Beynelmilel Cambaz GÜLBENKYAN

|

Irak’taki Alman ve İngiliz baskıları sürerken Sadaret makamı umulmadık bir çıkış yapar, verdiği diplomatik notayla (1914) “hiç sulanmayın, Musul petrollerini biz işleyeceğiz” der, “imtiyazı Türkiye Petrol Şirketi’ne verdiğini” açıklar.

İngilizler vaveyla ile ayağa kalkar, gürültü patırtı çıkarırlar. Parası son kuruşuna kadar ödenmiş olan Sultan Osman, Reşâdiye ve Fatih zırhlılarına el koyarlar.

Maliye Nazırı Jöntürk Cavit (günahını almayalım ama Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar sitesinde adı var) Londra’ya gider, ancak bir süre sonra “Sadrazam çağırdı dönmem gerek” der ve salahiyetini Gülbenkyan’a devreder. Tabiri caizse ciğeri kediye emanet eder. Eh paragöz Ermeni de gösterilen her kağıdı imzalar. Masanın iki yanındakiler aynı tüfeğin demirinden olunca şeytanın bile aklına gelmeyecek bir yol bulurlar. Sir Emest Cassel’e kurdurdukları Turkish National Bank’ı Osmanlının başına sardırırlar. Güya Irak petrollerinden Türk Milli Bankası’na aslan payı verir, bizim safları sustururlar. Bu ince hileyi kabul ettirebilmek için yine Gülbenkyan’ı kullanırlar. Uyanığın bankadaki hissesini de (%30) hesaplarsanız Musul petrolleri üzerindeki hakkı % 15’e ulaşır, ki bu rakam için benim diyen devletler savaşa tutuşurlar. Nitekim tam da o günlerde 1. Cihan Harbi kopar.

Göz göre göre
San Remo Konferansında, eski Osmanlı hükümranlığındaki Arap ülkeleri ya İngiliz, ya da Fransız mandası olurlar. Mağlup Almanların söyleyecek sözü kalmaz, Türk Petrol Şirketi’ndeki hisselerini ister istemez Fransızlar’a bırakırlar. Gülbenkyan yüzde 5’ini yine korur. Bu arada Amerikalılar da leş kargalığı yapar. Özetlersek ABD, İngiltere, Fransa ve Shell’e (o da devlet ya) yüzde 23.75’lik hisse düşer, Gülbenkyan’ın % 5’i oynamaz.

Buna rağmen sıkıntılıdırlar, Osmanlı’nın varisi sayılan T.C. den “olur” koparmadıkça da rahat olamazlar. Lord Curzon, Ankara ile pazarlığa oturur ve Musul’un Irak topraklarına katılmasını dayatır. Cevap elbette “hayır” çıkar. Ancak genç devleti “savaşla” tehdit edince blöf tutar, Musul’u İngiliz mandası yaparlar. Irak hükümeti yine de asil davranır ve Türkiye Petrol Şirketi’ne, 2000 yılına kadar Irak petrolleri üzerinde hak tanır. Gelgelelim ürkek idarecilerimiz bu hakkı kullanamazlar.

Lozan Konferansı’nda, Musul hâlâ muammadır, Misâkı Millî sınırları içinde olmasına rağmen; lâyıkiyle savunulmaz. Eğer taraflar 9 ay içerisinde el sıkışamazlarsa mevzu Birleşmiş Milletlerin önüne konulacaktır. BM hakemleri tarafsız görünseler de, düdüğü İngilizlerden yana çalarlar. Bunu İsmet Paşa da bilir ama İstanbul Konferansında havanda su döver, finali inkıtalara bırakırlar (1924). Dosyalar beklendiği gibi BM’ye uçar ki bu Musul’un “paşa paşa İngilizlere sunulması” demektir.
Tatbikatta da farklı bir şey olmaz.

