“Çöl Aslanı” ÖMER MUHTAR

|

Ömer Muhtar, Batnan adlı şirin bir çöl beldesinde doğar (1862). Babası hac yolunda vefat edince ona Seyyid El Giryani adlı bir aile dostu sahip çıkar. Adamcağız, Ömer’i kendi çocuklarından ayırmaz, en seçme okullarda okutup, Cağbub’taki İslâmi Bilimler Akademisi’ne yollar. Ömer Muhtar her işten anlayan bir sanatkar olmasına rağmen liderlik vasfı ile öne çıkar. Yaşlıları arar, dulları kollar, aşiretler arasında hakemlik yapar. Bir taraftan Kasur ve Ayn Kalak zaviyesi şeyhliğini yürütür, diğer yandan işgalcilere karşı koyar.

O günlerde İtalyanlar yerli halkı insandan saymaz, kural kaide tanımazlar. Sadece direnenleri değil, kendi halinde otlayan hayvanları bile kurşunlar, asırlık zeytinlikleri, canım hurmalıkları, güzelim bağları çatır çatır yakarlar.

Ömer Muhtar, karargâhını Cebel-i Ahdar (Yeşildağ) adlı bir kuytuya kurar, lâkin Senusi dervişleri kılıktan kılığa girer, İtalyan garnizonlarındaki en ufak kıpırtıyı merkeze duyururlar. Nitekim Vali Teruzzi, “Senusiler karşısındaki askerî üstünlüğümüz var ama para etmiyor. Çünkü bunlar düzenli ordu değil, aramakla bulunmuyorlar. Hedef olmaktan bıktık, bize sadece savunmak kalıyor. 10 bin askerle yaptığımız operasyonlardan bile netice alamadık, bugün burayı basıyor, yarın 100 km ötede çıkıyorlar. Düşünebiliyor musunuz bu insanlar başka bir bayrak altında yaşamayı ‘zulüm’ sayıyor ve ölmekten çok hoşlanıyorlar” şeklinde bir rapor yazar.

Ev, araba, bol para...
Bir ara Ömer Muhtar Mısır’da destek çalışmaları yapar. İtalyanlar onu Kahire’de bulur ve cazip tekliflerde bulunurlar. Bingazi’de nefis bir köşk, ömür boyu bitiremiyeceği kadar para, atlar, arabalar, uşaklar...

Ömer Muhtar “ya kazanırız, ya ölürüz. Bilin ki cellatlarımızdan daha uzun yaşayacağız. Bizi bitiremezsiniz” der, işine bakar. İşgalciler dönüş yolunda pusu üstüne pusu atar ama başarılı olamazlar.
İtalyanlar ellerinde sadece “çakaralmaz” tüfekleri olan mücahidleri tayyareler ve zırhlı araçlarla sıkıştırmaya çalışır ama dişe dokunur bir başarı sağlayamazlar. Sadece Sirte çatışmasında 13 subay ve 300 askerlerini toprağa bırakırlar. Henüz bu yarayı saramadan 50 araçla pusuya düşer, bir anda 350 askerlerinden olurlar. O yıl pek çok düşman uçağı düşürülür, çok sayıda üst rütbeli subay öldürülür. Mücahidler ele geçirdikleri cephane ile güç kazanırlar.

Küfür cephesi mücahitlere karşı dikiş tutturamayınca hıncını halktan çıkarır, zemini al kana boyar. Senusilerin sığınabileceği her yeri özellikle ormanları yakar, görülmemiş bir çevre katliamı yaparlar. Dile kolay 142 bin küçük ve büyük baş hayvanı ve (kendi verilerine göre) 4329 direnişçiyi öldürür ama mukavemeti kıramazlar. Hal böyle olunca beş yılda beş vali değiştirmek zorunda kalırlar (Bongiovanni, Mombelli, Teruzzi, Sciliani ve Graziani...)

