Türkler Avrupa'da BALAMİR HAN

|

Bilen bilir, bir zamanlar Türk ressamları Amerikan çizgi romanlarına karşı milli kahramanlar çıkarmışlardı. Milli dediysek hemen “Aaa ne iyi” diye atlamayın, bizimkiler zaman zaman poşetlik işler yapıyorlardı. Elin Teksas’ı Kızılderili kızlarından bile utanırken, Yüzbaşı Tommiks, Suzi’yi görünce kulaklarına kadar kızarırken yiğitlerimiz prensesleri üçer beşer götürüyorlardı. Asılmadık nedime, girmedik yatak odası bırakmıyor, “kahpe Bizans”tan öcümüzü yaman (!) alıyorlardı. Camoka, Karaoğlan, hepsi aynı tüfeğin demirindendi ama en çapkınları Tarkan’dı...

Saçları omuzlarına dökülür, pöstekiden mamul mini eteği ile bacak şovu yapardı. Yanında evcil bir kurt taşır, işini tekme tokatla görür, iyice sıkışmadan kılıcına el atmazdı. Başı dikti ama çengel bıyıkları yer çekimine uyardı. Tarkan zor görevlerin adamıydı vesselam. Mesela uğrular “gümüş eğer”i çalınca Ulu Kağan derhal onu çağırır, elini omzuna koyup “bu işi başaracağından eminim” diye fısıldardı.

Macera bir anda babası Altar’la kahrolası Kostok’a kadar uzanır, bu arada büyücü Gosha (Eva Bender) başına çoraplar örer, akla gelmedik fesatlar çıkarırdı. Kostok’un yarma fedaisi Sorkof garibi paspas eder, tek tek kemiklerini kırardı. Yılanlı kuyular, akrepli çuvallar, küflü zindanlar, fokurdayan kazanlar derken ümidimiz biter ama son anda Hun Tulga bir yerlerden çıkar, iplerine bıçak atardı. (Iı ın ınnn) Şimdi sıra bizdeydi gayri, Kartal Tibe... (pardon Tarkan) asgari ücrete bıçak sallayan mezbaha emekçisi gibi üç vardiya kafa koparır ve nihayet kardeşi Tan’la karşılaşırdı. Büyücü Gosha öldüğü için efsundan kurtulan Tan kardeşini madalyonundan tanır, bu hazin kucaklaşma hepimizi ağlatırdı...

İşte Hunlar denilince benim gibi çizgi romanlardan “tarih okuyan” ve okulu kırıp sinemaya kaçan tembel tenekelerin aklında kalanlar...

Gelelim sahici kitaplarda yazanlara ve çalışkanların aklında kalanlara...

Orta Asya stepleri bazen zümrüt zümrüt yeşillenir, bazen sararır kehribar kehribar. İşte Ural Dağlarının karsız, Aral Gölünün susuz kaldığı, toprağın helva gibi kuruyup, damar damar çatladığı yıllardan birinde Hunlar kendilerine “yeni bir yurt” ararlar.

Kavimler göçü
Bir kısmı İran’a, Hindistan’a akarken (Akhunlar) bir kısmı da Balamir Han’ın komutasında İdil’i aşarlar. Avrupalılar onları yüz geri edebileceklerini sanır ama çok aldanırlar. Hunlar önce Ostrogotlar’ı sonra Vizigotlar’ı yener, Germenler’i sürer atarlar. Vandallar’ı, Slâvları ezer ve gelip Macaristan ovalarına otururlar. (375)

Dahası Roma gibi bir efsane imparatorluğu carrrt diye ortasından yırtar, Batı Roma ile Bizans arasında duvar olurlar.

İmparator I. Theodosius’un ölmesi (395) üzerine Balamir’in oğlu Uldız (Yıldız) Tuna’yı aşar ve ikinci bir göç dalgası başlar.

