İnsafsız Sömürgeci WINSTON CHURCHILL

|

Amerikalının dolarına, Almanın birasına, Rusun balesine, tiyatrosuna, İspanyol’un fiestasına, futboluna dokunursanız ayağa kalkar. İtalyanlar öncelikle şamataya, eğlenmeye, Fransızlar giyinip kuşanmaya, iyi yemeye ve güzel kokmaya bakarlar. Eğer bunları sağlarsanız sizinle uzlaşırlar. Ama İngilizler körkütük İslâm düşmanıdırlar. Menfaat çatışması olmasa bile Müslümanlarla uğraşır, şeytanın aklına gelmeyecek hilelere baş vururlar. Diğerleriyle takışırsanız bahçenize girer ve çatır çatır fidanlarınızı kırarlar. Lâkin İngiliz seninle birlikte sular, budar, aşılarını yapar, gece dibine zehir döker, ertesi gün senden fazla ağlar.

Bir gün İngiltere’deki müttefik büyükelçileri Churchill’in malikanesinde toplanır, kırmızı balıkların dolandığı havuz başında beş çayına otururlar. Mevzu elbette İslâm âlemi ve özellikle “Hasta Adam”dır. Ayaküstü Türkün yurdunu paylaşır, ufak ufak parsellere ayırırlar. Bir ara monşerin biri havuzun yüzeyinde tembel tembel dolanan balığı yakalamaya kalkar. Hayvan çevik bir kuyruk darbesi ile dibe dalar. İçlerinden biri “hiç o iş elle olur mu” der, “bir kepçen olacaktı en azından.” Bir diğeri ekler: “Ya da ucunda nefis yemler takılı bir olta!” Birden balık ve havuz üzerinde fikir sivriltmeye başlarlar. Kimi serpme savurmaya, kimi trolle kazımaya kalkar. Neden sonra Churchill’in sustuğunu farkeder sözü ona bırakırlar. Churchill sakin sakin çay kaşığıyla havuzdan su alır çimlere atar. Sonra bir daha, bir daha... Belki bu iş yıllarını alacaktır ama gün gelecek, bütün balıklar “onun” olacaktır. İşte İngiliz budur, ele geçirmekle kalmaz, dibini kuruturlar.

Daima ezenin yanında
Winston, Oxfordshire’de, Blenheim Sarayında doğar (1874). Babası, Randolph Churchill adında bir Lord, annesi Amerikalı bir sarışındır. Onu el bebek gül bebek büyütür ve sadece asilzadelerin devam ettiği Harrow School’a yollarlar. Sonra paşa paşa okusun ve paşa olsun diye Harb Okuluna sokarlar. O günlerde süvâri subayı olmak hele hele Kraliçeyi korumak herkese nasip olmaz ama Churchill torpili sağlam yerden koyar, küheylanlar üzerinde fiyaka yapar.

Belki bu işe devam etse bir düşes düşürüp saraya kazık çakabilecektir ama o macera kovalar. Tutar gönüllü olarak Hindistan’a, Sudan’a koşar, siyahi direnişçilere kurşun sıkar. Ona kırdığı garip kadar ödül verir, göğsünden göbeğine kadar madalyalarla donatırlar. Bakın buraya bir mim koyun. Churchill süzme bir sömürgecidir ve hayatı boyunca sömürge düzeninin devamı için çabalar.

Onun gözünde İngiliz olmayanın zerre kadar kıymeti yoktur. İnsan haklarına asla inanmaz. Hatta atom bombasını nerede denesek (1945) diye kafa yoran Amerikalılara “Ya Kürtlerin, ya Afganların başına atın. Nasıl olsa onlara kimse sahip çıkmaz” diyecek kadar.

Churchill kimyasal silahlarla mücadele edenlere çok kızar, açık açık “zehirli gaz kullanılmasına taraftarım” demekten kaçınmaz.

Eh Koca Churchill bunu derse Baasçıyı kim tutar? Beşikteki bebeleri bile filitler, Halepçe katliamını kâr sayarlar.

