Hortumcu işbaşında MİLOSEVİÇ

|

Bilirsiniz ideolojik rejimlerde beceriksiz bürokratlar daha şanslıdırlar. Nasıl, Nazi Almanyası kafatasçı, Suud hükümeti Vehhabi idareci arıyorsa, Tito Yugoslavya’sı da Partizan’ların elinden tutar. Bu sistemlerde kabiliyet ve bilgi değil, sadakat esastır, nitekim Slobodan’ı da “ekonomiden anlamadığı halde” Belgrad Bankası’nın başına koyarlar. Sık sık yurt dışında inceleme gezilerine çıkan uyanığın gözü açılır ve kesesine çalışmaya başlar. Bankanın imkanlarını kullanır, devlet kesesinden ağalık yapar. Nitekim ona buna ulufe dağıta dağıta Ticaret Odası Başkanlığını kapar. Yolsuzlukları ortaya çıkınca vazifeden alınırsa da kol kırılır yen içinde kalır, zira sosyalist ülkelerde böylesi operasyonlar dışarı sızmaz.

Tito ölünce tılsım bozulur. “Ulu mareşal kendimizi sana adıyoruz” diye yırtınan partililer, boşta kalan saraylara bakar bakar “ulan adam ne götürmüş” demeye başlarlar. Bir anda otorite biter, cumhuriyetler arası çekişme gün yüzüne çıkar. Mesela bütün ülkeye yetecek kadar kömür istihsal eden ama iki yakası bir araya gelmeyen Kosovalılar “yeter artık” der sömürüye karşı çıkarlar. Bu arada Miloseviç Merkez Komite yolundaki engelleri aşar. Yaşlı komünistleri etrafında toplayıp liberallere savaş açar.

Vurun Arnavut’a
Doğu Almanya, Macaristan, Polonya ve hatta Rusya’da kızılların saltanatı sallanırken Sloba okullarda daha fazla Komünizm okutulmasını savunur ve rejimi hafife alan gençleri azarlar. Devrimin kutsallığından söz açınca alkışlayanı artar, o da “saldır kandır metodu” ile rakiplerini yemeye başlar. Zaten diktatörü kalmayan diktatörlükte onun gibi birini ararlar. Bu arada kardeşi Borislav gizli servisi ele geçirir, KGB ile temas kurar. Karısı Mira ise Marksist felsefe üzerinde laf ezer, genç hayranlarını peşine takar.

Sloba Kosova malubiyetinin 600’üncü sene-i devriyesinde Kral Lazar’ın kemiklerini mezardan çıkarıp, kandan kinden söz açar. Mitingin yapıldığı alana irin renkli bir anıt kondurur, üstüne Prens Lazar’ın sözlerini yazar: Her kim ki Sırp’tır ve Türklerle savaşmaz... Onun nesli kurusun adını anmasınlar!

O gün, Milo boyun damarlarını şişire şişire “Od Jadrana do İrana nece biti Müslümana” (Adriyetikten İran’a kadar - demek ki adamın işi bizimle- Müslüman bırakmayacağız) diye haykırır, salyaları mikrofona sıçrar. Düşünün, tam 2 milyon Sırp zafer şarkıları söyler, ayılanlar, bayılanlar... Irkçı militanlar her zamanki gibi içip içip taşkınlık yapınca mahalli polisler (bunlar Arnavut asıllıdırlar) coplarına sarılırlar. Miloseviç öfke ile kürsüye yürür ve “bu adamlar bir daha size asla vuramayacaklar” der. Bu adamlar... Size... Bu adamlar... Size...

İşte küllenen ayrılık “o gün” hortlar, Sırp televizyonları döner dolaşır Milo’yu gösterir, işi “bize böyle bir lider lazım” demeye vardırırlar. Sırp şairleri “batan güneşin saçlarında parıldadığı genç kurtarıcıya” methiyeler yağdırır, el birlik “kahraman” çıkarırlar.

Diktatörümüz Arnavutları çok çocuklu, vergi ödemeyen asalaklar olarak görür, özerklik haklarını ellerinden alıp, Stalin gibi sürmeye kalkar. Sırplara ise “Semavi halk” gibi bir paye bağışlar.

Mareşal Milo
Milo, Tito’dan sonra komutansız kalan ordunun liderliğini de üstlenir, salahiyeti ele güne bırakmaz. Ardından Yunanistan’daki manastırları ziyaret eder, gönül almaya bakar. Ateist partililer bir gecede dindar kesilir, şaşkın papazları öpüp kucaklarlar.

Sloban karısının sözünü dinler, parti kongresinde Başbakan Pavloviç’e yüklenir. Adamı indirmekle kalmaz, ekibini de ihanetle suçlar. Ardından Cumhurbaşkanı Stamboliç’in başını yer ve ülkeyi lidersiz hale getirip iktidara oynar. Milo öyle kolay ve öyle umulmadık bir şekilde koltuğa oturur ki profesyonel politikacılar bile şaşar kalırlar.

Miloseviç’in malikanesi bir anda yükselme kaygısı taşıyan insanlarla dolar, futbol takımlarının yöneticilerini bile onlar atar. Dedinje’deki villadan yönetilen medya çarşaf çarşaf reklam yapar. Aydınlar şakşakçılığın sınırlarını zorlar, adamı “efsane” yaparlar.

Sloba koltuğa nasıl oturduğunu anlayamaz. Evet herkes methiye yağdırmaktadır ama ne bilgi, birikim vardır, ne de program. Mira’nın hırsıyla geldiği noktada çaresizdir, öyle ya, vaat karın doyurmaz.

Millet safsa...
Gerçi sığlığını kendisi de bilir, olur olmaz konuşup madara olmaktansa malikanesine çekilir ve susar. Düşünebiliyor musunuz adam gülmeyi dahi zafiyet sayar. Komünistler, milliyetçiler, Ortodokslar, hatta monarşiyi savunanlar ondan çok şey umar, hepsi de kendilerinden olduğunu sanırlar. Arabaları dükkanları gök gözlü liderin posteriyle donatırlar. İkonaların yanına resmini koyar, önünde mum yakarlar. Halbuki onun iyi bildiği tek şey vardır: Talan!

Milo bakanlıklara, genel müdürlüklere kendi adamlarını yerleştirdikten sonra özelleştirmenin önünü açar. Bu arada düzenlediği kampanyalarla halkı devlet bankalarına para yatırmaya çağırır, sağa sola faizden zengin olan insanların resimlerini asar. Takılarını verdiği için mutlu olan yaşlı kadın görüntüleriyle milleti avlar.

Rahipler, ressamlar, şarkıcılar güle oynaya organizasyona katılırlar. Sırp kilisesi işin öncülüğünü üstlenir ama para toplayanlar makbuz dekont vermez, yırtık pırtık defterlerin kirli sahifelerine not alır ve mevduatı buharlaştırırlar. Ne zaman ki milletin aklına “n’oldu bu paralar” gibi bir soru gelir, Slobodan topu taca atar. Irkçıları ayaklandırıp yara kaşımaya başlar...