İşin çivisi çıkar...
General Mezetti artık “bizden iyi savaşıyorlar” demekten çekinmez ve cepheyi içten çökertmenin yollarını arar. Bıkıp usanmadan “gelin barışalım” sakızı çiğnemeye başlar. Yer yer muhatap da bulur çünkü savaş çok uzamış, katliam ve kıtlık dayanılmaz olmuştur. Ömer Muhtar bütün kabile reislerini Kasr el Mecahir’de toplar, herkes reyini ortaya koyar. Hava gerilince Çöl Aslanı “ne Mısır’a gitmek isteyenlere gitmeyin derim, ne de teslim olanlara mani olurum ama ben şehadete ermeden bu dağları terk etmeyeceğim” der ve noktayı koyar. Onun kararlılığı karşısında hepsi özür dilerler ve toplantıdan “mücadele” kararı çıkar.

General Mezzetti bir halk hareketi ile karşı karşıya kaldığının farkındadır. Senusi mukavemetinin kaynağını kurutmak üzere halkı esir kamplarında toplar, sahrada kuş uçurtmazlar. Tayyareler gün boyu dolanır, zırhlılar kontak kapamadan tur atarlar. Özellikle Eritre’den topladıkları çapulcular çadır, deve, kadın, çocuk tanımaz, kıpırdayan her gölgeye mermi sıkarlar. Sağ kalanları önlerine katar, davar gibi toplama kamplarına kapatırlar.

Buna rağmen mukavemet durmaz. 1929’da Valiliğe atanan Badoglio, “genel af” ilan eder ve en ufak direnişi zulümle bastıracağını duyurur. Bunu yapabileceğini Berka’da gösterir ve “Berka Kasabı” namıyla anılmaya başlar. Lakin direniş inadına sertleşir, gerilla saldırıları daha da artar. Ömer Muhtar vakit kazanmak için vali yardımcısı Sciliani ve Badoglio ile görüşmeler yapar. Tabiatıyla anlaşamaz ve tekrar silaha sarılırlar. 8 Kasım’da Mücahidler Bingazi’deki İtalyanları tamamen imha eder, karargahı havaya uçururlar. Sömürgeciler bu büyük hezimet karşısında tutulur kalırlar. İtalyan Genelkurmayı “çekilelim” kelimesini telaffuz etmeye başlamıştır ki, Mussolini duruma bizzat el koyar ve harekâtın başına insafsız bir faşisti “General Rodolfo Graziani”yi atar. (Ocak 1930)

İNSAFSIZ İŞGALCİ GENERAL GRAZİANİ

İtalyanlar büyük bir hevesle girdikleri Libya’da ummadıkları bir direnişle karşılaşır, yıllarca çölü tırmalarlar. Mussolini bu işten çok sıkılır ve acımasız bir faşisti (General Graziani’yi) bölgeye yollar. Graziani, Duçesine ölümüne bağlı bir karagömleklidir, (o yıllarda Mussolin’in fedaileri kara gömlek giyerler) lideri emretti mi babasına bile acımaz.

Senyör Graziani, Libya’ya gelir gelmez subaylarını toplar ve bir durum değerlendirmesi yapar. Görünen o ki direniş Senusi kaynaklıdır ve mücahidler az kayıpla savaşırlar. Evet, Ömer Muhtar iyi bir liderdir ama hareketi grup veya şahsa indirgeyen hata yapar. Böylesine bir potansiyelleri varken Müslümanlar daha çoook lider çıkarırlar.

Graziani işe hızlı başlar, öncelikle Senusi tekkelerini kapatır, şeyhleri ülkeden kovar, malvarlıklarına el koyar. Silah aramalarını arttırır, seyyar mahkemeler şipşak hüküm çıkarır, üç vardiya idam yapar. Yerli memur ve askerleri hainlikle suçlar, kâh ayakkabısının boyasına, kâh pantolonun ütüsüne takar, zindana atar. Derken bütün ülkeyi abluka altına alır, beşiktekileri bile toplama kamplarına tıkar. Bunca insanın barınması, yiyeceği umurunda değildir, gülyüzlü bebeler açlıktan kırılırlar. Özellikle Cebel’ül Ahdar’ı kurutmaya çalışır, çölde kuş uçurtmaz. Mısır’la olan her türlü ticareti yasaklar, hatta hududu “boydan boya” dikenli telle sarar.

Graziani eser, gürler, yakar, yıkar ama Libyalılara geri adım attıramaz. Mücahidler 11 Nisan 1930’da El Faidiyye üzerine büyük bir saldırı düzenler ve İtalyanları unutamayacakları bir hezimete uğratırlar. Ömer Muhtar zafer şenliği yapan savaşçılarına hitaben bir konuşma yapar, “şayet” der, “Bingazi’den, Cebel’ül Ahdar’a doğru bir aslan kükremesi duyarsanız korkmayın, zira o kürkün içinde bir merkep var!”

