Uslanmaz Türk Düşmanı PATRİK GREGORİOS

|

Osmanlılar Patrikhaneyi her türlü vergi ve resimden muaf tutar, Ortodoksların evlenme, boşanma, miras gibi davalarını onlara bırakırlar. O güne kadar sadece ruhani işlere bakan Patrikler dünyevî işleri de yönetir, bir bakıma “sınıf” atlarlar. Yargı ve eğitim alanlarında mesuliyet üstlenmekle kalmaz, Sırplar, Romenler, bazı Arnavutlar, hatta Araplar üzerinde söz sahibi olurlar. Osmanlının güçlü yıllarında “devlet içinde devlet” olan Patrikhane göze batmaz, ancak gailelerle boğuştuğumuz dönemlerde hem Bulgarları, Ermenileri, Süryanileri ezer hem de koruması altında yaşadıkları devlete ihanette bulunurlar.

Etniki Eterya
Mesela Patrik III. Pantenios’a durduk yerde huzur batar! Üstüne vazife gibi Eflak ve Boğdan’ı ayaklandırmaya kalkar. Köprülü Mehmet Paşa voyvodalara gönderilen mektupları ele geçirip Patriğin önüne koyar. Patrik suçunu saklamaz, Osmanlılar da onu Parmakkapı’da sallandırır ayrılıkçıları anladıkları dilden uyarırlar (1657).

Bilirsiniz Müslümanlar vakıf eserleri için dünyanın öbür ucundan sütun getirir, granitin en sertini, mermerin en gösterişlisini ararlar. Ancak evleri için kendileri gibi “geçici” malzemeleri seçer, çoğu kez “ağaçta” karar kılarlar. İstanbul’un asırlık ahşapları birbirine yaslanır, cumbalar kafesler sokaklara abanırlar... Ahşap iyidir hoştur da ufacık bir kıvılcımla birkaç semt silinir, koca koca mahalleler “kül” olurlar.

Patrikhanede yuvalanan hainler şehrin bu zaafını gözden kaçırmaz Osmanlıyı yangınlarla sarsmaya kalkarlar. Etniki Eterya militanları sağı solu kundaklamalı, o kargaşada katliâm yapmalı, halkı dehşete düşürüp İstanbul’dan soğutmalıdırlar. Aynı usulle Haliç’te dizilen tekneleri ateşe vermeli ve donanmayı tutuşturmalıdırlar. Üçüncü merhalede padişahı saf dışı bırakmalı ve Bizans bayrağını Ayasofya’ya asmalıdırlar.

Cezasız kaldıkça Patrik Gregorios’un cüreti artar, Rusların desteğiyle Yunanları kışkırtmaya başlar. Mora isyanında 70 bin masumu katleder, ortalığı kana boyarlar. Yakalanan asilerin üzerinden Patriğin eliyle yazdığı “cenk duaları” çıkar. Osmanlılar ansızın Fener’i basar, hem harekât planlarını bulur, hem de külliyetli miktarda silah yakalarlar.

Mahmud Han yine de Patriği dinleme nezaketini gösterir ve neler olduğunu sorar. Gregorios “Sen nasıl Türklerin lideriysen, ben de Rumların başıyım, dilediğimi yaparım” gibilerinden küstahca konuşup sabrımızı zorlar. “Adli” mahlası ile içli şiirler yazan 2. Mahmud olgun, sanat ehli ve yenilikçi bir sultandır. Müsamahası ile tanınır ama bakar karşısında basit ve sorumsuz biri var, onunla muhatap olmaz. Ancak Sadrazam Benderli Ali Paşa ve adamları bu edepsizliği Patriğin yanına komaz onu Fener’in orta kapısına asarlar. Rumlar söz konusu kapıyı kilitler, kapar ve burada bir Türk büyüğünü (bugün itibariyle cumhurbaşkanı, başbakan) asmadıkça açmayacaklarını haykırırlar. Buna rağmen Patrikhane’nin yetkileri sınırlanmaz aksine Tanzimat Fermanı ile imtiyazları artar. Ruhban Okulu, silah ve cephane deposu olur “harp akademisi” gibi çalışmaya başlar. İşgal yıllarında Patrikhane tarafından kurulan Mavru Mira isimli şebekeyi bizzat Patrik Vekili Dereteos yönetir ve doğrudan doğruya Yunan Kralı Venizelos’tan talimat alırlar. Ruhban Okulu Yakovas, Emilyanos, Bartholomeos gibi isimleri yetiştirir ki, bunlar Türk Devletine asla dost olamazlar.

Haçlılar atakta...
1948’de Patrik olan Amerikalı Athenagoras, Ruhban Okulunu direkt kendine bağlar. Öğrencilerin neredeyse tamamı (on tanesi hariç) yabancıdır ve onlara Türk düşmanlığı aşılar. 1971 yılında Anayasa Mahkemesi’nin yüksek okullarla ilgili kararına dayanılarak teoloji bölümü kapatılır. Onlar da adlarını “Özel Heybeliada Rum Erkek Lisesi” yaparlar. 1984 yılından itibaren öğretim durur, çünkü öğrencileri kalmaz. Ruhban Okulu faal olduğu dönemlerde Laik Anayasa ile Tevhid-i Tedrisat Kanununu delmekte zorlanmaz. Ancak vakıf statüsünde olmadıkları için yüksek okul açamazlar.

Ruhban Okulu yine gündemde ve yine yabancı ülkelerden militan toplayıp ‘Makarios’lar yetiştirmek istiyorlar.

Yok, eğer “biz barıştan yanayız” diyorlarsa önce “kin kapısı”nı aralasınlar.

Maneviyatlarını yıkmadıkça...
Patrik Gregorios’un Rus Çarı İkinci Nikola’ya yazdığı mektuptan satırlar:
“Türkleri maddeten ezmek, yıkmak imkânsızdır. Müslümanlar sabırlı ve mukavim insanlardır. Günlük hayatta mütevazı dururlar ama düşmana karşı mağrurdurlar. Dinlerine bağlıdırlar, kadere rızâ gösterirler, kumandanlarına toz kondurmazlar. Zekîdirler, çalışkandırlar ve akıl almayacak kadar kanâatkârdırlar.

Bu yüzden evvela manevî rabıtalarını (bağlarını) kesretmek (parçalamak), dînî metanetlerini zaafa uğratmak icâb eder. Bunun da en kısa yolu, onları dinlerine ve an’anât-i milliyelerine (geleneklerine) uymayan hareketlere alıştırmaktan geçer. İşte bu yapılabilirse Türkler, kendilerinden kalabalık kuvvetler önünde savaşamazlar. Osmanlı Devletini tasviye için harp meydanındaki zaferler kâfi değildir. Hattâ, sâdece bu yolda yürümek Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden, kendilerine dönmelerine sebeb olabilir. En akıllıca iş Türklere hissettirmeden, bünyelerindeki tahribatı tamamlamaktır.”