Muhbir mi muhabir mi?
Neyse... Churchill o mevzi senin, bu kışla benim derken yorulur. Üniformayı çıkarır ama cephelerden kopamaz. Tutar “Morning Post” adına savaş muhabirliği yapmaya başlar. Lakin gazetecilikten başka her işi kovalar, hem provokasyon çıkarır, hem de gizli servise istihbarat toplar. Bu yüzden başı dertten kurtulmaz, Güney Afrika’da içeri tıkarlar. Buradan kaçmayı başarır ve maceralarını gazetesine yazar. O günlerde İngilizlerin kahramana ihtiyaçları vardır, elbirlik Churchill’i destanlaştırırlar. O da vaziyetten vazife çıkarıp siyasete el atar. Nitekim Muhâfazakâr Parti’den milletvekili olmayı başarır. Ona bildiği işi verir Sömürgeler Nezaretine “müsteşar” yaparlar. Muhafazakârlar gider, Liberaller gelir ama o, daima rüzgara göre yelken açar. Serde gazetecilik olduğu için basını iyi kullanır ve şov üstüne şov yapar. Başbakanın ağzından girer, burnundan çıkar sırasıyla Ticâret, İçişleri ve Donanma Bakanlıklarını kapar. Gözünü zirveye diktiği için tribünlere oynar, hastalık ve ihtiyarlık sigortası ile işçilerin ağzına bir parmak bal çalar. Sizin anlayacağınız devlet kesesinden “ağalık” yapar.

Biz ne kadar kızarsak kızalım adam işini bilir, meselâ Ulu Hakan’ın kalitesini çok iyi anlar. Hem de “dünya siyasetinin % 99’unu Abdülhamid yönlendiriyor, korkarım kalan % 1’de de parmağı var” diyecek kadar. Hırslı ittihatçılar yönetimi ele alınca, ortalığın gerileceğini anlar ve kollarını sıvar. Henüz Harb-i umumi lafları edilmezken donanmayı yeniler, “Temmuz Manevraları” bahanesi ile deniz kuvvetlerini savaşa hazırlar. Kömürle işleyen gemileri eler, benzinle çalışanların inşaasına hız katar. Devasa tankerler, denizaltılar, uçak gemileri yaptırır, teyyare filoları kurar. Aslında Fransızlar, Almanlarla kanlı bıçaklı değildirler ama kırk dereden su getirip aralarını açar.

İngiliz Donanması tek kelimeyle mükemmeldir. Zaten Çanakkale’yi de bu donanmaya güvenerek zorlar. Doğrusu güç, taktik, zamanlama her şey yerli yerincedir ama Mehmetçiği çözemez, yalınayaklı çocuklara dikiş tutturamazlar.

SOĞUK SAVAŞIN MİMARI

Şedit bir İslâm düşmanı olan Churchill’e göre Osmanlı’nın gırtlağını sıkmak isteyenin Boğazları ele geçirmesi lâzımdır. Nitekim Çanakkale’nin zorlanması için öncülük yapar, ancak muhteşem donanma fukara Anadolu çocuklarını aşamaz. Sadece İngiliz Milletler Topluluğundan 213 bin 980 kayıp verilir. Başbakan Asquith istifa eder, kabine sallanmaya başlar.

Churchill yeni hükümete de sızar, Lord George onu Levâzım Bakanı yapar. Gelgelelim halkın öfkesi katlana katlana artar, iktidarı adeta topa tutarlar. Yapılan seçimlerde Lord George kaybeder, Churchill tekrar daktilo tıkırdatmaya başlar. O, yazarlık hayatı boyunca kendine düşman arar. Durur durur Müslümanlara vurur, arada sırada Almanlara patlar. Eh bu arada vatandaşlarını ustaca piyazlar, hamasi cümlelerle gururlarını okşar. Şakşakçıları “yaşa” “varol” dedikçe “politika krizi” tutar. Bu defa, Muhâfazakârlar safında parlamentoya girer ve Mâliye Bakanı olur (1924). Böylece yapmadığı Bakanlık kalmaz.

Laf salatası...
Churchill iyi bir hatiptir, elinde belge ve bilgi olmasa da yağ gibi üste çıkar. Bir gün Avam Kamarasında uzun uzun rakamlar sıralar. Kürsüden inince danışmanı yanına sokulur ve “sanırım bazı yanlışlıklar var efendim” diye fısıldar.

