15'lik Seyyah MARCO POLO

|

Pololar, Tebriz’de mutlaka enteresan şeylerle karşılaşmış olmalıdırlar, ancak efsane şehri es geçer, uzun uzadıya metruk manastırla, bir kaç keşişten söz açarlar. İran Saba’da üç tane papaz kabrine rastlar ve sayfalarca Baltasar, Kaspar ve Melkiyor’un hikayelerini anlatırlar. Her ne kadar Tüccar kisvesine girseler de maksatlarını saklayamaz, her bahane ile misyonerlik yaparlar.

İranlılar eşek varken ne ata ne de katıra bakarlar, yola bu sabırlı ve tahamüllü hayvanla çıkarlar. Pololar Acemleri sert, ters ve kan dökücü bulur, silahlı muhafızlarla korunmalarına rağmen huzursuz olurlar.
Ancak Yezid şehri sakinleri sakin insanlardır, bağcılıkla uğraşırlar.

Ölüm rüzgarı esince
Kirman’da halk mükemmel silahlar yapar, kılıç, kalkan ve mızrakları uzak ülkelere satarlar. Kadınlar el işlerinde fevkalade ustadırlar. Kamadin ve Rudhbar da şirin şehirlerdir ama Moğollar gelesiye kadar. Burada sığırlar hörgüçlüdür, koyunlar kuyruklarını zor taşırlar. Karanuaslar (Hind Moğol karışımı haydutlar) sıkça gelir, meralardaki sürülere el koyarlar.

Marco Polo, Hind Okyanusu kıyısındaki Hürmüz’e bayılır. Burası yeşil ve bereketli bir Müslüman kentidir. Sanatkârlar zümrüt ve yakut işler, kumaşlara inci mercan yakıştırırlar. Dalları Hindistan cevizi lifinden sicimlerle bağlar, yöreye has tekneler yaparlar. Bu ipler çivi gibi tuzlu suda çürümez, sert dalgalara bile dayanırlar. Hürmüz öylesine sıcaktır ki insanlar yazın ya nehir kıyılarına çukurlar açar, ya da yaylalara kaçarlar. Hele çölden “ölüm yeli” esti mi, sokaklarda kedi köpek bile dolanmaz. İşte Kirman Şahı da bazı uyanıkların aklına uyar, ölüm yelinin gezindiği gün şehri ele geçirmeye kalkar. Ancak kızgın rüzgâr 5 bin piyade, 1600 süvariyi boğar atar, tek asker kurtulamaz. Hürmüz halkı günler sonra dayanılmaz bir koku hissedip sahraya çıkar, Kirmanlıların cesedleriyle karşılaşırlar. Bunları gömer, hiç yoktan silah ve malzeme sahibi olurlar.

Hürmüz’de meyveler Şubat sonunda olgunlaşır, Mart ayında harman kaldırırlar. Pololar tekrar yola çıkar, arazide suya rastlar ama bunların rengi yeşile çalar ve felaket acıdırlar. Bir yudum içen on defa kusar, hayvanlar bile hasta olurlar.

Derken bir yer altı nehrinin yüzeye açıldığı vahaya rastlar, şeker gibi sularla hararetlerini kandırırlar. Acı su, tatlı su, sıcak su hepsi içiçedir, ama birbirlerine karışmazlar.

Pololar Kuh kentine kadar ıssız sahralardan ilerler, ne bir ağaca, ne de bir hayvana rastlarlar. Kuh kenti Müslümandır ve çelik eşyada zirveye oynar.

Tunayakin’de temiz yüzlü Müslümanlarla karşılaşır ve onların misafirperverliği karşısında çok duygulanırlar. Oradan Hasan Sabbah’ın hüküm sürdüğü Alamut’a uzanırlar. Bu hırslı adam, fedailerini afyonla uyutur, çeşmelerinden bal, süt, şarap akan bahçelerine koyar. Seçmece kızlar militanın hizmetine koşar, unutulmaz anlar yaşatırlar. Hasan Sabbah adamlarına “cennetimde ebedi kalmak istiyorsanız filanca cinayeti işlemelisiniz” der ve yöre emirlerinin üstüne salar. Haşhaşiler öylesine gözü karadırlar ki tek işaretle uçuruma atlarlar.

Alamut civarındaki gümrah yeşillik yavaş yavaş yerini cılız bitkilere bırakır ve çöl başlar. Küçük vahalarda verilen molalardan sonra Şibirgan’a varırlar. Havalinin kavunları çok tatlıdır ve esans gibi kokar. Halk bunları dilimleyip kurutur, lokum gibi misafire sunar. Şibirganlılar her türlü hayvanı yarıştırır, hiç yoktan eğlence çıkarırlar.

Marco, Belh şehri harabelerinden çok etkilenir, enkazlardaki mermerlere bakılırsa şehir mamur günlerinde (Moğollar istila etmeden önce) çok güçlü, pek zengin olmalıdır. Sonra 12 gün yürüyüp Talikan’a ulaşırlar. Burada emsalsiz tuz yatakları vardır, öyle ki bütün dünyaya yeter de artar. Talikanlılar sıcak kanlı insanlardır ve fevkalade güzel deri işleri yaparlar. Kadınların şişmanı makbuldür bu yüzden fidan endamlılar bile kat kat giyinir, bol bol sarınırlar. Avcılıkta mahirdirler sırtlarına cins cins postlar atarlar.
Badahşan dağlarından emsalsiz safir ve yakutlar çıkar. Civar çok dağlıktır, geçitlere bir katır zor sığar. Bu yüzden düşmanlar kolay yaklaşamazlar. Suları soğuk ve temizdir, sıtma nedir tanımazlar.

Marco, Hindistan’a girdikçe falcı ve büyücülerle karşılaşmaya başlar. Yer gök pirinçtir ama adamlar iskeleti andırırlar. Balta girmemiş ormanlar, ıssız sahralar derken Keşmir’e ulaşırlar. Müslümanlar temizlikleri ile farkedilir, Budistler sersefil ve günübirlik yaşarlar. Rahipler mağaralara kapanır, kimselerle konuşmazlar.

Himalayalara doğru
Vakhan’dan yukarılara çıktıkça, göğü delen dağlara rastlar, sarp yamaçlarda sayısız yaban keçisi ile karşılaşırlar. Yaylalar zümrütü andırır, hasta hayvanı bile salsalar boylanır, yağlanır, koyunlar danayı andırırlar. Ancak Pamir çok yüksek olduğu için kuş bile yaşamaz, alevler donuk donuk yanar. Yörenin putperestleri saldırgan ve cana kıyıcıdırlar.

Pololar bu sıkıntılı merhaleyi de aşar, Kaşgar’a girer ve nefes alırlar. Bu Müslüman Türk kentinde yiyecekse yiyecek, giyecekse giyecek ve mahir sanatkarlar bulurlar.

Semerkant’ta uçsuz bucaksız pamuk tarlalarından geçer, Hoçent üzerinden Cürcan’a varırlar. Buralar ne yazık ki Moğol istilalarından yara almıştır, eski günleri çok arar. Pem şehri sakinleri her hangi bir düşman baskınında çöle çıkar, kendi bildikleri vahalara yerleşir, adeta kaybolurlar.