Zorlu Lider, Zor Yıllar ALİYA İZZETBEGOVİÇ

|

Slav sosyalizmi, bağımsızların liderliği, kış olimpiyatlarına evsahipliği, halkların kardeşliği, inançlar mozaiği filan... Hepsi yalan.

Yugoslavya’da Tito diye bir diktatör vardır o kadar. Nitekim efsane ‘Mareşal’in ardından fay hatları ortaya çıkar ve ülke yırtılmaya başlar.

“Büyük Sırbistan” sloganıyla yola çıkan Miloseviç ırkçı katilin tekidir, Rumlar, Ruslar, Bulgarlar ısrarla arkasında durur, İngilizler ve Fransızlar ise kullanmaya bakarlar. Miloseviç Avrupa’nın 4’üncü büyük ordusuna sahip olmasına rağmen Katoliklere dokunamaz. Misal, Almanya ve Avusturya’ya yakın duran Slovenlerle takışmaktan kaçar. Hırvatlara bulaşırsa da Macar ve Polonya desteği alan Zagrep sert çıkar. Arnavutlar ise yırtıcı ve savaşçıdırlar, yanıbaşlarında Arnavutluk gibi bir devletleri vardır ve ne zaman ne yapacakları hiç belli olmaz. Makedonya kendi içinde de bölük pörçüktür, Cumhurbaşkanı Gligorov hadiselerden uzak durur, etliye sütlüye karışmaz.

Peki ya Boşnaklar?

Uyuyan yılan
Belki silahların çekilip, şarjörlerin sürüldüğü bir dönemde Makedonya gibi kenarda dursalar...

Ama Aliya, Batılılara çok güvenir ve 20’nci yüzyıl Avrupa’sında kan dökülemeyeceğini sanarak büyük bir hata yapar. İkinci hatası Arapların ve İranlıların kendilerine yardım edeceklerini ummasıdır. Hasılı o hengamede referanduma giderek uyuyan yılanı uyandırır, durup dururken “yemin ediyoruz, köle olmayacağız” diye haykırarak hem Sırpların, hem Hırvatların nasırına basar. Evet ufak tefek de olsa çatışma kaçınılmazdır ama Sırplarla Hırvatlar birbirini yerken girdaba atlamanın mantığı anlaşılamaz. Tecrübeli siyasetçiler bu çıkışı “yersiz ve zamansız” bulurlar, Nitekim Lord Karington, onu kenara çeker, “Sırplar saldırırsa ne yapacaksınız” diye sorar. Aliya bir devlet başkanının en zor terennüm edeceği kelimeyi ölçüp biçmeden kullanır, liseli militan heyecanıyla “savaşacağız” der ve ok yaydan çıkar...

Evdeki hesap...
Ah be iki gözüm, devir kılıç mızrak devri olsa tamam, iyi de İgman Dağına yerleşen keskin nişancılar hayvan gibi insan avlar, çoluk çocuk ayırmazlar. Şu eve bir uçaksavar mermisi, şu pazar yerine bir havan... Hiç riske girmeden şehri kana boyarlar. Eşi menendi bulunmayan Saraybosna Kütüphanesinde onbinlerce yazma eseri (çoğu Fatih ve Kanuni devrinden kalma) cayır cayır yakarlar. Mostar gibi bir köprüye bile kıyar, taşrada ne kubbe ne minare bırakırlar. Bine yakın cami hedef olur, çoğu tekrar yapılamaz.

Sırplar, fütursuzca ilerlerken, Aliya’nın güvendiği dağlara kar yağar. BM ve Barış Gücü katliamlara alenen göz yumar. Nitekim 200 bin sivili öldüren canileri zaman aşımına bırakır, AİHM hepi topu on küsur (güler misin ağlar mısın) savaş suçu davası açar.

Dost bildikleri
Ortalık karışınca Aliya’nın büyük ümitler bağladığı Arap ülkelerinden çıt çıkmaz. Güya direnişi desteklemeye gelen birkaç militan da reformist fikirleri ve tuhaf tavırlarıyla milletin kafasını bulandırırlar. Sırplar çemberi daraltırken, onlar oturur Osmanlı düşmanlığı yaparlar.

Şimdi birilerinin “sen bilge kral hakkında nasıl böyle konuşuyorsun” dediklerini duyar gibiyim. Efendim zarafeti, nezaketi... Bunlara kimsenin itirazı yok ama devlet adamlığı öncelikle tecrübe arar. Savaşı savaşçılardan ziyade analar, çocuklar ve genç kızlar yaşar. Tecavüze uğrayan yavrucakların sayısı onbinleri aşar, bu utanç yüzünden çoğu canına kıyar. Öyle ya dövüşü göze alan önce ordu kurar, tankla çakaralmaz tokuşturmaz.

Hem bu bölgede yetişen bir lider, kilisenin Haçlı Seferi açabileceğini, Hristiyanî teröristlerin zehirli gaz kullanabileceklerini, halkı böcek gibi filitleyeceklerini, uluslararası kuruluşların cinayetleri görmezden geleceğini ve Butros Gali gibi bir adamın BM’yi kitleyeceğini bilmelidir. Elin Hollandalısının Srebrenica’da 8 bin fidan boylu yiğidi kasaplara satabileceği kimin aklına gelir?
Ama liderin gelmeliydi.

Gençlik heyecanı
Aliya, Belgrad yakınlarında Sava Nehri kıyısına ilişen Bosanski Şamaç’ta (Aziziye) doğar (1925). Dedesi (aynı adı taşırlar) şirin Aziziye’nin valisidir, ecdadımızın yaptığı gibi yapar, gayrimüslimleri de ezdirmemeye bakar. Mesela Arşidük Ferdinand’a yapılan suikastten sonra Avusturyalılar, Sırpları sorgusuz sualsiz toplarken karşılarına çıkar, canı pahasına direnir, suçsuz insanları zincire vurdurtmaz.
Aliya’nın anneannesi (bir Türk subayının kızıdır) bıkıp usanmadan Üsküdar’ı anlatır, bu yüzden evdekiler az çok Türkçe anlarlar. İlk ve ortamektep bu minval üzere akar, gelgelelim lise ve üniversite yıllarında Suud ve El Ezher ekolünün bezirganlığını yapan tiplerle düşüp kalkmaya başlar. Bunlar Osmanlı terbiyesi ile yetişmiş yaşlıları alaya alırlar. O yıllarda Mısır’daki “Müslüman Kardeşler”e özenen tıfıllar, kurtarıcılığa kalkar, ayaklanarak yönetimi ele geçirebileceklerini ve memleketi şipşak düzeltebileceklerini sanırlar. Aliya ve arkadaşları coğrafyanın hassasiyetini unutmayan ve yoğurdu üfleyerek yiyen ak sakallıları pasiflikle, korkaklıkla suçlar, saf ve temiz Müslümanları töhmet altında bırakırlar.