Derken Hunlar dört kardeşin (Rau, Baybars, Oktar ve Muncuk) komutasında Frankları, Saksonları, Galyalları dağıtır taaa İspanya’ya dayanırlar. Çaresiz kalan Bizanslılar barış istemek zorunda kalırlar.
Türkler her ne kadar savaşçı iseler de barış tekliflerini ciddiye alırlar. Sözlerinde durur, anlaşmayı bozmaktan sakınırlar.

Süvarinin fendi
Hunlar atlarını evlâdı gibi tutar, kalın zırhlara bürünüp hayvancıkları yormazlar. Eğer, üzengi kullanmaz atlarıyla yekvücud olurlar. Kalkanları küçük ve hafiftir ama onları ustalıkla kullanırlar. Çok iyi ok atar, zırhlı eğitimli ve tecrübeli lejyonerleri şişleyecek deliği mutlaka bulurlar. İcabında bir parmaklık göz aralığına ok çakar, beyinlerini akıtırlar.

Hun atları küçük, tüylü şeylerdir ancak dövüşten hoşlanır ve adam gibi laftan anlarlar. Düşman atlarını ısırır, tekmeler, yere düşen süvariyi ezerek kavgaya katılırlar. Hem dayanıklıdırlar da, uzun mesafeleri diğerlerinden beş kat kısa sürede alırlar. Zaten Hunlar yanlarında yedek at taşır (bazen yedeklerin sayısı üçe dörde çıkar), yorulandan iner, diğerine atlarlar. Sayısız at yüzünden düşmanlar Hun kuvvetlerinin miktarını tam olarak kestiremez, gereksiz tedbirler alırlar.

Biliyor musunuz, Roma da atlı birlikler o yıllarda önem kazanır. Zaten Orta Çağ Avrupası’nın şövalyeleri, Hun Alplerini taklide kalkarlar.

Türkler yiyeceklerini, silahlarını, çadırlarını kendi ayarlar, nerde sabah orda akşam mantığı ile yaşarlar. Av hayvanları ellerinden kolay kolay kurtulamaz, kaldı ki icabında ot kök yer, başbuğlarına ayak bağı olmazlar. Hun komutanları günü birlik kararlar alabilir, ikmal hattı kurmak gibi bir yükü omuzlamazlar.

Piyadeyi yendi
Hunlar, boynuz ve deriyle kapladıkları hafif yaylarını makineli tüfek gibi kullanırlar. Bir anda sadak boşaltır ve boşa ok salmazlar. Çevik atlarıyla rüzgar gibi eser geçer, göğüs göğüse mücadeleden pek hoşlanmazlar. Bu yüzden kadınları da işe yarar. Diyelim iş kılıca kaldı? Sadece kılıçlarını değil kama ve mızraklarını da ustalıkla kullanır, çelikten duvarlar gibi ilerleyen gök renkli zırhlıları dağıtmakta zorlanmazlar.

Hun atlıları bin türlü hile bilir, Avrupalıların hayatta sezemeyeceği tuzaklar kurarlar. Biteviye sayıca üstün kuvvetlerle karşılaştıkları için önce ok yağmuru ile sayıyı eşitlemeye bakar, düşman yıpranmadan ellerini kabzaya atmazlar. Oklara karşı kalkan kullanan birlikleri şaşırtır, bir grup havadan indirme yaparken diğerleri açık verenleri avlar.

Bazen Hun Ordusu bütün kuvvetiyle düşman hatlarını yarar, çarpışmanın en şiddetli anında geri çekilir, zaferi kazandığını sanan rakiplerini peşlerine takarlar. Bu arada atlarının üzerinde ters döner ve ön hattaki süvarileri oklarlar. Derken şiir gibi bir uyumla yanlara açılır ve düşmanı kuşatırlar. Anlatması kolaydır ama bunu ancak çok iyi organize olmuş talimli birlikler becerebilir, Hunlar’a barbar diyenler çok aldanırlar...