Savaş Başlatan Kadın H. BEECHER STOWE

|

Amerika’da 1850’lerde 31 eyalet vardır, nüfusları 23 milyonu aşar. Kuzey ve Doğuda bir endüstri patlaması yaşanır, Güneyliler tarımla uğraşırlar. Virginia, Maryland ve North Carolina tütüncülükle geçinir, Güney Carolina’da bol miktarda pirinç alırlar. Louisiana dendi mi akla şeker gelir bu arada pamuk ekimi görülmemiş bir hızla artar. Düşünün o yıllarda dünya pamuk üretiminin % 80’ini bu yöre karşılar.

Duymuşsunuzdur, çiftçilerin “yıl 12 ay, tütün 15” gibi bir sözleri vardır. Yapraklar gece serinliğinde kırılıp toplanmalı, tek tek ipe dizilip özenle kurutulmalıdırlar. Mahsulü satıp parasını alamadan bir sonraki senenin işleri başlar yine ocaklar, fide dikimi, çapalar...

Pamuk deseniz ona keza, dik, çapala, bir daha çapala, bir daha çapala ve başla koza yolmaya. Mâlum pamuk kiloya gelmez, gün boyu çalışırsınız da dara oynamaz. Pirinçle uğraşanlar bataklıkta boğuşur, yılan çıyan kaynayan çamura girer habire ot ayıklarlar. Şeker kamışı ise yerini sevdi mi adeta kudurur, kamış kıranlar ölesiye pala sallarlar.

O yıllarda henüz makineler yoktur ve köleler olmazsa işler kotarılamaz.

Ama sınırsız çayırlara sahip olan Ortabatı Amerikalıların tuzu kurudur. Onlar tahıl ve hayvancılıkla uğraşırlar. McCormick’in yaptığı orak makinesinden sonra ziraat kolaylaşır, üretim artar, işgücüne ihtiyaçları kalmaz.

Birleşmeyen devletler
1850’li yıllarda Amerika’da birçok tünel ve kanal açılır, demiryolları kıtayı ağ gibi sararlar. Bir devletin ürettiği öbürüne yarar, karşılıklı alırlar, satarlar ve birlik içinde ittifak kök salar.

Güneyliler tütün ve pamuk üretmek için uğraşadursun, Kuzeyliler bunları işler ve avuç dolusu para kazanırlar. Kuzey hızla gelişip şenlenir, Güney yerinde sayar. Kıskançlık alır başını gider zenginin malı züğürdün çenesini yorar.

Pamuk para kazandırır ama arazileri bitirip çoraklaştırır. Güneylilerin toprak ihtiyacı artmaya başlayınca ufak ufak komşulara yayılırlar. Yayılırsa yayılsınlar demeyin, düzen alabora olur “köleci zihniyeti” diğer eyaletlerin de kapısını çalar.

Kahrolası kâhyalar
Aslında köleler sayıları belli olan büyük çiftliklerin malıdır. Ancak yoksul beyazlar da köleliğe taraftardır, böylece en altta kalmaktan kurtulurlar. Kaldı ki siyahlar özgür kalırsa, onlarla rekabete girecek, zaten dar olan imkanlara sulanacaktırlar.

Güneyli siyasiler, yazarlar, rahipler köleliğin kuzeydeki sermaye-emek ilişkisinden daha insancıl olduğunu savunurlar. Evet bir zamanlar çiftçi aileler yanlarına aldıkları kölelerle yüzgöz olur, onlara sahip çıkarlar. Ancak işler arttıkça sırça saraylara çekilir, kapılarını kapatırlar. Onları çalıştırsın diye eli sopalı kâhyalar tutar, sadece kaldırdıkları ürüne bakarlar. Bu kâhyalar süzme psikopattır, insaf merhamet tanımaz, sırf aferin alabilmek için adamların (kadınların ve çocukların da) canını çıkarırlar.

Basının gücü
Kuzeyliler Güneylilerin bu tavrından rahatsızdırlar nitekim, Massachusettsli bir genç (William Lloyd Garrison) “The Liberator” (Kurtarıcı) adlı bir gazete çıkarır ve “kölelerin azad edilmesi için yola çıktım... Bu konuda ılımlı olmayacağım... Kaçamaklı dil kullanmayacağım, köle kullananları bağışlamayacağım... Asla geri adım atmayacak ve sesimi duyuracağım” yazar. Ama bu tavır siyahları ezdirmekten başka bir işe yaramaz. Baskılar artınca köleler “Yeraltı Demiryolu” diye anılan gizli ağlarla Kuzey’e (genellikle Kanada’ya) kaçarlar. Sadece Ohio’da, 40.000’e yakın kaçak köle özgürlüğüne kavuşur ve bu kaçak kölelerden biri (Frederick Douglass) Kuzey Yıldızı gazetesinde başyazarlık yapmaya başlar. Kendi yaşadıklarından hareketle insan simsarlarının maskelerini yırtar.

Bu heyecanlı çağrılar Kuzeylileri ayaklandırır, Güneyli patronları zalim ve işkenceci olarak yaftalamaya başlarlar. Gelgelelim ne Garrison, ne Frederick, ne de adı büyük senatörler Harriet adlı ufak tefek kadıncağız kadar gürültü koparamazlar. “Tom Amcanın Kulübesi” tefrika edilmeye başlanınca yer yerinden oynar.

Öksüzün biri ama...
Efendim, Harriet Beecher Stowe 7 nüfuslu bir ailenin dikkate alınmayan çocuğudur. Siliktir, donuktur, tutuktur. Sürekli neşeli ve becerikli ablası ile kıyaslandığı için mutsuzdur. Hele annesini de kaybedince yapayalnız kalır. Babası Kalvinci bir papazdır, cemaate “yavrularınıza şefkat gösterin” diye öğüt verir ama kendisi uymaz. Hele Harriet’i hepten yok sayar. Disiplinse disiplin, itaatse itaat, hatta çocuk (sırf babasının gönlü olsun diye) İncil’den pasajlar ezberler ama yine de yaranamaz. Gün gelir, değersiz olduğunu, bir işe yaramadığını düşünür ve ciddi ciddi ölümü arzular.

Evet ablası Catherina kadar güzel değildir ama onun da meziyetleri vardır. Henüz 7 yaşında olmasına rağmen uzun şiirleri ezberlemekte zorlanmaz. Kendini yalnız hissettikçe kalemine sarılır, derdini defterine dökmeye bakar.

Catherina öğretmen olunca kardeşine de sahip çıkar, Harriet’i “Hartford Kız Akademisi”ne aldırtır, Latince, İtalyanca ve Fransızca öğrenmesini sağlar. Nitekim henüz 15 yaşındayken küçüklere kurs vermeye başlar. Öğretmen yamaklığı matah bir iş değildir ama ilk kez bir işe yaradığını hisseder ve hayatında yeni bir sayfa açar.

Ah bir de yazmaya başlasa...