Kaşif mi, Katil mi? KRISTOF KOLOMP

|

Kızılderililer havaya suya ve toprağa saygılıdırlar. Avladıkları hayvanın etinden derisinden, kılından tüyünden azami istifadeye bakar, sebepsiz yere can yakmazlar. Ağaçları bile incitmekten çekinir, kibarca dal silkeler, ota, yaprağa hatır sorarlar. Bir beyazın onda biri kadar yeyip doyar, israftan çok kaçarlar.

Yerliler İspanyolları önce dostça karşılar, onları kendileri gibi sanırlar. Ancak maksatlarını anlayınca tedbirlerini alır, köleliğe yanaşmazlar. Karılarını ve çocuklarını dağlara kaçırır, kıymetli eşyalarını kuytulara saklarlar. Soluk benizliler yağmalanacak şey bulamayınca çileden çıkar, halka zulme başlarlar. Dayak, hakaret neyse de kadınlara sataşınca iş çığırından çıkar, o sessiz yerliler demirden leblebi olurlar.

İspanyolların ardından diğer sömürgeciler de (İngilizler, Fransızlar, Flemenkler, İtalyanlar) yeni kıt’aya koşar. Beklentileri büyük olduğu için hayal kırıklığı yaşarlar. Aradıklarını bulamayınca hınçlarını yerlilerden çıkarırlar.

Kızılderililer temizliğe ve aile hayatına önem verdiklerinden olsa gerek sıhhatli kalırlar. Ancak Avrupa’dan gelenler bu insanları görmedikleri hastalıklarla (tifo, frengi, verem, kolera) tanıştırırlar. Yerlilerin bünyeleri bu mikroplara dirençli değildir. Bu yüzden toplu ölümler yaşarlar.

Tümünü YaslaEngizisyon gibi
Kafileler kafileleri izler, Avrupa’da ne kadar hırsız uğursuz, ne kadar dikiş tutturamamış maceraperest varsa gemilere doluşup “yeni kıt’a”ya koşar. Katliamlar katlana katlana yayılır, Haçlılar ağıla giren kurtlar gibi insan kırarlar. Hatta zaman zaman yerliler üzerine bahis oynar, biçareyi tek kılıç darbesiyle ortadan biçen ya da iki kaşının ortasından oklayan parayı kapar. Süt bebeklerini ayaklarından tutup taşlara çarpar, köpeklerin önüne atarlar. Kimini alevlere iteler, kimini dallarda sallandırırlar. Kristof eline geçen reisleri sıradan yerliler gibi öldürmez, daha enteresan bir son için fikrini zorlar.

Kızılderililer kıt’anın derinliklerine kaçarak gizlenseler de İspanyollar bunların peşine azgın köpekler takar. Bu hayvanları sadece yerli etiyle besleyip canavarlaştırırlar. Hatta köpekleri beslemek için insan eti satan kasaplar açarlar. Müşteriler “şu herifin çeyreğini ver” der kanlı butu omuzlarına vururlar. Azgın köpekler etlere hırlıyarak dalar ama en fazla da kafatası sıyırmaktan hoşlanırlar. (Bartolome de Las Casas)

Muharip yerliler tükendikten sonra meydan Avrupalılara kalır. Kadınları ve çocukları paylaşır, kimini madenlerde, kimilerini tarım alanlarında kullanırlar. Lohusaların sütleri kurur, bebeler acından kırılırlar. Dağlara kaçan yerliler korkudan ne yapacaklarını bilemez, bazıları da uğradıkları hakarete dayanamaz, intihara sığınırlar.

Hisponiola’da 1492’de 250 bin olan yerli nüfusu 1508’de 60 bine düşer 1560’da 500 tane bile kalmaz. Ki onları da hizmetçi olarak kullanırlar.

Biz kahramanımıza dönelim. Ünlü kaşif 1496’da Cadiz’e geri döner. 1498’de üçüncü seferine çıkar, peşine yeni serüvenciler takar. Bu kez daha da güneye iner. Venezuela yakınlarında Trinidad açıklarına demir atar.

Ancak daha önce kurduğu kolonilere vardığında huzursuz insanlarla karşılaşır, işin içinde çıkamaz. Evet o usta bir denizci olabilir ama idarecilik boyunu aşar. Nitekim Ferdinand tarafından gönderilen bir koloni valisi dizginleri eline alır Kristof’u zincire vurarak İspanya’ya yollar (1500).

K.K. kısa süren mahkumiyetinden sonra Ferdinand ve İsabella’yı ikna etmeyi başarır ve Nisan 1502’de yeniden yelken açar. Bu kez Hindistan’ın merkezini bulmaya niyetlidir, gider Orta Amerika’da Bombay’ı, Kalküta’yı arar. Panama’da aylarca kalır ama üç adım ötedeki Pasifik Okyanusu’nun kokusunu alamaz. Jamaika civarında gemisi midyeler tarafından tahrib olunca karaya çıkar, Koloni valisinden yardım gelinceye kadar kıt’anın derinliklerine dalar, ipek ve baharat yollarını arar.

Kasım 1504’te tekrar İspanya’ya ulaşır. Ancak üç beş gün sonra Kraliçe İsabella ölür ve eskiden beri kendisinden hoşlanmayan Kral Ferdinand kapıyı kapar. Kolomb’un karizması yerle bir olur, dostları tarafından terk edilir ve bir gün ölüsünü bulurlar (1506)

Kabrinde yatamaz
Kristof, Valladolid’de gömülür ancak hayranları kemiklerini Las Cuevas kentinde Kartauser mezarlığına taşırlar (1509). Derken birileri onun Amerika’da yatmasının daha mânâlı olacağını düşünür, kemiklerini torbalar Atlantik’i aşarak Santa Domingo Katedrali’nin bodrumuna koyarlar (1537). Ancak ortalık karışınca Fransızların tasallutundan korkar ve tabutu alelacale çıkarıp Küba’nın başkenti Havana’ya kaçırırlar (1795).

Avrupa’daki hayranlarının hasreti depreşince Havana’daki kemikleri toplar, Sevilla’da onuruna dikilen bir heykelin ayakucuna bırakırlar, ki söz konusu turu ancak 100 yılda tamamlarlar. Papa Pius onun bir aziz olduğuna inanır yere göğe sığdıramaz. Nitekim cennetlik ilan edilmesi için çalmadık kapı bırakmaz (1866). Ancak bu teklife kilise mahkemesinden sadece bir oy (herhalde kendininki) çıkar.

Her ne kadar papazlar Kristof’u destanlaştırsalar da bazı araştırmacılar aslında onun Pantevedra yakınlarında doğan Juan Colon adlı bir İspanyol Yahudisi olduğunu yazarlar. Gemilerinde rahip bulunmadığını, Arapça ve İbranice bilenlerin ekseriyette olduğunu söyler, buldukları işaretlerle bir Kabalacı konverso (Yahudi dönmesi) olduğunu ispata çalışırlar.

İspanya’dan çok miktarda ırkdaşını kaçırdığını iddia eder “Amerika’daki Yahudi örgütlenmesi hakkında” ipuçları sunarlar.