çıkar. Peki Neil niye zoraki adım atar, pırpır eder uçamaz? Evet üzerindeki elbiselerin ağırlığını biliyoruz ama yarım ton bile olsa balerin gibi sekmesi lazım değil midir? Halbuki adam gâvur ölüsü gibidir, ayağını bile kaldıramaz.
Fezada bir şeyi iterseniz aksi istikamete savrulacağınız vakıa. Astronotların bir vidayı bile sıkamayacaklarını biliyoruz, çünkü kendileri ters tarafa dönerler vida yerinde sayar. İyi de taşlı zemine bayrak direğini nasıl çaktılar?

Yine mütecessis gözler Neil Armstrong ve Aldwin Aldrin’den başkasını yakalar ve haklı olarak şu soruyu sorarlar. “Sahi üçüncü şahıs kimdi? Ya da orası neresi?”

Yine çıksalar ya
Uzmanlar fezada nereden geleceği belli olmayan meteorlardan çok korkarlar. Zira bu gök sağanağı 6 bin km süratle dolanır, manevra yapmak gibi bir fırsatınız olmaz.

İşte burada komplo teoriciler sazı alır, zikredilen filmin Nevada Çölü’nde çekildiğini fısıldarlar.

Apollo projesini savunanlar için bütün bunların kıymeti harbiyesi yoktur. Bu işe yüz milyar dolarları dökenler “başarısızlık” gibi bir kelimeyi duymak istemez, adını bile andırmazlar. Evet, Amerikan halkı saftır, külü kolay yutar ama vergisinin hesabını da son kuruşuna kadar sorar.
Bir de şey...

Sahi niye 1972’den beri kimse Ay’a gidip gelmiyor?
Aradıklarını mı bulamadılar?
Yoksa izlenmekten mi (artık amatörlerin bile ciddi cihazları var) korkuyorlar?