Sinemanın Palyaçosu CHARLIE CHAPLIN

|

Asıl adı Charles Spencer olan olan Şarlo, Londra’da doğar (1889). Babası Charlie Chaplin sirklerden sebeplenmeye çalışan çulsuzun tekidir. Her ne kadar kendini “müzisyen” olarak görse de cambazlıktan, palyaçoluğa ne iş olsa yapar. Anası deseniz ona keza. Şarlo tabiri caizse sahnede doğar, hayata tombul atların çektiği sirk arabalarının yuvarlak camlarından bakmaya başlar. Henüz 5 yaşındayken seyirci önüne çıkar, dans eder, taklalar atar, onu babasının adıyla “Küçük Charlie Chaplin” diye çağırırlar. Kriz yıllarında Avrupa’nın tadı kaçınca Chaplin ailesi şansını Amerika’da arar. Şarlo bir dans hastasıdır, annesinden babasından işin inceliklerini kapar. “Sekiz Lancshire’lı Delikanlı” oyunuyla gösteri dünyasına adım atar.

Dönüm noktası
İşte tam o günlerde babası ölür, annesi dengesini kaybeder, sık sık akıl hastanesine girip çıkmaya başlar. Şarlo sahipsiz kalır, en güzel yıllarını yetimhanelerde, vakıf mekteplerinde geçirir, gün gelir sokaklarda yatar. Birileri onu ensesinden tuttuğu gibi bir vapura atar, memleketine yollarlar. Ama Avrupa’nın durumu bin beterdir, İngiltere’de hiç yapamaz. Silbaştan göçmenlere katılır ve ikinci Amerika macerası başlar. Şarlo bu kez kararlıdır, gemi New York Limanı’na girerken yumruklarını sıkar “sıkı dur Amerika, seni fethetmeye geldim” diye haykırır “Hürriyet Heykeli”ni şahit tutar.

Şarlo’nun bildiği tek iş palyaçoluktur, nitekim bir sirke kapağı atar. Komedi programları sunan “Fred Karno Vodvil” topluluğunda yer aldığında ağzı henüz süt kokar (17). Ancak çocukluktan beri gösteri dünyasının içinde olduğu için dans, jimnastik ve palyaçoluğu birbirine karıştırır ve sıradan aktörlere fark atar. 1913’e kadar Karno’yla çalışan Chaplin kendi çapında ün yapar.

Olacak bu ya, tam da o günlerde Keystone firmasına tek makaralık filmler çeken yönetmen Mack Sennett’in kaprisli başrol oyuncusu tafra yapar. Yeni bir yüz ve daha disiplinli çalışan bir aktör arayışına giren Mack, nicedir takip ettiği Şarlo’nun önüne cazip bir teklif koyar. Kahramanımız “150 dolar” haftalıkla Hollywood’a adım atar ki bir palyaço bu parayı 6 ayda kazanamaz.

Şapkasız çıkmaz
Şarlo, uyumludur kendinden ne isteniyorsa “he” der, zorluk çıkarmaz. Ancak “Venedik’te Oto Yarışı” filminde “bir de beni dinleyin” der, badem bıyıklı, bol pantolonlu, dar fraglı, büyük potinli, bastonunu sürekli çeviren ve melonlu başını sakarlıktan alamayan bir tipi (bildiğimiz Şarlo’yu) ortaya koyar. O yıllarda İngilizler kasket, Meksikalılar hasır, Amerikalılar kovboy şapkası takarlar. Lâkin mutaassıp Yahudiler bu şapkada ısrarcıdırlar. Peki Şarlo Yahudi midir? Bunun cevabını yıllar sonra yine kendi yazar. “Gösteri dünyasında yer edinmek için Musevi gibi görünmek zorundaydım. Eğer böyle yapmasaydım. Hollywood’da asla tutunamazdım”. (Anılarım)

Cebi dolar dolar
Burunlarından kıl aldırmayan artistler “sinema zordur, bu boyacı küpü değil ki” deseler de bizimki hızlı çıkar, üç haftada bitmeyen filmleri iki günde atmaya başlar. İşte bu sürati onu şöhret yapar, maliyetleri yarısının yarısına düşürünce firmalar peşinde koşarlar.

Şarlo bir süre sonra kendi filmlerini yönetmeye başlar. Eh bu arada ücreti de katlana katlana artar. 1915’te Essanay şirketine haftada 1.250 dolara “he” derken, 1916’da Matual şirketinden haftada 10 bin dolar koparır, transfer için de 150 bin dolara imza atar. 1917’de de First National şirketi sekiz film için 1 milyon doları önüne koyar. İki yıl sonra, dönemin önde gelen yıldızları Mary Pickford, Douglas Fairbanks ve yönetmen D. W. Griffith ile birlikte kendi dağıtım şirketlerini “United Artists” kurar, bağımsızlığın tadını çıkarırlar.

Şarlo’nun ayakları yere basınca kuru kuruya maskaralık yapmaz, Göçmen filmiyle hür dünyaya koşan muhacirlerin çektiği eziyetleri anlatır, çağdaş köle tüccarlarının ipini pazara çıkarır. Ardından “Modern Zamanlar” filmi ile kapitalizmin çirkin yüzünü gösterir, “Şarlo Askerde” ile orduyu ve ordunun mantığını defe koyar. Ve beklenen olur, birileri onun “kesinkes Komünist” olduğu vehmine kapılırlar.

Bilirsiniz Amerika’da parayı bulanlar ya karılarını değiştirirler ya da yeni bir araba alırlar. Şarlo ikisini de yapar, birbirinden güzel arabalar alır ve alımlı kadınlarla takılmaya başlar. Yanisi şu ki adı Komüniste de çıksa burjuva gibi yaşar.

Şarlo “Altına Hücum”, “Yumurcak”, “Şehir Işıkları” filmleriyle başarısını sürdürür ama siyasetten de kopmaz. Hitler’i ve Mussolini’yi makaraya aldığı “Diktatör” filmiyle mesajın ötesinde “nasihat” vermeye kalkar.