Harmancık Tekfuru KÖSE MİHAL

|

Selçuklu Sultanı Alaaddin, Kayı boyuna Söğüt’te yer gösterince yöre Rumları ayağa kalkarlar. Diğerleri gibi Harmankaya Tekfuru Köse Mihal de Türkleri havaliden sökme hesabı yapar. Eskişehir Tekfuru ile güç birleştirip baskına giderlerken Osman Gazi’yle karşılaşırlar. Ortalık ansızın karışır, silaha sarılırlar. Köse Mihal öyle basit bir muharip değildir, güçlüdür, süratlidir, bileğine güvenir. Kılıcını havaya henüz kaldırmıştır ki bir akıncı yıldırım gibi atılıp beline dolanıverir. Attan birlikte düşer yerlerde yuvarlanırlar. Köse Mihal bu delikanlıdan öyle bir tokat yer ki yıldızları sayar. Kendine geldiğinde ölen ölmüş, kalan kalmış kavga çoktan bitmiştir.

Köse Mihal zincirlere vurulup deliğe tıkılsa şaşmayacaktır ama insanca muamele görünce çok bocalar. Osman Bey onu yedirir içirir, misafir gibi ağırlar. Söğüt’te dilediği gibi dolanır, beldenin Rumlarıyla oturup kalkar. Türkleri onlardan dinleyince bir çok sorusu cevap bulur, artık Osmanlıya başka gözle bakar.

Hele fukaraya din, dil, ırk farkı gözetmeksizin aş dağıtan imarethanelerden çok etkilenir. Türke kılıç çektiği için pişman olur, oturup nefis muhasebesi yapmaya başlar.

Gidebilir miyim yani?
Arasıra elini vicdanına koyar “eğer o çatışmadan ben galip çıkaydım ne yapardım” sorusunu kendine sorar. Muhtemelen Osman Bey’i ite kaka halkın arasında dolandıracak ve gün görmez izbelere tıkacaktır. Önüne çok çok kuru bir ekmek, belki bir maşraba su koyacaktır o kadar. Öldürmese de koz olarak kullanacak, en azından fidye koparacaktır. Hele Osman Bey Bilecik ya da Yarhisar Tekfurunun eline geçecektir ki... Garanti derisini yüzer, içine ot doldururlar.

Öyle ya da böyle bir hafta geçer, ancak belirsizlik can sıkar. “Asacaklarsa assınlar” deyip Osman Gazi’nin huzuruna çıkar. Mevzuya kestirmeden girer ve kendisine ne yapılacağını sorar. Osman Gazi sakalını sıvazlıyarak gülümser “ne yapmamızı bekliyorsun?”
- Bilmem... Zindana atabilirsin meselâ.
- Ne yazık ki zindanımız yok.
- Beni öldürecek misin?
- Biz dedemizden öyle görmedik. Romen Diyojen’i hatırlasana.
- Öyleyse fidye isteyeceksiniz.
- Senin için kuruş vereceklerini sanmam, yerine göz dikenler dönmeni istemiyorlar ki..
- Sahi siz bütün esirlere böyle mi muamele edersiniz.
- Elbette, bu dinimizin emri. Kaldı ki siz esir değilsiniz.
- Beni bağışladığınızı mı söylüyorsunuz yani?
- Allahü teâlâ affedeni sever, güç elindeyken affedeni daha çok sever.
- Ne yani şimdi çıkıp gidebilir miyim?
- Sen bilirsin.
Osman Gazi ona yağız bir at hazırlatır. Yanına kartal bakışlı, kaplan pençeli on süvari katar, kalesine yollar.

Harmankaya’ya vardığı günlerde hisar kapısından sesler duyar. Neler oluyor diye surlara çıkar. Müslüman bir çoban elindeki titrek titrek meleyen kuzuyu göstererek “bu hayvancık bizimkilere karışmış. Kime ait diye sağı solu dolandırdım, kalenizin önünden geçerken anası kokuyu aldı, içerden acı acı bağırdı. Alın şuncağızı anasının yanına katın” der.

Uykusuz geceler...
Mihal bir hoş olur, bir kuzu için gece vakti kale kapısına yanaşıp, ölümü göze almak... Bu Müslümanlar ya çok mükemmel insanlardır ya da anlatılamayacak kadar saftırlar. Doluya koyar aldıramaz boşa koyar dolduramaz. İçine bir kıvılcım düşer hak ile batıl arasında gidip gelmeye başlar.

İşte Yöre Tekfurları hain tuzaklar kurduklarında, içindeki sese uyar. Osman Gazi’yi ikaz eder, ava gidenler avlanırlar. Bunu yaptığı için zerre kadar rahatsızlık duymaz, aksine yüreğine serin serin bir şeyler akar.

Köse Mihal uykuyu dağıttığı gecelerden birinde “Ya Rabbi” diye yalvarır, “Sana inanıyor, Sana sığınıyorum. Evet ilmim az, hakkı batılı ayıramıyorum ama Sen herşeye kaadirsin. Neden razı isen onu karşıma çıkar, yoluna er olayım!”

O gece rüyasında yüzü suyu hürmetine kâinatın yaratıldığı Server’i görür ki yanlarında eshab-ı kiram da vardır. O güne kadar gördüğü en hoş yüzün, en tatlı sesin sahibi İslâm’a davet edince içi ılınıverir, kalbi çoşkuyla çarpar. Fahr-ı âlem ona “Abdullah” ismini münasip görür, “şimdi var git Osman Gazi’yi bul ve ona yardımcı ol” buyururlar.

Mücahid Abdullah
Çağrı açıktır ve Köse Mihal gereğini yapar. Yanına cins atlar, sanatlı kılıçlar, değerli şallar alır, Osman Bey’in huzuruna çıkar. Rüyasını öyle içli bir şiirle anlatır ki gaziler göz yaşlarını tutamazlar.

Köse Mihal (artık ona Abdullah desek iyi olacak) yöreyi avucunun içi gibi bilir, birlikte Mekece (Osmaneli), Akhisar, Geyve, Löblüce’yi alırlar. Mudanyayı ele geçirip Bursa’yı bunaltırlar. Şehir tam iki yıl kuşatma altında kalır ki öyle kolay ele geçecek gibi değildir. Mihalgazi unutulmaz bir hizmet yapar, gider Bursa valisi Broses’in yanına çıkar. Ona direnmenin lüzumsuzluğunu, Osmanlı’nın adaletini anlatır. Broses buna benzer şeyleri başkalarından da dinlemiştir ama bu kez karşısında sıradan biri değil, bir zamanlar kendisi gibi tekfurluk yapan bir asil vardır. Bursa’nın kapılarını Osmanlıya açar ve asla pişman olmaz.

Abdullah Gazi’nin kabri Mihalgazi yakınlarındadır, yolu yöreye düşenler büyük mücahidi ziyaret eder, ruhuna Fatiha-ı şerif okurlar.