- Peki sana vazife versem bu rakamların doğrularını bulabilir misin?
- Mümkün mü efendim. En az 6 ayımı alır.
- Doğrusunu istersen hepsini uydurdum! Ama şunu çok iyi biliyorum ki hakiki rakamlara ulaşmak için muhalifler de 6 ay uğraşmak zorundalar. Eh, o zamana, kim öle, kim kala...

2. Cihan Harbi başlayınca onu yine Donanma Bakanlığına oturturlar ama orada durmaz, halkı lüzumlu olduğuna inandırır ve Başbakanlığı kapar. Hem bu kez ne yapar yapar, ABD ile Sovyetleri peşine takar. Yoksa Gestapolar İngilizleri tükürükle boğarlar.

Churchill’in “itfaiye ile ateş arasında tarafsız kalınmaz” gibi joker vecizeleri vardır ve o devirde laf parlatmak prim yapar. Bir yandan Başkan Roosewelt’i makasa alıp Atlantik Paktını kurar, bir yandan da Stalin’le teması sıcak tutar. Bu üçü önce Tahran’da sonra Yalta’da masaya oturur, kardeş kardeş dünyayı paylaşırlar! Adı elbette “Barış Konferansı”dır ama “bu külü” kimse yutmaz.

Churchill şov yapmadan duramaz, nitekim 1953 Nobel Edebiyat Ödülüne el koyar. Seçiciler öyle bir baskı altında kalırlar ki Ernest Hemingway’i bile elemek zorunda kalırlar.

Churchill, Baltık Stettin’den başlayıp Adriyatik Triyeste’ye kadar uzanan hattı “Demirperde” diye adlandırır ve insanları çizginin bu yanındakiler, öte yanındakiler diye ikiye ayırır. Bilerek ve planlayarak “Soğuk Savaş”ı başlatır ve Rus fobisini kullanarak askerî harcamaları tırmandırır. İngilizler o yıllarda leblebi çekirdek gibi tank, top satar, çok para kazanırlar. Eğer bugün pek çok devlet ordusuna eğitim ve sağlıktan çok bütçe ayırıyorsa bunda Churchill’in vebali vardır.

Churchill, İşçi Partili Atlee ile sıkça takışır, birbirlerine dokundurmadan yapamazlar. Avam Kamarasında yaptığı bir konuşmada “Meclisin önünde boş bir araba durdu” der, “içinden Atlee çıktı.” Gülüşmeler sürerken “Kristof Kolomb bile İşçi Partiliydi” diye ekler, “çünkü yola çıktığında nereye gideceğini bilmiyordu. Amerika’ya varınca da nereyi keşfettiğini anlayamadı.”

Atlee güya altında kalmaz yılışık tavırlarla gelip Churchill’in göbeğini okşar “Majesteleri kaç aylık hamileler acaba?”
- Lütfen mister, cıvıtmayınız!
- N’olur söyle bu veledin adını ne koyacaksınız?
- Kız olursa Kraliçemizin adını, erkek olursa Kralımızın adını koyacağım. Gaz çıkarırsam senin adını...

Gider balık avlar...
Churchill zaman zaman iktidarı kaybetse de koltuğuna dönmekte zorlanmaz. Ancak çok fazla alkol aldığı için pot kırmaya, dikkati dağılmaya başlar.

Nitekim ücra bir kasabada hararetli hararetli kürsü yumruklarken çulsuzun teki karşısına çıkar ve “Sayın Churchill” der, “Cihan Harbi kazanmış olabilirsiniz. Ama benim karnım aç. Nutuk karın doyurmuyor.” Churchill gibi bir demagog ilk kez aciz kalır ve meydandan kaçarcasına uzaklaşır. Belki inat etse bir müddet daha başta kalabilir ama kendi isteği ile (1955) siyâsetten ayrılır, hatıralarını yazar, resim yapar, balık avlar. İşte o günden sonra ayrılma vakti gelen siyasetçilere “gitsin balık avlasın” demeye başlarlar...