Varoşların Kaşifi MICHAEL FARADAY

|

Hatırlayacaksınız bir türkücümüz “Urfa’da Oxford vardı da okumadık mı?” demişti. Evet Londra’da Oxford vardır ama Michael Faraday da okuyamaz. Bırakın yüksek tahsili, ilkmektepten bile icazet alamaz. Niye? Paranın gözü körolsun, o devirde fukara takımı üç sterlini yan yana koyamaz.

Faradaygiller, Londra’nın fosseptik kokan varoşlarında, iti bağlasanız durduramayacağınız bir izbede yaşarlar. Babası sanatkar adamdır ama iş bulamaz, iş yapsa para alamaz. Çoğu kez eve kuruş kazanamadan döner, tencerelerinde haftalarca aş kaynamaz. Soğuk kış günleri dört kardeş bir çaputun altına girer, uyumaya çalışırlar. Hasılı Michael ağzı süt kokarken ekmek dalgasına düşer, okulla mokulla işi olmaz. Okumayı kendi gayretleri ile söker ama hesapta mesafe alamaz.

Kâşife çırak olunca...
Michael kâh gazete satar, kâh bahçıvan yamaklığı yapar. Sonra nasıl olursa olur, onu bir ciltçinin yanına sokarlar. Meraklı veled cildlensin diye bırakılan kitapları bedavadan okumaya başlar. Özellikle elektrikle ilgili kitaplara ilgi duyar, kendince notlar tutar. Akşamları Mr. Volta’nın verdiği seminerlere katılır, bu ilmi toplantılardan ne anlar bilmiyoruz ama en azından zevk duyar. Hele müşterilerden biri ünlü kimyacı Sir Humpry Duvy’nin konferans biletlerini hediye edince adeta kanatlanıp uçar. Bu araştırmacı ile dost olmayı başarır, hatta laboratuvar işlerinde yardım etmeye başlar. Yardım dediysek şişeleri filan yıkar. Ama işini iyi yapar, içlerini itina ile kurular. Yeşil camlıları bu yana, şeffafları o yana ayırır, boylarına göre sıralar.

Sir Humpry iyi bir kâşiftir ancak onun en büyük keşfi “Faraday” olur. Şişe yıkamayı bile ciddiye alan delikanlının elinden tutar. Konferanslarına onu da götürür, kürsüye birlikte çıkarlar. Zira Michael deneylerin mantığını çok çabuk kapar, leb demeden leblebiyi anlar. Kimyacıların, fizikçilerin yanına takılan Michael’in ufku açılır, gün gelir kendi kendine birşeyler yapabileceğine inanır. Mesela elektrik akımından mekanik hareketler almalı, ortaya şirin bir cihaz koymalıdır. Koyar da... İşte o gün bu gündür, fırıl fırıl dönen milyonlarla elektrik motoru o basit düzeneğin kopyalarıdırlar. Trenler, tramvaylar o mantıkla yol alır, asansörler o mantıkla iner çıkarlar. Vantilatörden miksere onlarca alet bize yardımcı olur, eh bu arada faturalarımızı da kabartırlar.

Michael kendini bildi bileli hatırat yazar, bu “günlük” ölünce ortaya çıkar. Henüz çocukluk yıllarında kendine bir emir vermiş ve iri harflerle “manyetizmayı elektriğe çevir” yazmıştır. Faraday emre uyar, bildiğimiz jeneratörü ortaya koyar. O elektriğin sadece harekete değil ısıya ve ışığa da dönüşebileceğine inanır. Peki dönüştürebilir mi? Hayır ama Maxwell ve Edison’a yol açar...

Elektrokimyanın babası
Faraday, bir ara gazların sıvılaştırılması işine çok takar ve Cloru sıvılaştırır. Hele benzol ve dipenteni de ortaya koyunca onu Kraliyet Enstitüsüne müdür yaparlar. Ancak Faraday maun masalarda pinekliyemez, maroken koltuklarda oturamaz. Vaktini yine laboratuvarda harcar insanlığa faydası olacak buluşları kovalar. Teori münakaşalarıyla oyalanmak yerine pratik faydası olan çalışmalar yapar, kalem ucu, deniz feneri, gümüşlü ayna gibi net buluşlara imza atar. Kâh maden ocaklarının havalandırılmasıyla uğraşır, kâh matbaa makinelerine el atar. Eh bu arada manyetik çizgileri keşfeder ve Polarize ışığın sırlarını aralar. Bütün bunları ballandıra ballandıra anlatır, keyifle dinleyen gençlere heyecan pompalar.

Michael öncelikle iyi bir gözlemcidir, acaba yılan balığının saldığı elektrik ile pil ya da türbinlerden elde edilen akışkanlar aynı mıdırlar? Faraday bunlarla uğraşırken elektrik akımının molekülleri ayrıştırdığını bulur ve “elektrokimya” denilen dalın temellerini atar. Hadiseyi elektrot, elektrolit, elektroliz, anot, katot gibi hâlâ kullanılan terimlerle açıklar. Sanayiciler kromaj, nikelaj gibi yeniliklerle tanışırlar.

Ardından elektriğin madde içinde gerilmelere yol açtığını bulur, evet iletkenler ve yalıtkanlar hakkında bilinen şeyler vardır ama elektriğin periyodik bir biçimde ve dalga dalga yayıldığını ispatlar. Derken dinomaları aydınlatmada kullanır kömür uçlu arklarla gemicilere göz kırpar. Faraday bilahare mıknatıslara takar. Sırf liselilere imtihan sorusu olsun diye (şaka) kanunlar yazar, kurallar koyar.

Bir ara İngiltere, Rusya’yla savaşa tutuşur, bazı beyler “zehirli bir gaz geliştirmesi için” Faraday’a koşarlar. Evet bunu yapabilecek donanıma haizdir ama çeker restini, alayını kovar.

Faraday, birçok ülkeden onlarca ödül almasına rağmen Royal Society’nin başkanlık teklifine yaklaşmaz. Nedense soylulardan uzak durur, Lord’luk unvanına bile sıcak bakmaz.

Eğer Faraday köklü bir eğitim almış olsa Maxwell, Hertz, Einstein, Max Planck gibi kâşiflere yapacak iş kalmaz. Matematikle arası olmadığı için hissettiklerini anlatmanın yolunu bulamaz.

Faraday kâinatın sırlarını keşfettikçe kendi acizliğini anlar. Darwin’in kral kesildiği, Freudçuların tüm değerlere saldırdığı yıllarda ateistlere karşı koyar. Gençlere “çalışın, Allah çalışanın yardımcısıdır” diye fısıldar.