Kimyanın Babası EBU BEKİR RAZİ

|

Er Râzî’ye göre; hekim bedenin sıhhati kadar rûhun sıhhati içinde çareler üretmelidir. Şüphesiz her şeyin sâhibi Allahü teâlâ’dır, şifâyı ancak O gönderir. Hekime düşen hastaya iyi olacağını telkin etmektir. Peki vaka gerçekten kötüye gidiyorsa...

Hipokrat ekolünden yetişen hekimler böylelerini terk eder, el etek çekerler, ancak Er Razi “çıkmadık canda ümit vardır” inancıyla çabalar, hastasını ıstırabıyla baş başa bırakamaz.

Orta Çağda akıl hastalarını “lânetli” diye yaftalayan Avrupalılar kötü ruhları kovmak için maskeler takar, gürültü çıkarırlar. Rengârenk kıyafetler, ziller, dumanlar, davullar...

Vurun kahpeye!
Jakop Geuch itibarlı bir hakimdir, olur ya bir ara sıkıntılar yaşar. St Anstatt kilisesinde toplanan ruhani meclis (1488), onun habis ruhların tasallutuna uğradığına karar verir ve adamcağızı deliler kulesine (Hamburg) kapatırlar. Zavallıyı aç susuz bırakır, günde üç öğün kırbaçlarlar. Neticede kötü ruhları değil, canını çıkarırlar. Cesedi iğrenerek sürükler, bir çukura atarlar.

Kilise kendisine karşı oluşabilecek muhtemel direnişleri kırmak için aleyhinde konuşanlara da aynı usulü uygular, cadılığına ya da deliliğine hükmettiklerini diri diri yakar.

Prof. Windischmann, hastalık, şehvet ve arzulardan arındırma hususunda doktorların bir şey bilmediğini, kiliseden yardım istemek zorunda olduklarını açıklar (1824-Leipzig )

Düşünün Dr. Pinel 18’inci asırda bile psikiatri hastalarını zindanlardan kurtaramaz.

Halbuki Er Râzî “inci işleyen önce onun güzelliğini bozmaktan sakınmalı” der ve ekler: “Dünyanın en güzel incisi insandır, onu tedavi etmek isteyenler şefkatli olmalıdırlar...”

Sadece tıp mı?
Batı bu noktaya nedeeen sonra gelir ama yapılan zulümler kitap olsa, gemiler taşımaz.

Razi sadece hekimlikle kalmaz ince ince kimya deneyleri yapar ve bu arada gezip dolaşır seyahat notları tutar. Bir kitapta sırf mıknatıs-demir münasebetlerini anlatır, şekiller çizerek esrarı aralar. Bir kitap ise dünyanın şekline ve konumuna aittir ve bugünküne yakın bilgiler sunar.

Er Râzî, kimya ilmine hüviyet kazandırır, o güne kadar altın yapmak için atmadık takla bırakmayan simyacıların foyasını bozar. Deneylerde kullandığı tüpleri, imbikleri ve Mîzân-üt-Tabiî adını verdiği hususi teraziyi kendi tasarlar, farklı organik maddeleri damıtmak suretiyle çeşitli yağlar, tuzlar ve boyalar yakalar. Sülfirik asidin îmâlini gerçekleştirir ve demir gibi zor eriyen metaller üzerinde çalışmalar yapar. Bu arada vücud sıvılarını inceler mesela sırf üre üzerine bir kitap yazar.

Ebû Bekr Râzî, kimya sahasında Câbir bin Hayyân’ın açmış olduğu yolda ilerler, maddenin oluşumunu dört unsurdan (hava, su, toprak ve ateş) değil, atomların birleşmesiyle olduğunu açıklar. Gazlar için ayrı bir başlık açar. Kimyâ’yı geliştirip sistematize eder ve işin içine mutlaka deney katar. Bu yüzden Er Râzî’yi tecrübî kimyânın babası sayarlar.

Onun hem kimyadaki hem de sarraflıktaki engin bilgisini fark eden bir devlet adamı kendisini altın yapmaya zorlar. Garibim “olmaz” der ama inandıramaz. Adam dinlemez bile “istersen yaparsın” der, hapishaneye tıkar. Eh içeride biraz hırpalarlar. Bu esnada gözlerine perde iner, alıp götürür bir hekimin karşısına çıkarırlar. Razi gözünü ameliyata kalkan cerraha birkaç incelik sorar ve ehil olmadığını anlar. Ama adamı da bozmaz, “ben bu alçak dünyayı görmek istemiyorum” der masadan kalkar.

İbretli son
Ömrünün son yıllarında parasız pulsuz kalır. Kız kardeşi Hatice onu sokakta bırakacak değildir ya, kapısını açar, bağrına basar. Bu büyük âlim (rahmetullahi aleyh) 932 (H.320) senesinde illet, gıllet ve zıllet içinde vefat eder. Belki böylesi hayırlıdır, fakirlere ve gariplere vaat edilen makamlara yelken açar.
Er Râzî ardından notlarla dolu bir sandık bırakır ki bunlarda bir sürü vaka takdimi vardır. Önce dış görünüş, soy hikayesi, şikayetler, hastalık seyri ve uygulanan tedaviler filan... Hani bir hekim için ele geçmez izahlar. Bacısı Hatice bunları ehline ulaştırmayı arzular, gider Vezir Amid’e çıkar. Amid defterleri görünce kıymetini anlar ve hatırı sayılır bir meblağa satın alıp Razi’nin talebelerinin önüne koyar. Onlar da bundan tam 30 cildlik bir kitap hazırlar, adını “el Havi” (Tıbbın muhtevası) koyarlar.

El-Hâvî fit-Tıb insan vücûdunu uzuv uzuv inceler. Teşhis, tedavi, korunma, hasta bakımı, cerrâhî müdahaleler, gıdalar, ilâç îmâli, insan anatomisi hakkında değerli bilgiler sunar. Bu eser 1279 senesinde Fereç adlı Sicilyalı Yahûdî tarafından Lâtince’ye, 1486’de de Frenkçe’ye çevrilir. Avrupa Üniversitelerinde tam 5 asır ders kitabı olarak okutulur. El Havi’den Paris Tıp Fakültesi’nde sadece bir nüsha vardır ve ona bir şey olacak diye Kral XI Ludwig’in ödü kopar. Düşünün bir geceliğine isteyenden bile yüz taler (altın lira) kira alırlar.

Dile kolay
Er Râzî’nin tek kitabı El Havi değildir. Mübarek, Kitabu Sırr-il-Esrâr (kimyâya dâirdir), Risâle fil-Hisbeti vel-Cüderî (çiçek ve kızamık hakkında) Kitabun fis-Sana’at-il-Kimyâ, Kitâbun fil-İtikâd vet-Tahrîr alel-Mu’tezile (Mu’tezile’yi tenkit ve reddiye), Kitâbu Hey’et-il-Âlem (astronomiye dair), Kitâbu Menâfi-il-Edviye (ilâçların faydaları), Kitâbun fî Keyfiyet-il-Ebsâr (göz ve görmeyle ilgili), Kitâb-ul-Hiyel (mekanik), Kitâb-ul-Medhal-it-Ta’lîm (pedagoji), Kitâb-ul-A’yât, Kitâb-ut-Tedbîr, Kitâb-ul-Iksîr, Kitâb-ul-Mahabbe (psikoloji), Kitâbu Et’imet-il-Merda (hasta yemekleri), Kitâbun fil-Kulunç gibi tam 230 eser yazar.

İz bırakan böyle olur.

Gel de anlatma...