Mağara Dostları ESHAB-I KEHF

|

Eshab-ı kehf sığındıkları mağarada üç saat, beş saat değil tam 3 asır uyurlar, ağaçlar üçyüz kere yaprak döker, üçyüz kere çiçeğe dururlar. Binlerce kez kar yağar, onbinlerce kez güneş açar. (Bu üçyüz yıl kameri hesaba göre 309 yıl yapar)

Kehf Sure-i celilesinde bildirildiği üzere Eshab-ı kehf’in kulaklarına perde vurulur, asırlarca sükun içinde tutulurlar. Melekler onları sağa sola çevirir, bedenlerini çürümekten korurlar.

Nitekim vakti zamanı gelir ve uyanırlar. Sahi ne kadar uyumuşlardır? Hadi olsun da dokuz on saat filan. Ancak uzayan saç ve sakallarına bakılırsa ay gün hesabı yapmalıdırlar.

Yemlîhâ (içlerinden en yaşlısıdır) gençlere kıyamaz, “ben şehre inip yiyecek bir şeyler alayım” der, hem de malumat toplamaya bakar. Arkadaşları “dikkatli ol” deseler de güler geçer, öyle ya onu bu haliyle anası görse tanıyamaz.

Bu nasıl Efsus?
Yemliha, Efsus’a inince bir hoş olur, yanılmadığından emindir ama sanki başka bir şehre gelmiş gibidir. Caddeler genişlemiş, binalar irileşmiş, insanlar çok değişmiştir. Dakyanus heykellerinin yerinde yeller eser ve en önemlisi askerler telaşlı değildirler. Mutad nöbetlerini tutar, sanki yeknesak geçen bir günün mahmurluğunu yaşarlar.

Yemliha aranıp sorulmadıklarını hissedince çok rahatlar. İlk rastladığı fırına dalıp birkaç somun alır ve elindeki gümüş parayı uzatıp üstünü beklemeye başlar. İşte film orada kopar. Fırıncı parayı evirir çevirir ve “bunu nerden buldun” diye sorguya başlar. “Hiiiç cebimde kalmış” der ama tahmin edeceğiniz üzere bu tatmin edici bir cevap olmaz ve gürültü kopar. Öyle ya üzerinde Dakyanus devrinden kalma bir sikke taşıdığına göre hazine filan bulmuş olmalıdır, bir de saklamaya kalkar. O hengameye muhafızlar koşar, Yemliha’yı karakola alırlar. Hadise saraya akseder, yaka paça huzura çıkarırlar.

Alın size delil
O günlerde tahtta Teodüsius isimli bir hükümdar oturur ki bu, Allaha inanan mütteki bir zattır. Emrindekilere bıkıp usanmadan mahşer meydanını, hesap gününü anlatır. Ancak etrafı putperest ve paganlarla doludur, bunlar “dünyaya bir kere geliniyor” mantığı ile yer, içer keyiflerine bakar, öldükten sonra dirilmeye inanmazlar. Nasipsizlikleri bir yana alaycıdırlar, sordukları manasız sorularla imparatoru yorarlar. Teodisiüs onları ikna etmekten aciz kalınca ellerini açar “Ya Rabbi” der, “sen bunlara bir delil göster, gözleriyle görsün, ibret alsınlar!”

İşte bu delil Yemliha’dır, hakikat adeta ete kemiğe bürünür ve kapısını çalmıştır. Eshab-ı kehf ile sisler, puslar dağılır, mesele gün gibi aydınlanmaya başlar. Öyle ya kullarını 3 asır uyutan Allah, diriltmeye de kadir olmalıdır, mahşer meydanı, cennet, cehennem şüphesiz haktırlar.

Sır olurlar
İmparator Teodüsius bizzat mağaraya kadar gelip gençleri kucaklar. Eshab-ı kehf’i görünce gönlünde çiçekler açar. Onları sarayında ağırlamayı, birlikte sohbet etmeyi çok arzular. Ancak nurlu çocuklar gözünün önünde uykuya dalar ve birer birer “sır” olurlar...

İnananlar söz konusu mağarayı ziyaretgâh yapar, ibretli kıssayı sonraki nesillere aktarırlar.

Hal ehlinin mana âleminde görüşüp konuştuğu yedi genç hakkında Efendimiz (Sallallahü aleyhi ve sellem) “Eshâb-ı kehf (Hazret-i) Mehdi’nin yardımcıları olacak ve İsa (Aleyhisselâm) gökten inip, Deccâl ile harb edecektir” buyururlar.

Müslümanlar Eshab-ı kehf’e çok hürmet eder, isimlerini yazıp duvara asarlar. Allahü tealanın, onların hatırına evlerine, bahçelerine bereket vereceğine, kazadan, belâdan koruyacağına inanırlar.

Elbette Anadolu’da
Hadise net olmakla birlikte hangi şehirde vuku bulduğu (daha doğrusu Efsus’un neresi olduğu) münakaşalıdır. Eshab-ı kehf âşıkları Afşin’de de, Tarsus’ta da ibretli izler bulurlar. İspanya’da; Kurtuba civarında (Cinanu’l verd) ve Şam’da (Belka) olduğunu iddia edenler çıkarsa da Sahabeler onları Anadolu’da ararlar. Nitekim Abdullah bin Abbâs’ın yöreye geldiğini ve zikr edilen mağarayı bulduğunu biliyoruz. Halife Ebu Bekir’in Bizans imparatoruna elçi olarak gönderdiği Hazret-i Ubade, Anadolu’dan geçerken Eshab-ı kehf’i ziyaret eder, Abbasi halifelerinden el Vasık Billah da, Muhammed bin Mûsâ isimli bir âlimi Eshab-ı kehf’i tetkik için Anadolu’ya yollar. Ali bin Yahya isimli bir bilge komutan mağaranın resimlerini bile yapar.

Özetle söylemek gerekirse İslam âlimleri, tarihçiler ve gezginler, Eshab-ı kehf’in Anadolu’da olduğunda hemfikirdir. Ama Anadolu’nun neresindedir? Tarsus’ta mı, Afşin’de mi?

Orası araştırıcıların işi ancak Afşin’deki mağaranın yanına Selçuklular zaviye, Dulkadiroğlu Alaüddevle Bozkurt Bey ve hanımı Şems Hatun bir namazgâh yaptırır, Tarsus’taki mağaranın yanına da Abdülaziz Han bir mescit yakıştırır.

Not: Arapçada “kehf” mağara demektir, bazıları bu kelimeyi yanlışlıkla “keyf” olarak kullanırlar.