Efsane Tüccarı ESTHER HOWLAND

|

Geçen yıl “Sevgililer Günü”nde güller tükenince Rusları bir telaş sarmış ki sormayın! Düşünün tek gonca için bin dolar verenler olmuş, çiçekçiler para basmışlar. Ama bu sene tedbirliymişler, n’olur n’olmaz diye derin dondurucuya üç beş dal atmışlar.

Alışveriş sitelerine girip çıkanlar iyi bilir, yılbaşına doğru fiyatlar tırmanır, sonra gevşer, sevgililer gününde tekrar tavan yapar. Millet üçüne beşine bakmaz, deli gibi para harcar. “Anneler Günü” ayrı dert, “Babalar Günü” ona keza... Böylesi günlerde piyasada dönen meblağı hesaplarsanız kırk tane Afrika ülkesini abad eder, üstüne birkaç tane de Asyalı koyar.
İyi de nedir bu israf, hem ne gereği var?

Hurafeler arasında
Efendim ‘Sevgililer Günü’nün köklerini bulmak için belgeleri tırmalarsanız karşınıza pagan Roma’nın putperest âdeti “Lupercalia” çıkar. Romalı çapkınlar bu günü iple çeker, iki elleri kanda olsa “üreme ayinine” katılırlar. Avrupalılar kuşların böceklerin çiftleşmeye başladıkları gün (14 şubat) Tanrıça Februata Juno’yu kutsar. Çoban Tanrısı Lupercus ile Bereket Tanrısı Faunus’a da göz kırparlar. Akılları sıra koyunların (ve insanların) doğurganlığını artırırlar.

Tapınma başlar başlamaz yakaladıkları köpekleri boğazlar, derilerini yüzer, ince ince kesip kırbaç çıkarırlar. Sonra “Luperci” adı verilen gençler şehre dağılır, kanlı kamçılarla kadınlara vururlar. Kırbacı yiyen cinsi latifin tez günde hamile kalacağına inanılır, kokonalar bile omuzlarını boyunlarını açar, “beni kırbaçla, beni kırbaçla” diye yalvarırlar. Bu kırbaçlara “februa” adı verilir, zaten şubat ayına bu yüzden “February” buyururlar!

Ayinin erkekleri ilgilendiren tarafına gelince, o gün genç kızların adlarını parşömenlere yazar, vazolara atarlar. Hadi buyrun kuraya, artık kime çıkarsa... Bu çirkin macera nadiren evlilikle neticelenir, zavallılar kirletildikleriyle kalırlar.

Hristiyanlık yayılınca bu tür saçmalıklara son verir, Lupercalia’yı yasaklarlar. Lâkin alışmış kudurmuştan beterdir, âdetleri kazımak kolay olmaz. Yine kenarda kuytuda buluşur, bildiklerinden şaşmazlar. Nitekim Roma Arkeoloji Dairesi Müdürü Adriano La Regina, Lupercalia ile karnavallar arasındaki bağlantıya dikkat çeker ve “söz konusu ayin bir şekilde Venedik’te yaşıyor (Mardi Gras)” demekten kaçınmaz.

M.S. 4 asırda Papa olan Galasius, bu âdeti tedricen kaldırmaya bakar. Gençler yine 14 Şubatta bir araya gelir ve ellerini yine vazoya atarlar. Ancak bu parşömenlerde onun bunun kızı değil, azizlerin ismi yazar. Rahipler “bahtına çıkan azizi örnek al ve onun gibi yaşa” diye nasihatte bulunurlar.

Gelgelelim bu usul başında kavak yelleri esen çapkınları sarmaz. Galasius bakar olmuyor, işin içine biraz aşk meşk katar. Tutar Valentine hikayesini yayar, belki de oturup kendi yazar.

Peki kimdir bu Valentine, hem ne yapar?
Efendim, anlatılanlara bakılırsa Kral Claudius aklını ordusuyla bozar. Eli silah tutan bütün erkekleri asker olmaya zorlar. Ancak birileri ben evliyim, ben nişanlıyım diye yan çizince vitesten atar, “bundan böyle evlenmek nişanlanmak yok” der ve aile ocağına dinamit koyar.

Memleket tez günde kerhaneye döner, fuhuş kusturmaya başlar. Lâkin Valentine yasağa rağmen gençleri evlendirir, hiç değilse üç beş çiftin “aile gibi” yaşamasını sağlar. Ama gelin görün ki fitneciler boş durmaz onu İmparatora gammazlarlar. Muhafızlar da Valentine’i içeri tıkar, döve döve canına çıkarırlar.

Yıl 270’ler filan. Gün: Tabii ki 14 Şubat!
Henüz İslamiyet neşredilmemiş, Hristiyanlık nehyedilmemiştir. Hatta konsiller bile yapılmamış, “teslis” yayılmış değildir. Valentine gerçekten yaşar mı, yoksa efsane midir? Bir kişi midir, ekip midir? Bunları bilmiyoruz ama itiraz yine papazlardan gelir. 1969 yılında toplanan Roma Kilisesi 14 Şubat’ı “hususi günler listesi”nden çıkarıverir.

Doğrusunu isterseniz Batılılar 1847 yılına kadar Valentine’i tanımazlar. Ta ki Esther Howland adlı Worcesterli uyanık mevzuya el atıncaya kadar.

Kurnaz kadın o sene 14 Şubat’ta eşe dosta, sağa sola “Valentine Day’s” (Sevgililer Günü) kartları yollar. Bu kartların talep bulacağını umar, hazırlıklarını ona göre yapar. Şuurlu şovlarla milleti ayaklandırır ve babasının kırtasiye dükkanında binlerce kart satar. Kısa bir süre sonra üç katlı bir malikane yaptırır ve şirketini (New England Valentine Company) kurar.

Noel Baba deseniz ayrı tezgâh... 1860 yılında karikatürist yazar Thomas Nast kırmızı yanaklı, balkon göbekli bir ihtiyarı Harper Weekly dergisine çizgi roman kahramanı yapar. Nast’ın hayal gücü sınır tanımaz, miniklerin kulağına Kuzey Kutbundaki Kahkaha Vadisi’nde iyi ve kötü çocukların fişlendiğini fısıldar.

1900’lü yıllarda Coca Cola reklamına transfer olan Noel Baba’ya firmanın renklerini (kırmızı beyaz) uyarlar, ponponlu külah ve beyaz sakal yakıştırırlar. Montgomary Ward’ın reklam yazarları ise ona kırmızı burunlu Rudolf’u bağışlar, bir şekilde kıyak yaparlar (1939). Gelgelelim Batılılar Noel ve geyiklerine “din gibi” inanır, gülüp geçeni inançsızlıkla suçlarlar.

Çağdaş sömürü
Sahi 14 Şubatın paganlardan mı papazlardan mı kaldığı kimin umurunda? Kapitalistler mevzuyu allar pullar, benim diyen Müslümanları bile peşlerine takarlar. Çikolata, elektronik eşya, mendil, çamaşır, fistan... Sadece kalp şeklindeki kırmızı yastıklardan kamyonla para kaldırırlar.

Gün gelir batıl kök salar, mahallede yeri, âlemde namı olan ağır abiler bile yengeye (ya da manitaya) çiçek yaptırmak zorunda kalırlar. O yaştan sonra çoluk çocuğun diline düşer, karizmayı çizdirip madara olurlar. Hele bi unut, harbiden cıngar çıkar.

Aslında sevenlerin hediyeleşmesi güzel bi şey.
İyi ama niçin kırmızı yastık?
Hem neden 14 Şubatta?