Problemli Çocuk SLOBODAN

|

Uzaktan uzağa gelen makineli takırtıları...
Delik deşik duvarlar, minare hedefleyen namlular...

Gez göz arpacık, çocuk kadın avlayan snaypırlar, yıkılanlar, kaçışanlar...
Kan kokan morglar, bombalanan pazarlar, bağırsaklı lahanalar,
kanlı karnabahar, kol bacak saçılan asfaltlar...

Kuyulara doldurulan gençler, direnişçi diye yaftalanan tıfıllar.
Ekmek kuyrukları, su kuyrukları, nehirde yıkanan çamaşırlar...
Mezarlığa dönen futbol sahaları, yeşil hilalli taşlar.
Yerinden yurdundan kopan milyonlar...
Buğulu otobüs camlarından endişeyle bakan çocuklar...


Dön bu tarafa...
Tankını, topunu, uçağını yapan, istikrarlı ekonomisi ile üçüncü dünya ülkelerinin liderliğine oynayan Yugoslavya yırtılmaya başlar. Ticaret durur, fabrikalar kapanır, turizm biter, rüşvet alır başını gider ve açlıktan nefesleri kokar.

Bunca kan döküp memleket batırabilmek için beceriksizin de ötesinde bir şey olmak lazımdır, ki bunlara “psikopat” diyorlar.

Kara dul
Efendim Miloseviç 1941 yılında Karadağ’da doğar, Babası Svetozar milliyetçiliği ile tanınan ve “Aziz Korku” diye anılan bir Ortodoks papazıdır. Oğluna Slobodan (özgürlük) gibi iddialı bir ad takar. Yöre Osmanlıdan ayrıldığı günden beri huzursuzdur, insanlar birbirlerine güvenmez ve inanmazlar. Kimin kime kazık atacağı belli olmaz. Rahip Svetozar mesai arkadaşlarını “hükümete gammazladığı için” kiliseden kovulur ve hiçbir işte dikiş tutturamaz.

Slobodan’ın babası ne kadar ırkçıysa annesi o kadar komünisttir. Nitekim anlaşmazlık bacayı sarar ve ayrılırlar. Papaz baba bir başına yapamaz, tutar canına kıyar (1962). Nedendir bilinmez kardeşi de onu izler, kendini asar.

Anne Stanislava eli maşalı bir mektep müdiresidir. Tarih derslerine girer çıkar, habire Türklere saldırır, çocuklara kin aşılar.

Sloba’nın bu kadından ödü kopar. En ufak bir başarısızlıkta canına okur, nefes aldırmadan derse boğar. Arkadaş edinmesi kesinlikle yasaktır, ebeleme sobeleme her türlü oyuna ipotek koyar. Daima karalar giyen bu çatık kaşlı dul maddi durumu müsait olmasına rağmen banyosuz, mutfaksız bir evde yaşar. Akrabalarından bucak bucak kaçar ve perdeleri daima kapalı tutar. Ufacık çocuğun beynini Marx ve Engels’in ağdalı cümleleri ile doldurur, zavallıyı teoride yoğunlaştırmaya bakar. Ama Sloba’nın canı top oynamak ister, gizli gizli camdan dışarı bakar. O rutubetli izbede ıstırapla geçen yıllardan sonra Yoldaş Stanislava ilmeği boynuna takar ve son tekmesini sandalyeye atar (1972).

Kızıl kız
Sloba yapayalnız kalır ama bir bakıma baskıdan kurtulur, nefes almaya başlar.
Şimdi bu çocuğun darbesiz olduğunu söylemek mümkün müdür? Belki de bu yüzden babası kadar ırkçı, anası kadar kızıl olur. Topsuz bisikletsiz geçen yıllardan sonra her şeye sahip olmayı arzular. Gözü asla doymaz ve “acıma” diye bir duygu tanımaz.

Üniversite yıllarında annesinin yerini Mira Markoviç adlı bir kız doldurur. Yaşlı kadınlar gibi ağır makyaj yapan bu dilber, tilki kadar kurnazdır ve yıllar sonrasına oynar. Zaten Yugoslavya’da işini bilenler ne tarım ne ticaretle uğraşır, yatırımı siyasete yaparlar. Ne emek, ne sermaye, parti kademelerinde yükselen krallar gibi yaşar. Şimdi Mira’ya sadık, hırslı ama “çok da uyanık olmayan” bir erkek lazımdır ki Slobodan gibisini arasa bulamaz. Mira’nın annesi Vera ve teyzesi Davorjanka, Pozarevaç’da şuhluklarıyla tanınan iki yosmadırlar. Bayan Davorjanka zamanında Tito’nun metresi olduğu için derebeyi kesilir, karşısına çıkanın gözünü oyar.

Mira’nın annesi Vera da militandır ancak sıkışınca dostlarını satar. Nazilerin eline geçince bülbül gibi öter, Gestapolar, Partizanların canına okurlar.

33 derece Mason
Vera hafif bir kadındır, kızını kimden peydahladığını hatırlayamaz. Mira, “Markoviç” soyadını anasıyla düşüp kalkan bir parti yöneticisinden alır, zevahiri kurtarırlar.

