Üniformalı Seyyah ALBAY COOK

|

1728 yılında Cleveland’da doğan James Cook okumaya, araştırmaya meraklı bir çocuktur ama elinden tutan olsa... Babası İskoçya’dan göçmüş bir tarım ırgatıdır, oğlunu çiftlik sahibinin destek verdiği müddetçe (12 yaşına kadar) mektebe yollar ama patronla limoni olunca tedrisata nokta koymak zorunda kalırlar.

James bakar babasının yanında ne uzayacak ne kısalacak, atar ceketini omzuna, rızkını rüzgarın savurduğu yerde arar. Whitby yakınlarındaki bir sahil köyünde dikiş iğnesinden gemi halatına, çamaşır leğeninden salamura balığa kadar her aranılanı satan bir mağazada tezgahtarlık yapar. Burada birçok denizci ile tanışır ve teknelere ilgi duymaya başlar. Nitekim 1746 yılında kömür taşıyan bir mavnada iş bulur, ancak hep aynı güzergâhda gidip gelmek canını sıkar. Halbuki o denizaşırı ülkeleri görmeyi, değişik insanlarla tanışmayı arzular.

Kaptan köşküne
Denizciliğe başladıktan 9 yıl sonra kaptan olan James gemilerin kızağa çekildiği kış aylarında matematik geometri çalışır, hani eline de gönye pergel yakışır. Nitekim bu birikim ile deniz kuvvetlerine girmeyi başarır, işe güverte onbaşısı olarak başlasa da kısa sürede lostromoluğa çıkar. Gel zaman git zaman onu Kraliyet Donanmasının güçlü gemilerinden Pembroke’un kaptan köşküne oturturlar. “Yedi Yıl Savaşları”nda Fransızlara karşı savaşan Kaptan Cook, öyle büyük büyük başarılara imza atamaz ama hata da yapmaz.

1763-68 yılları arasında kırık dökük bir uskuna ile Newfoundland Adalarını dolaşıp haritalarını çıkaran Cook’u Büyük Okyanusta düzenlenen bir araştırma gezisine yollarlar. Endeavour adlı gemiyle tam 4 yıl deryayı dolanır, yelkenini rüzgara göre açar. Bu arada birçok ilim adamıyla teşrik-i mesaide bulunur ki bunlar güney yarımkürede mutlaka büyük bir kıtanın (Terra Australis) olması gerektiğini düşünür, aksi halde dünyanın dengesinin bozulacağına inanırlar.

Ekip, Joseph Banks adlı bir coğrafyacının işaretleri doğrultusunda meçhul kıtayı arar, önce Tahiti’yi sonra Yeni Zelanda’yı keşfeder, nitekim Avustralya’nın kuzey kıyılarına ulaşırlar. Kah gemiyi mercan kayalıklarına oturtur, kah dizanteri olan tayfalarla uğraşırlar. Kayıp vermelerine rağmen seferi başarı ile tamamlar ve raporu allayıp pullayıp Kral’a (III George) sunarlar. Haşmetmaapları çok memnun kalır ve onu “yarbay” yapar.

Kaptan Cook keşiflerine yenilerini ekledikçe rütbesi artar, hem Albay olur, hem de ünlü bilim kulübü Royal Society’e girip çıkmaya başlar. Bir ara denizcilerde sıkça rastlanan iskorbüt hastalığı üzerine kafa yorar. O yıllarda tayfalar ahır gibi havasız kamaralarda yatmakta ve sebzeye meyveye hasret kalmaktadırlar. Kaptan Cook hastaları aydınlık ve ferah koğuşlara alır, önlerine portakal, maydanoz, tereotu gibi C vitamininden zengin gıdalar koyar. Neticeler umduğundan da iyi çıkar, onu bu çalışmalarından dolayı “büyük ödül”e layık bulurlar.

Kayıp kıta
İşte bu payeden aldığı hızla en güneye yönelen, yeşil ülkeler ve bereketli topraklar arayan Cook Antarktika’ya ulaşır ancak su ve buzdan başka birşey bulamaz. 1772’den 75’e kadar Terra Australis hayaliyle Okyanusta çalkalanan serüvenci albay sürekli doğuya giderek çepeçevre dünyayı turlar. Paskalya ve Tanga adalarını keşfeder nitekim Terra Australis’in ancak Avustralya olabileceğine düşünmeye başlar ki yoldaşları da aynı kanaattadırlar.

Kan gu ru?
James Cook bir ara Avustralya’nın doğu kıyılarında karaya çıkar. Bitki örtüsünün zenginliğinden dolayı “Botany Bay” (botanik koyu) adını verdiği bir koyda, fare suratlı, kalın kuyruklu, keçi gibi çevik, geyik gibi semiz, sıçrayarak kaçışan bir hayvanla karşılaşır ki yavrularını keselerinde saklamaktadırlar. Aborjinlere (Avustralya yerlilerine) el kol hareketleri ile söz konusu yaratığın adını sorar.

Adamlar abuk subuk hareketler yapan üniformalı İngilize boş boş bakar ve “ne demek istediğinizi anlayamadık” manasına gelen “kan gu ru” cümlesini mırıldanırlar. Kaptan Cook “kan gu ru”nun ne demeye geldiğini yıllar sonra öğrenir ama meğer ki geçmiş ola...