Kartallar Yüksek Uçar! ŞEYH ŞAMİL

|

Buylank kasabasına bahar göstere göstere gelir, güneş griden sarıya döner, ıslak zemin buharlanmaya başlar. Mor dağların etekleri ılınır, karlar gevşer, ırmaklar yatağını zorlar. Göğün maviden mavi, çayırların yeşilden yeşil kesildiği, hani çıta bacaklı tayların, kartopunu andıran kuzuların, pembe burunlu kedilerin zıplamaya başladığı sevimli bir bahar günü Dengau Muhammed’in de bir oğlu olur. Ali göz kamaştıracak kadar güzel bir bebektir, belki de bu yüzden nazara uğrar. Garibim nasıl hastalanır sormayın, al al yanar, baygın baygın bakar. Anası Gülçiçek Hatun öyle yanık dualar eder ki, Cenab-ı Hakk yavrusunu ona bağışlar.

Ali hastalıklarla geçen yıllardan sonra ayağa kalkar. Bir kalkar ama pir kalkar. En huysuz aygırlara biner, en sarp dağlara tırmanır, akıntıya karşı kulaç atar. On yaşlarında birden durulur, içinde ilme karşı dayanılmaz bir heves başlar. Onu yöre âlimlerinden Said Harekani’nin dizi dibine oturturlar.

Kutlu kaynaktan
O yıllarda Kafkaslar huzura hasrettir, işgalci Ruslar akıl almaz zulümler yaparlar. Bir zamanlar gönüllü olarak Osmanlı ordusunda hizmet eden Dengau Muhammed, oğlunu cihad aşkıyla yoğurur, Türkmen uruğlarından Pîr Budak Bey’in kızı olan Gülçiçek Hatun destan kahramanlarını anlatır, Selahaddin Eyyubi’den, Battal Gazi’den söz açar. Ali (ki onu sonraları Şamil adıyla tanırlar) kitaplarına da, silahlarına da sarılır. İlimde ilerlediği ölçüde muharip olmaya bakar.

Şamil, zâhirî ilimlerden icazet aldıktan sonra ledün ilmine merak salar, mânâ âlemini duvak duvak aralayacak bir gönül ehli arar. Gider Nakşibendi Şeyhi Seyyid Cemaleddin Gazi Kumuki’nin (bu veli Karacaahmed kabristanında medfundur) kapısını çalar. Büyük veli ona ilim ve edeb öğretmekle kalmaz, biricik kızı hayâ timsali Seyyide Zahide’yi de verip kendine damat yapar. Şamil hocasını dinler, taaa Bağdat’a kadar gidip zamanın müceddidi Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin sohbetlerine koşar, işte o günden sonra ilmi, ihlası, ibadeti, metaneti, feraseti, hitabeti çok artar. Bu olgunluk mücadeleye çok şey katar.

Şeyh Şamil’in iki metreyi aşan devasa bir vücudu vardır ama onun heybetini okkayla arşınla ölçenler çok aldanırlar. Öyle ya geceleri namazla, gündüzleri oruçla geçirenler kantara gelmeseler de vakarlı olurlar.

Şeyh Şamil bıkıp usanmadan cihadı anlatır ama öncelikle oğullarını (Ahmed Cemaleddin, Muhammed Gazi, Muhammed Said, Muhammed Şafii, Muhammed Kamil) ve kızlarını (Fatimat, Nafisat, Necabat, Bahu-Mesedu ve Safiyat) mücahid ve mücahide olarak yetiştirmeye bakar.

Namazım geçti mi ?
Şeyh Şamil, İmamet makamında bulunan Gimrili Muhammed’e (kapı komşu çocukluk arkadaşı olmasına rağmen) er gibi uyar, en ufak arzusunu emir sayar. Lûgatından “niye ve niçin” kelimelerini çıkartır, yıkayıcısının elindeki mevta gibi olmaya bakar.

O günlerde Rus baskısı çok artmıştır. Nitekim bir kış günü sisi, pusu fırsat bilip Gimri’ye dalar, mücahidlerin bulunduğu evi kuşatırlar. (17 Ekim 1832)

Bu baskında hürriyet mücadelesinin unutulmaz önderi Gimrili Muhammed şehid olur, Şeyh Şamil kılıcıyla kendine kanlı bir yol açar. Bu arada kürek kemiği kırılır ve göğsünden giren bir süngü sırtından çıkar.

Evden kurtulabilen ikinci kişi (müezzin Mehmed Ali) onu koltuklar. Şamil “bırak beni kaç” dese de arkadaşından ayrılmaz, birlikte kayalıklardan atlar, çalılıklara sapar, izlerini kaybettirir ve bir mağarada soluklanırlar.

Şamil telaşla güneşe bakar, abdestini karla alıp cübbesini yayar. İlk iki rek’ati huşu ile kılar, ancak tahiyyatta ağzından gürül gürül kan boşanır, vücudunu bir hafiflik basar. Mehmed Ali, onu bir köşeye uzatıp Cerrah Abdülaziz’in (Şeyh Şamil’in ilk hanımı Fatıma’nın babasıdır) yanına koşar. Aynı noktaya ancak ertesi gün ulaşırlar, şuurunu kaybeden Şamil’i Unsakul köyüne taşır, tedaviye alırlar. Dağıstan’ın ünlü hekimi ustalığını konuşturur, yaraları mahir elleriyle yıkar, paklar, vücudunu hususi merhemlerle ovup muşambaya sarar. Şamil tam 25 gün sonra gözünü aralar ve başını bekleyen annesine suçlu suçlu bakar. “Ben ikindimi kılamadım ana” der, “vakit çıkmadı ya?”

İyi düşündünüz mü?
Gazi Muhammed’in şehadetinden sonra İmamlığa getirilen Hamzat, içte birliği sağlamaya çalışır. Ruslarla boğuştuğu kadar hainlerle ve döneklerle de uğraşır, hak ile batıl arasında “bîtaraf” olanları “bertaraf” etmeye kalkar. Kendisi bir Avar Hanıdır ve bütün Avarların bu mücadelede yer almalarını çok arzular. Lâkin işler istediği gibi gitmez, hasımları onu bir Cuma namazında sırtından vururlar (19 Eylül 1834)

Şimdi lider kim olmalıdır? Gohlok’ta toplanan ûlema ağız birliği etmişçesine “Şeyh Şamil” der, başka bir ismi ağızlarına almazlar. Şeyh Şamil bu işe kendinden daha lâyık gördüğü liderleri tek tek sıralar, bırakın ben er olayım diye yalvarmaya başlar. Ama Kafkasyalılar geri adım atmaz, İmamet makamını ısrarla önüne koyarlar. (2 Ekim 1834).

Başbuğluk! Evet bu çok şerefli bir vazifedir ama mesuliyet köz olup bağrını yakar. Şeyh Şamil’in başı önüne düşer, kısa bir sükunetin ardından kalabalığa döner ve tek tek gözlerinin içine bakar.

“İyi düşünün” der, “ben tavizsiz biriyim, size rahatlık ferahlık vaad etmiyorum. Bu mücadele yıllarca sürebilir, baskıya, yokluğa, sıkıntıya dayanabilecek misiniz?”

Kafkasyalılar net konuşurlar: “Önümüze babamızın mezarı da çıksa, son zürriyetimiz tutsak da olsa, ayrılmayacağız ardından!”