Öyle ya da böyle bu yaşlı teyzelerin Kominist Partide hatırları vardır. Slobodan sadece bu gücü kullanmakla kalmaz karısının sözünü dinler, masonlara katılır. Batılı biraderleriyle teması sıkı tutar ve rakiplerinin omzuna basar. Yetmez, partinin ağır toplarından İvan Stamboliç’in gölgesine sığınır, yalakalık için takla atar.

Tito Yugoslavyası tam bir mozaiktir, Ünlü Mareşal Osmanlı’yı örnek alır ve doğrusunu yapar. Cumhuriyetler ve özerk bölgeler, kardeş kardeş geçinir (en azından öyle görünürler) birbirlerinin nasırına basmazlar.

Partililer hangi uyruktan olursa olsun farklı yaşar, devlete ait binalarda oturur, tatil köylerinden, kantinlerden, askeri hastanelerden faydalanırlar. Tito’nun şehirlerini şereflendirdiği günlerin sene-i devriyelerinde mutad nutuklar atar, terlemez, çalışmaz, üretime katılmazlar.

Yugoslavya’da her cumhuriyet “az geliştiğini” iddia eder ve fonlardan daha fazla istifadeye kalkar. Gel gelelim bütçeden kopardıkları paraları yatıracak mümbit projelerden mahrumdurlar. Hal böyle olunca şehirlerini geniş meydanlar ve mükemmel binalarla donatırlar. Sitelerin çoğu gökten bakıldığında “Tito” yazar.

Kapitalist gibi...
Ama Tito eski Tito değildir, son yıllarında saçlarını kırmızıya boyar ve janjanlı üniformalar giyerek maça yapar. Yugoslav gençleri sınıf mücadelesini filan sallamaz, kola içer, blucin giyer, rock dinler, Amerikalı gibi yaşarlar. Duvarları “üretimin faziletinden” dem vuran sloganlarla, “örgülü saçlı işçi kız” resimleriyle donatsalar da, mini, bikini alır başını gider, çılgın gibi tüketmeye bakarlar. Kaldı ki yurt dışında çalışan işçiler kapitalizmin nesi varsa yüklenip getirir, “Almanya’da böyle mi kardeşim” muhabbetleriyle sistemin altını oyarlar.

SARAYDAN KODESE

Gırtlağına kadar kana bulanan ve ülkesini yaşanmaz kılan Milo üç günlük Boşnak ordusuna da yenilince tilkice bir hamle ile Dayton Barış Anlaşmasına oturur, işin içinden sıyrılmaya bakar. Neye mal olursa olsun iktidarda kalmalı, yalan, dolan, hile, propaganda, her yolu kullanmalıdır. Zira koltuktan indiği gün yolsuzlukların hesabını sorar, yaka paça içeri tıkarlar.

O günlerde Sırbistanda hukuk mukuk kalmaz, mafya kök salar. Çeteler Avrupa’da çaldıkları arabaları ülkeye sokar, beyler gibi dolanırlar. Onlardan herkes yaka silker, onları herkes aşağılar. Yeryüzünde Jirinovsky’den başka savunanları kalmaz. Bir zamanlar üçüncü dünya ülkelerine liderlik yapan Yugoslavya paramparça olur, uluslararası arenada esamisi okunmaz.

Miloseviç zeminin kaydığını hissedince vitesi geriye takar. Utanmadan tükürdüklerini yalar, Clinton ve Tudjman’a yalakalık yapar. Her istenileni verir, önüne koyulanları paşa paşa imzalar.

Keyfler yerinde!..
Bu arada ailenin keyfi yerindedir. Karısı Marksist ideoloji üzerine felsefe yapan çıtır çocuklara sarkar, kızına sevgili dayanmaz. Ama şu var ki onlara takılanlar bürokraside yükselir, bir yerlere otururlar. Oğlu Marko “Madonna” adlı bir diskotek açar, âleme kayanların cüzdanlarını boşaltmaya bakar. Eh, boş zamanlarında da otomobil yarıştırıp, stres atar.

Basiretleri mi bağlanır ne, Sırplar Slobadan’ı hâlâ kurtarıcı sanırlar. Hırsızlığına uğursuzluğuna aldırmaz “sanki diğerleri ne” bahanesine sığınırlar. Bosna’dan ders almaz, Kosova’da da aynı haltları yer, köylere saldırırlar. Kan döker, ırza geçer, darada hafif pahada ağır ne bulurlarsa kaldırırlar. Ancak Arnavutlar dişli çıkar, Sırp ordusuna kök söktürmeye başlarlar. Milo, UÇK’yı terörist ilan edip batılılarla karşı karşıya getirmeye kalkarsa da NATO uçakları onları değil, Belgrad’ı bombalar. Artık Sırplar’a kimse inanmaz, kimse acımaz. Dünyanın gözünde Sloba basit bir Balkan gangsteridir o kadar. Çağdaş Tiran yedi düvele savaş açtığını ilan etse de başkent siren sesinden uyuyamaz. Spikerler Amerikan uçaklarını keklik gibi avladıklarından dem vurur, (güya) dağda bayırda pilot avı başlatırlar. Gelgelelim enerji ve haberleşme merkezleri isabet alınca panik başlar. Elektrik kesintileri, içecek su sıkıntısı, delik deşik yollar... Yine stres, yine kaos ve kaybolan itibar...