Royal Dutch&Shell sadece Musul’u değil Kafkasya’yı da sıkıştırır, Rus Petrol Teşkilatına talip olur. Uzun süren pazarlıklardan sonra anlaşmayı imzalar (1912). Ancak iş sıcak paraya gelince felaket bocalarlar. Gülbenkyan burada da devreye girer ve hizmetinde bulunduğu Rothschild ailesini işin içine sokar. Rothschildlar Frankfurt merkezli bir tefeci taifesidir, devletleri bile borçlandırır, hükümetleri ellerinde oynatırlar. Yeri gelmişken söyleyelim Yahudi olduklarını saklamazlar. Hasılı Deterding (Royal Dutch), M. Samuel (Shell) aralarına büyük patronu da (Rothschildlar) alınca ahtapot gibi yayılır, Meksika ve Venezuela petrollerine de el atarlar.

Bu arada ABD’li J.D.Rockefeller’in kurduğu acımasız tekel (Standard Oil) de yöreyle ilgilenir ve zemin kayganlaşmaya başlar.

Evet Çanakkale bir zaferdir ama çöküş de orada başlar, 250 bin tahsilli gencini kaybeden Osmanlı, Trablus’ta, Süveyş’te, Sarıkamış’ta, Yemen’de, Galiçya’da peş peşe yenilgilere uğrar. Balkan ve Arap isyanları da tüy diker, ne silah kalır, ne adam. İttihatçılar 600 yıllık imparatorluğu, mirasyedi cömertliği ile dağıtır, devlet gemisini kayalığa oturturlar. Artık Orta Doğu petrollerine sulananlar, Türkleri muhatap almaz olurlar.

Kirli ve yağlı sıvı
“Bir damla petrol bir damla kandan kıymetlidir” diyen Churchill, İngiliz firmalarını Irak’a itelerken, Sam Amca da Okyanus ötesi arayışlara çıkar. Doları konuşturup kafakol atmaya, ayak kaydırmaya başlar. İş ticari rekabeti aşar, ince ince stratejiler geliştirir ve delicesine silahlanırlar. Zira Standard Oil’in karşısında Royal Dutch&Shell vardır, bir ipte iki cambaz oynamaz.

Fransız devlet adamı Clemenceau “kana olduğu kadar petrole de ihtiyacımız var” der ve Irak petrolünden ziftlenebilmek için CFP’yi (Compagnie Française de Petreles) kurarlar.

ABD Dışişleri Bakanı petrolcüleri Washington’a toplar ve “İşte Orta Doğu, işte petrol! Gidin alın!” diye haşlar.

Hele Standard Oil, Musul petrollerinin İngiliz kontrolüne girmesinden hiç hoşnut olmaz. Ortalık sil baştan gerilir, Londra müzakerelerinde iş yine Gülbenkyan’a düşer, bizimki ağızlarından girer burunlarından çıkar alayını bağlar. Hepsi de Kalust’un çizdiği ‘Kırmızı Hat’ üzerinde anlaşır, el sıkışırlar. İnanabiliyor musunuz Türkiye’yi bile paylaşır, Irak ve Suudi Arabistan’ı havada karada kaparlar.

Yüzdesi sabit
Gülbenkyan’ın hissesi yine oynamaz, kalan % 95’i Standard Oil, Royal Dutch-Shell ve Anglo-Pers paylaşırlar. Hele “Türk Petrol Şirketi”nin adı “Iraq Petroleum Company” olarak değiştirilince (1929), diyecek sözümüz kalmaz.

ABD’li SoCal ve Texaco (bilahare ARAMCO) körfeze musallat olur.

Suudi Hanedanından aldıkları imtiyazla hortumu Arabistan’a takarlar. Kuveyt petrol imtiyazı ise Kuwait Oil Company’e verilir. Bu firmanın % 50’si ABD’li Gulf Oil’indir, % 50’sini de İngiliz BP’den sorarlar.

Gülbenkyan’ın ikna kabiliyeti öyle yüksektir ki, Londra’daki para babalarına tek konuşmayla “African and Eastern Concessions” adlı bir şirket kurdurmayı başarır. Deutsche Bank’ı ve D’arcy Grubunu parmağında oynatır...