Fotoğrafçılık Yolunda NIEPCE

|

Işık ve görüntü üzerine çalışan Müslümanlar henüz Orta Çağda delik bir kutudaki resimlerin ters düştüğünü, deliği küçülttükçe ışığın azaldığını ama netliğin arttığını bulurlar. Arap âlimi El Hazin (965-1038) karanlık oda üzerine çok kafa yorar, tecrübelerini sistemleştirir ve kara kutunun kitabını yazar.

Cabir İbni Hayyam ise (bundan 1200 yıl evvel) gümüş nitratın ışığa olan hassasiyetini keşfeder. Tabii bu iki kanalın buluşması zaman alır ve fotoğraf makinesine varıncaya kadar çoook sular akar.

Işıkla resim
Bilirsiniz Lenoardo da Vinci de karanlık kutuyu (kamera obscura) mıncıklar ama El Hazin’in üstüne pek bir şey koyamaz. Derken İtalyan Fizikçi Della Porta Giovanni, mevzuyu kurcalar, ışığın geçtiği deliğe ince kenarlı bir mercek oturtur, bunu ileri geri oynatarak görüntünün hem net, hem de aydınlık olmasını sağlar. Ancak Engizisyon böyle şeylerden hoşlanmaz Giovanni’yi sıkı bir takibe alırlar. Zavallı başına gelecekleri bilir, tası tarağı topladığı gibi uzak ülkelere kaçar.

17. yy’da mimarlar ve ressamlar karanlık kutuların arkasına koydukları şeffaf kağıtlara perspektifi düzgün resimler yaparlar. Derken John Zahn adında bir Alman merceğin arkasına diyafram yerleştirir ve ışığın şiddetini ayarlar.

Her gün yeni bir keşfin duyulduğu, şehirlerin aydınlatıldığı, ocaklarda gaz yakıldığı, lokomotiflerin yürümeye başladığı yıllarda Fransız subayı Joseph Nicephore Niepce güneşe fena takar, cildi karartan, çamaşırı ağartan ışınlar üzerine kafa yorar.

Komutan bey, ziyaya duyarlı bir tür asvaltı, kurşun kalay karışımı plakanın üzerine yayar ve bunu evinin duvarına çakar. Küçük bir delikten, dışardaki manzarayı plaka üzerine kaydetmeyi başarır ve “çığır” açar. Pozlama süresi 8 saati aşsa da iyi kötü bir resim elde eder ve “Fotoğrafçılığın babası” unvanını kapar. (1827)

Tabii bu resime ancak şamdanla bakılabilir oda aydınlanırsa plaka hepten kararır, ortada resim mesim kalmaz.

Oğlu İsidore da en az babası kadar zeki bir gençtir, Mösyö Niepce’yi çok iyi anlar. Bu ikili gravürleri aydınlatarak gümüş klorürlü satıh üzerine kopyalamayı başarırlar. Uğraşır didinir, negatife takla attırırlar. Dahası direkt (pozitif) görüntü verecek maddeler üzerinde çalışırlar. Ancak İsidore askere alınınca adamın eli ayağı kopar, fizikten de, kimyadan da, fotoğrafçılıktan da soğumaya başlar.

İşte o günlerde “Manzara ve Işık Oyunları Tiyatrosu”nun sahibi Louis Jacques Mande Daguerre ile tanışır ki bu adam karanlık oda vasıtasıyla gerçeğine yakın tablolar yapar. Niepce safın tekidir, bildiklerini ondan saklamaz, samimiyetle içini açar. Birlikte gümüş iyodürlü bir film hazırlar, çakıp çattıkları fotoğraf makinesıyla resim çeker ve sodyum hiposülfit ile tespit etmeye muvaffak olurlar. Ancak Niepce, bunların piyasaya arz edildiği günleri görecek kadar yaşayamaz.

Kime niyet...
Ortağı ölünce Daguerre hadiseye sahip çıkar ve siteme “Deguerrotype” adını takar. Niepce’den hiç bahs açmadan bilim akademisinin kapısını çalar. Fransız parlamentosu onu ayakta alkışlar, buluşunu satın alırlar. Uyanık şipşakçı hem itibar kazanır, hem de servetine servet katar.

Projede hatırı sayılır emeği olan asker İsiodore cephede yutkunup durur, oturup derdine yanar.

Onların ardından
* Fotoğrafın bakır plakalar üzerine çekildiği ama çoğaltılamadığı yıllarda Fox Talbot adlı bir İngiliz kağıt üzerinde basım yapmayı başarır.
* David Octavius Hill gölge ışık oyunlarında çok ustalaşır, çektiği fotoğraflarla parmak ısırtır.
* Derken portre fotoğrafçılığı itibarlı bir meslek olur, Gaspard Felix Tournachon (Nadar) ve III.Napoleon’nun resmi fotoğrafçısı Pierre Petit ciddi arşivler yapar.
* Gelgelelim bunlar maharet isteyen tekniklerdir, açık havada çalışırken mutlaka karanlık bir çadır ister, asistanlar ıslak plakaları yetiştirmek için koşturup dururlar.
* Bu arada merceklerin kalitesi artar. Mesela Jozeph Patsval’ın yaptığı objektifler ışığa çok hassastırlar. Pozlama süresi kısalmaya başlar.
*Ama şu var ki makineler hâlâ büyük ve ağırdırlar, 600 okkalık alametler odayı andırır ve ancak rayla taşınırlar. Filmlerin ağırlığı 20 kilodur, objetiflerin odak uzaklığı ise 3 metreyi aşar. Ne zamanki fotoğrafı karanlık odada büyültüp küçültmeyi akıl ederler, makineler ufalırlar.
* Nisbeten hızlı fotoğraf plakalarının yapılması ve optüratörün keşfi ile çekim süresini saniyelere sığdırırlar.
* İlk baskılarda filmin tabanı kağıttır ve lif görüntüsünden kurtulmak imkansızdır. Niepce’nin kuzeni Abel Niepçe ışığa duyarlı emülsüyonu, yumurta beyazı ile kaplanmış camlar üzerine emdirerek problemi aşar. (1847)
* 1851 yılında Robert Bingham adındaki İngiliz ıslak plaka tekniğini geliştirir. Bu sistemde çekilen fotoğrafı hemen banyo etmek gerekir, kaldı ki cam kırılgan bir malzemedir işte tam bu noktada George Eastman adlı bir adam çıkar, filmleri makaralara sarar, fotoğraf makinelerini (KODAK) cebe sokar.