Ortalık toz duman
Milo pişkindir, kahramanlar gibi ekrana çıkar ve “yeni dünya düzenini bozduklarını” açıklar. Bu arada Kosovalı Sırplar, yörede barınamayacaklarını anlar, konvoylar halinde Belgrad’a doğru yola çıkarlar. Bunun adı mağlubiyettir, lâkin bizimki havai fişek gösterileriyle “zaferini” kutlar.

Bu arada üniversitelerin özerkliği kalkar, Sırp tarihi haricinde araştırma yapan bütün öğretim üyelerini kovar. Irkçılık prim yapınca süper milliyetçilerle, hiper milliyetçiler birbirine girer, yağlı kapı için didişip dururlar. Muhalefet hepten biter, kimse siyasetle uğraşmaz, halk “bana ne” moduna girer, başının çaresine bakar.

O günlerde İtalyan sınırında bir gümrük memuru Sırp yönetmen Zilnik’i kucaklar. “Nerden icap etti” diye soran muhatabına “ben de faşistim, aynen sizin gibi” diye fısıldar. Komünistliği ile övünen bir halka bundan büyük hakaret olamaz.

Sırbistan’da hâlâ tek parti vardır ve talandan yararlanmak isteyenler Milo’nun emrine girmeli, SPS’ye (Socijalsticka Partija Srbije) katılmalıdırlar. Ne iştir bilinmez teşkilat hanımının elindedir, Mira’dan habersiz kuş uçmaz. Bal tutup parmak yalayanlar genel başkana methiye yağdırır, karşılarına çıkanları Amerikan uşağı ya da Nazi hayranı olmakla suçlarlar.

Kimin haddine?
Hasılı nüfusun % 5’ine tekabül eden hakim tabaka (partililer, papazlar) pastanın neredeyse tamamına el koyar. Emekli maaşlarını ödemeyip yaşlıları sefil eden Sloba 50 bin tekaüdün parasıyla yat alır, savcıları yemleyip keyfine bakar.

Bunlar bilinir ama yazmak kimin haddine? En ufak bir imada “hakaret ve karalama davaları” açılır ve ısmarlama hakimler “gereğini” yapar. Sloba hasımlarını dinletir, izletir dürüst insanları da yolsuzluğa zorlar. Sonra İvan Stamboliç gibi bir lideri kaçırtıp, kurşunlatır, bir zamanlar elinden tutan politikacıya zerre kadar acımaz.

Muhalefet lideri Vuk Draskoviç ve dört yardımcısını “trafik kazasına” getirtir, gazeteci Slavko Curuvica’yı öte yana yollar.

Milo, emirleri sözlü verir ve bir satır bile yazılı belge bırakmaz. Ne bir mektep resmi, ne bir aile albümü. Ne hatıra defteri, ne de mektuplar...

Ancak Hırvat muhalefeti Tudjman’a rağmen kazanınca Sırbistan’da da taşlar oynar.

Birleşen muhalefetin başına geçen Koştunitsa, Slobodan’ın yaptığını yapar. Halkın hurafeye meylini bildiği için gider kahinlerin sırtını sıvazlar. Palavracı şamanlar “Sırbistan’ı sadece Koştunitsa’nın kurtarabileceğini” söylemeye başlarlar.

Tepe taklak
Sloba, rakiplerinin oy alabileğini sanmaz ama Koştunitsa daha ilk turda öne geçince seçimleri iptal ettiğini açıklar. Lakin millet eskisi gibi koyun değildir, kalabalıklar sokağa inince yapayalnız kalır, dost bildikleri görünmez olurlar. Protestocu gençler oğlu Marko’nun diskoteklerini yakar, çemberi daraltmaya başlarlar. Hele Rusya da Koştunitsa’yı tanıyınca oval eve sığınır ve silahlı muhafızlarla kendini korumaya kalkar. Oğul Marko sahte pasaportla yurt dışına kaçarsa da Çin sınırında yakalanır, onu paket teslim geri yollarlar. Karısı Mira hâlâ kuyruğu dik tutar, attığı nutuklarla saftroz devrimcileri ayaklandırmaya çabalar.

Ama artık çok geçtir, bir zamanlar yanında hazırolda duran adamlar Milo’ya kelepçe takar, yaka paça Lahey Adalet Divanına yollarlar. Parmaklıklar arkasında kalmak zor olmalıdır. Kanlı Tiran Moskova’ya gidebilmek için şişe şişe ilaç içer, bir bakıma Rus ruleti oynar.

Kendini uyanık sanır ama bu yüzden mevta olur.

Ne kendi etti rahat, ne âleme verdi huzur... / Yıkıldı gitti dünyadan, dayansın ehli kubur.