Adsız Kahraman Yüzbaşı HAKKI

|

Düşman donanmasının “bugün-yarın” Boğaz’a yükleneceğini ve kayıp vermeyi göze alarak İstanbul’a yöneleceğini herkes bilir. Kaldı ki ateş güçleri, topçu bataryalarımızın çook çok fevkindedir (506’ya 150).

Harekat öncesi İngilizler balina avcılarının ellerindeki teknelere el koyar, Boğaz’ı karış karış tararlar. Doğrusu mayınlarımızın tamamını tespit eder, söküp götürürler. Elimizde sadece 26 mayınımız kalır ki Tophaneli Hakkı’nın yönettiği Nusret o gece hepsini donanmanın manevra yapabileceği sulara dizer. İş kazasız belasız biter ama tam dönerlerken üzerlerine doğru gelen iki devriye gemisini görürler...

Işık savaşı
Adamlar neden kuşkulanırsa kuşkulanırlar projektörleri yakar, suyu taramaya başlarlar. Gecenin bağrını ak bir kama gibi yaran ışık huzmesi suları yalaya yalaya yaklaşır, yaklaşır ve tam Nusret’i yakalamak üzeredir ki günlerdir arızalı olan kıyı projektörlerimizden birinin yanacağı tutar. Derhal birbirlerine kilitlenir, görülmemiş bir sinir harbi başlatırlar. İki ışık silindirinin tokuşmasıyla ortalık sanki sise boğulur ve bir takırtıdır kopar. Şüphesiz devriye gemileri zordadırlar, zira kamaşan gözleriyle adeta aya yıldıza mermi sıkar, “ya tutarsa” hesabı yaparlar. Bataryalarımız fırsatı kaçırmaz, zırhlı Canapos’a bir şey yapamasalar da mayın tarama gemisi Lundy’i dibe yollarlar.

Hasılı Nusret’e “nusreti ilahi” tam zamanında yetişir, bu kavga bizim mayıncılara yarar.

Vazife biter, soluk gider
Tophaneli Hakkı, gemiyi sükunetle ilerleyebileceği sulara kavuşturduktan sonra derin bir nefes alır ve dümenin yanı başına yıkılır. Sanki yorgun kalbi “benden bu kadar” dercesine işi bırakır. (Allah derecesini âlâ eylesin)

18 Mart günü saat 11.00’de düşman saldırısı başlar. 18 dev zırhlı, muhripler, denizaltılar üç dalga halinde ilerlemeye başlarlar. Önce top atışına başlar, tabyalarımızı hallaç gibi atarlar. Lâkin beklenmedik şeyler olur. Nusret’in döşediği mayınlar, önce Fransızların Bouvet zırhlısını, sonra İngilizlerin İrresistible ve Ocean adlı ejderhalarını deryanın dibine yollar.

Yetmez İngiliz kruvazörü İnflexible, Fransız Gaulois ve Suffren yara alırlar. Bunlar ya yan yatar, ya karaya otururlar.

Eğer Nusret’in sadece 360 ton olduğunu düşünürseniz. kendisinden 222 kat büyük bir gücü saf dışı bırakır ki düşman donanmasının üçte biri gitti demektir.

Churchill: “Bizi Nusret yaktı”
Yüzbaşı Hakkı tertemiz ölür, Fatihalarla uğurlanır. Fakat mayın taramakla görevlendirilen Fransız Yüzbaşı Guepratte (Filo Komutanı Amiral Guepratte oğlu olmasına rağmen) vazifeyi ihmalle suçlanır. Ona zerre kadar acımaz, Suffren Gemisi’nin grandi direğinde sallandırırlar.

İngilizler’in mağrur yöneticisi Winston Churchill hadiseden 15 yıl sonra “Revue de Paris” muhabirine şunları söyler: “1915 yılı itibariyle denizlerde dolanan savaş gemilerinden hiçbiri, Nusret kadar müessir olamadı. Nusret’in gizlice döktüğü 20 demir kap, Türkiye’yi bir bozgundan kurtardı ve harbi uzattı. Sırf bu 20 mayın yüzünden dünya sularında 5 bin gemi battı, milyarlarca sterlin masraf yapıldı ve mağluplar kadar muzafferler de sarsıldı. Fransa, Polonya, Galiçya, Balkanlar, Filistin, Suriye ve Kuzey Italya’da 7 milyon insan hayatından oldu. Çarın yardımına gidemediğimiz için Rusya’da Bolşevikler iktidarı ele aldı. Lenin ve Stalin 30 milyon insanı doğradı. Rusya Çin’i de peşine taktı. Komünist Mao kan dökücülükte onlardan aşağı kalmadı. Hindistan’ı, Pakistan’ı, Afganistan’ı, Mısır’ı kaybettik ve İngiltere süper güç olmaktan çıktı. Ve biliyor musunuz o 20 mayın Boğaz’ın güçlü akıntılarına incecik ama incecik bir telle direniyorlardı.”

Peki ya şimdi?
Şimdi “peki Nusret ne oldu?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bu şanlı şahit mutlaka boyanıp paklanmalı, ışıklı salonlarda saklanmalıydı ama olmadı. Çok şey borçlu olduğumuz Nusret’e sahip çıkmadık. Vefakâr tekne yıllarca kum taşıdı ve çok yıprandı. Makineleri yoruldu, kaburgası eğildi, dengesi kalmadı. Onu tutup Mersin limanına bağladılar. Şehit Yüzbaşı Hakkı’nın dolandığı güverteye gazoz kapakları, bira şişeleri, kağıtlar, poşetler atıldı. Ambarlar çekirdek kabuğu ve mısır koçanıyla doldu, leş gibi idrar koktu. Kirden pastan adı bile okunmaz oldu. Belki o da Yavuz ve Midilli gibi jilet olacaktı ama TGRT ve Gazetemizde yayınlanan bir haberin ardından Tarsus Belediyesi kolları sıvadı, “eski dost” için kesenin ağzını açtı.