Hakikatin Eşiğinde LAMARTINE

|

Lamartine, gerçekleştirdiği iki doğu seyahatinden sonra Müslümanları daha yakından tanıma imkanını bulur. Sadece kiliseyi ve papazları değil Hristiyanlığın temellerini de sorgulamaya başlar. “Türkiye Tarihi” (Histoire de la Turquie) adlı eserinde döner dolaşır bu mevzuya parmak basar.

Lamartine, İslam tarihini okudukça Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) olan hayranlığı artar. “Yalancılık aynı zamanda ikiyüzlülüktür” der, “yalanda doğrunun kudreti bulunmaz. Onlar inandırma gücünden mahrumdurlar. Bir cismin atılırken varabileceği yer, fırlatma gücü ile, manevi ilhamın gücü ise meydana getirebildiği eserlerle orantılıdır. Buradan hareketle, çok sayıda eser vücuda getiren, çok uzak bölgelere yayılan ve uzun zamandan beri kudretini muhafaza eden bir din samimi inandırıcı, hasılı hakikat olmalıdır.”

Efendimize hayran
Lamartine, Fahr-i Alem’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) hurafe ve putlara karşı kahramanca duruşuna, putperestlerin hiddetine aldırmayışına, tevekkülüne, tahammülüne, sabrına, cesaretine bayılır. Yine ona göre Medine’ye hicreti, kendisinden çok güçlü düşman ordularıyla savaşması, felaketler karşısında bile yıkılmaması, Allah’a olan muhteşem bağlılığı, tebliği, teşvikleri, vaazları nasıl büyük bir imana sahip olduğunu gösterir ki, ayakta alkışlanmalıdır.

“Dünyada başka hiç kimse, önüne O’nunkinden daha büyük bir hedef koymamıştır: Allah’la insan arasına sokulmuş bâtıl inançları ortadan kaldırmak; puta tapıcılığın maddî ve çarpık kaosu arasında aklî ve kutsal bir ilâh kavramını savunmak...

Dünyada başka hiç kimse, bu kadar zayıf vasıtalarla, insan gücünün bu kadar fevkinde bir işe girişmemiştir. Böylesine büyük bir hedefe yürürken yanında çölde yaşayan bir avuç insandan başka yardımcısı yoktur.

Dünyada başka hiç kimse O’nun gerçekleştirdiği ölçüde ve kalıcı bir inkılâbı gerçekleştirmiş değildir; çünkü, iki asırdan daha az bir zaman içinde İslâm, inanç ve hâkimiyet plânında tüm Arabistan’a yayılmış ve Allah adına İran’ı, Horasan’ı, Mâverâünnehir’i, Pakistan’ı, Suriye’yi, Habeşistan’ı, bütün Kuzey Afrika’yı, İspanya’yı, Akdeniz’de bir çok adayı fethetmiştir.

Kıyası gayr-i kabil
Eğer gayenin büyüklüğü, vasıtaların azlığı ve neticenin şaşırtıcılığı insan dehasının üç ölçüsüyse, tarihde kim Muhammed’le karşılaştırılabilir? En meşhur insanlar, sadece ordular, kanunlar ve imparatorluklar meydana getirmişlerdir. Çoğu defa gözleri önünde dağılıp giden maddî iktidarlardan başka bir şey kurmamıştır onlar. Fakat O, yalnızca orduları, kanunları, imparatorlukları, milletleri ve hanedanlıkları harekete geçirmekle kalmamış, ayrıca, meskûn dünyanın yarısında milyonlarca insanı ve daha da ötesi mâbedleri, putları, dinleri, fikirleri, inançları ve ruhları yerinden oynatmıştır. Her harfi kanun olan bir Kitab’a dayanarak, her dil ve her ırktan bir mânâ ümmeti çıkarmıştır. Bize, bu ümmetin silinmez karakterini, sahte ilâhlardan nefretini, bir ve gayr-i maddî Allah tutkusunu bırakmıştır. Muhammed’in takipçilerinin en büyük fazileti budur. Arzın üçte birinin bu inanca teslim olması, O’nun mûcizesidir. Uydurma ilâh zürriyetlerinin bıktırıcılığı altındaki bir dünyada ilân edilen vahdaniyet (Allah’ın birliği) inancı, telâffuz edilir edilmez bütün putperest mâbedleri sarsılmıştır. Bu Zât’ın hayatı, tefekkürü, bâtılı kahramanca inkârı, putperestlerin öfkelerine meydan okumaktaki cesareti, Mekke’de 13 yıl süreyle gösterdiği sabır, ezâlara cefalara dayanması; evet, bütün bunlar ve ilâveten kesintisiz tebliği, tuhaflıklara karşı koyuşu, muvaffakiyete olan inancı ve felâketler karşısındaki insanüstü güven duygusu, zafere götüren azmi, tek bir ideale olan samimi bağlılığı, asla imparatorluk peşinde olmayışı; bitmez duası, ibadetten aldığı haz, Allah’la haberleşmesi ve vefatından sonraki şanlı muzafferiyet...

Bütün bunlar bir yalana değil, sarsılmaz bir inanca şahitlik etmektedir. Esaslı bir akideyi yeniden yerleştirme hususunda O’na güç veren bu inançtır. Bu akîde de, iki taraflıdır: Birinci taraf, Allah’ın ne olduğunu, ikinci taraf da ne olmadığını anlatır.

Filozof, hatip, peygamber, cengaver, kanun koyan, gönülleri kazanan, hurafelerle savaşan ve İslam Devletini kuran... İşte Muhammed budur! İnsanların büyüklüğünü ölçmek için kullanılan bütün mikyaslarla ölçülsün! Acaba O’ndan daha büyük birisi var mıdır? Olamaz!”

Filozof değil elçi
Sanırım burada bir parantez açmak zorundayız, Resulullah efendimiz adı üzerinde Allah’ın resuludür, filozof değildir, ortaya kanun sistem koymamış, sadece Cenab-ı hakkın emir ve yasaklarını (ki biz ona şeriat diyoruz) bildirmeye çalışmıştır. Tek kelimeyle o kendisine kitap gönderilen bir elçidir ve o kitabın bir harfini bile değiştirmeye yanaşmamıştır... O, Server-i kainattır, Habibullahtır, Hatem-ül enbiyadır.

Lamartine, Fransa’ya döndüğü yıllarda da bir doğulu gibi davranır, mesela 11 yaşındaki kızı ölünce bir Müslüman gibi tevekkül eder teselliyi “veren O alan O” vecizesinde arar. “Doğulu doğdum ve öyle de öleceğim” diyen ünlü edibin nasıl öldüğünü bilmiyoruz ama ne yazık ki onu batılı gibi uğurlarlar (1869- Paris)...