Haçlıların Kâbusu NUREDDİN ZENGİ

|

Mahmud Nureddin çocukluğundan beri teheccüdü (gece namazlarını) kaçırmaz. Ne kadar yorgun olursa olsun mutlaka kalkar, iki rekat olsun namaz kılar. Yine bir gece uzun uzun Kur’an-ı kerîm okur, tadını duya duya namaz kılar. Sonra sağ elini yastık yapar, tatlı bir uykuya dalar...

Rüyasında Kâinatın Efendisini görür, ona kızıl suratlı iki adam gösterir ve: “Yetiş Nureddin, beni bu adamlardan kurtar!” buyururlar.

Dehşetle uyanır... “Hayırdır inşallah” deyip tekrar yatar, yine aynı rüya. Yine yatar, bir daha...
Sabaha bekleyemeden veziri Cemaleddin’i bulur, akıl sorar. Veziri ilim ehlidir “rüyanda gördüğünün Efendimiz olduğundan şüphe yok” der, “zira şeytan Resulullah’ın şekline giremez. Korkarım Medine’de tatsız şeyler oluyor. Bana sorarsan hiç durmayalım, derhal Münevver Beldeye koşalım.”

Yanlarına kartal bakışlı, kaplan pençeli beş on cengaver alır yola çıkarlar. “Şam nire, Hicaz nire” demez, gece gündüz at koştururlar. Tamı tamına onaltı günde Medine’ye ulaşırlar. (1162)

Herkes gelsin hediyesini alsın
Nureddin Zengî şehre girince valiyi çağırır ve “küçük büyük herkesi çağır” der, “Nezrim var, Medinelilere hediye dağıtacağım.”

Halkı Mescid-i Nebevî’nin önünde toplar, hediyesini alanı evine uğurlar. Gelenleri tek tek gözden geçirir ama yok, yok, yok! Rüyasında gördüğü iki adamı bulamayınca valiyi kenara çekip sorar “gelmeyen kaldı mı?”
-Benim bildiğim kadarıyla kalmadı ama...
-Aması ne?
-İki garip misafirimiz var. Sabahlara kadar ibadet ediyorlar. Sanırım şimdi uyudular.
-Onları da getir hediyelerini alsınlar.

Vali “başüstüne” der ve iki derviş kılıklıyı peşine takar. Nureddin Zengi onları görür görmez tanır, vezirine göz kırpar. Hainleri deprenemeden yakalar, sorguya alırlar. Bunlar İspanya kralının casusları çıkar, akılları sıra tünel kazıp Efendimizin cesed-i şeriflerini kaçırmaya kalkışırlar. Zeminden çıkan toprağı gece karanlığında Cennet-ül Baki’ye (kabristana) boşaltırlar. Tam işleri bitmeli olmuştur ki, Nureddin Zengî ortaya çıkar.

Atabegimiz bu iki şerefsizin kafasını vurmakla kalmaz, türbe-i şerifin etrafına derin hendekler kazdırır ve içine erimiş kurşun akıtır. İşte şimdi içi rahatlar.

Musul sana, Halep bana!..
Nureddin Zengi, Musul’da doğar (1118) ve ciddi bir eğitim alır. Evet o attığını vurur, tuttuğunu koparır ama yetmez, babasıyla (İmâmeddin Zengi’nin) seferlere katılır, komutanlığın da inceliklerini kapar.

Bilirsiniz Türklerin devlet bölüşmek gibi bir huyları vardır, aynı hatayı onlar da yapar. Babalarının ölümünden sonra oturup Atabeyliği paylaşırlar. Buna göre Seyfeddîn Gâzi, Musul merkez olmak üzere Fırat Nehrinin doğusunu alacak, Nûreddîn’e Halep merkez olmak üzere batısı kalacaktır.

İmâmeddin Zengi’nin ölümünü fırsat bilen Haçlı liderlerinden 2. Joscelin, Hıristiyanları ayaklandırarak Urfa’yı ele geçirir. Nûreddîn Mahmûd bu haberi duyar duymaz kaleye girer ve dönekleri hesaba çeker. Haçlılar “neler oluyor” diyemeden, Keferlâsa ve Artak’ı da kaybederler.

Tam o günlerde ağabeyi Seyfeddîn Gâzi vefât eder, yerine Kutbeddin Mevdûd geçer. Ancak Sincar Valisi, Kudbeddin’in sınırlarında bulunmasına rağmen Nureddin’e tabi olur ve ortalık bulanır. Ahali tatsız tuzsuz bir hakimiyet savaşı bekleyedursun, iki kardeş el sıkışır, küfre karşı birlik olurlar. Omuz omuza verir, Antakya’da yuvalanan Haçlı sürülerini dağıtırlar. Dahası Harim, İnnib, Fâmiye ve Askalan’ı alır, iyice yayılırlar.

Nureddin Zengi mükemmel bir istihbarat teşkilâtı kurar, onun güvercinleri gece gündüz uçar, düşmanlarının attığı adımdan haberdâr olurlar.

Adı “adil”e çıkar
Nûreddîn Zengi Mısır’da yerleşen ve Haçlılarla dirsek temasında bulunan Fatımilerden hiç hoşlanmaz. Komutan Şirkûh ve yeğeni Selâhaddîn Eyyûbî’yi üzerlerine yollar. Bunlar Mısır’ı ele geçirir, Fâtımîlerin izini, esamisini bırakmazlar.

Nûreddîn Zengi bir ara Anadolu’ya da girmeye ve kargaşaya son vermeye niyetlenir ama o kadar yaşayamaz.

Şam’da vefat eder (1174) onu kendi yaptırdığı külliyede (Nuriye Medresesi) toprağa bırakırlar.

Nureddin Zengi İkinci Haçlı Seferine set çeken kahraman olarak tanınsa da, kuru muharip değildir. Şam, Halep, Hama, Humus, Baalbek, Menbic gibi şehirlerde mükemmel câmiler, imâretler, çeşmeler, kervansaraylar, hastâneler, dâr-ül-hadîsler yaptırır, tâmir ve bakımları için vakıflar bırakır. Şam darüşşifasında yeryüzünün en ünlü cerrahlarını çalışır, ilim aşıkları Harran ve Hasankehf’e koşarlar. Rasathânelerde yıldızların nabzını tutar, muvakıthanelerde salisenin hesabını yaparlar. Emir Nureddin, haftada iki gün halkın huzûruna çıkar ve dert dinleyip, merhem olmaya bakar. Belki de bu yüzden onu “Melik-ül-âdl” adıyla anarlar.

Melik Nureddin’in altınla, gümüşle işi olmaz, âilesinin ihtiyaçlarını şahsî malından karşılar. Hepsi bir yana Selâhaddin Eyyûbi gibi bir pırlantayı yetiştirir ki kimsenin gözü arkada kalmaz...