Kufra düşünce...
Graziani bu işe çok kızar, 16 Haziran 1930’da bizzat komuta ettiği 15 bin kişilik bir orduyla intikam seferi açar. Zaferinden o kadar emindir ki, şenliğe Vali Badoglio’yu da katar. Ancak Ömer Muhtar kuvvetlerini küçük gruplara ayırarak alâkasız yerlerde pusu atar. Graziani hem kayıp verir, hem de haybeye çöl turlayıp masraf yapar. Zira mücahidlerin güçlü bir istihbarat ağları vardır ve atılan her adımdan haberdar olurlar. Ömer Muhtar öyle bir kurttur ki İtalyan karargâhında bile fısıltılar çıkartır, adamlar asılsız ihbarlar yüzünden uykuya hasret kalırlar.

Ancak Graziani süzme bir faşisttir ve Duçe’sinin karşısına başaramadan çıkarsa başına gelecekleri iyi bilir. Bu yüzden eskilerin yapamadığı bir işe girişir ve Libya’nın güneyinde İtalyanların ulaşamadığı tek yer olan Kufra’yı işgale niyetlenir. Yıl boyu hazırlanır ve 1931 Ocağında çölü aşar. Kufra’da hafızalardan kolay kolay silinemeyecek bir katliam yapar. İtalyanlar halkın gözleri önünde Mushâf-ı şerifleri parçalar, “haydi peygamberiniz gelsin de sizi kurtarsın” diye bağırırlar. Çoluk çocuğun bile ırzına geçer, alimleri uçaklardan atarlar. Köprüleri bombalar, hurmalıkları dağıtır, kuyuları doldururlar. Hepsi bir yana Mehdi Senusi’ye ait tarihi kütüphaneyi ateşe verir, binlerce el yazmasını çıra gibi yakarlar.

Kufra’nın elden çıkmasıyla mücahidlerin elinde sadece Cebel’ül Ahdar kalır ki çember her geçen gün daralmaktadır. Ömer Muhtar, yakınlarına “başka yolu yok. Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz” der. Mücahidler kadınlarını ve çocuklarını Mısır’a yollar, arkalarına bakmadan savaşırlar...

Güzel son...
Ömer Muhtar ve arkadaşları bir ara çok daralır, biraz olsun ferahlamak için Sahabe-i kiramdan Sidi Rafi Hazretlerinin (Radıyallahu anh) kabrini ziyaret için yola çıkarlar. İtalyanlar onların varlığını haber alır ve küçük konvoyu zıhlı araçlarla kuşatırlar. Vadiyi her yönden saran muazzam kuvvetleri yarmanın imkanı yoktur. Mücahidler son nefeslerine kadar çarpışırlar. Ömer Muhtar atı vurulunca yalnız kalır ve tek kişilik bir müdafaa hattı kurar. Yaşı yetmişi geçen ihtiyar muharip son fişeğine kadar direnmeye kararlıdır ancak elinden yaralanınca tetik çekemez olur, işgalciler üzerine çullanırlar.

Graziani, Ömer Muhtar’ı ele geçirir ama rahatlayamaz, aksine çatışmalar kontrolden çıkar. Ömer Muhtar’ı çağırtıp mücahidlere “teslim olun” çağrısı yapmasını ister. Eğer buna rıza gösterirse idamdan kurtulacak rahat yaşayacaktır. Büyük mücahid kafasını verir ama davasını satmaz. General “onun vakarına hayran oldum” demekten kendini alamaz. Hatıra defterine “ben onun kadar inancına, akidesine bağlı bir adam görmedim. Değerlerine saldıranlara büyük bir heyecan ve azimle karşı koyardı. Fakirdi ama satın alınamazdı. Mütevazıydı ama tavizsizdi” diye yazar.

Ömer Muhtar kendini idama mahkum eden sıkıyönetim mahkemesine “Hüküm ve karar yalnız Allah’ındır” der, lütfedip savunma bile yapmaz.

Aynı gün (15 Eylül 1931) toplama kamplarından getirilen binlerce Libyalının önünde sakince idam sehpasına çıkar. Yakınında olanlar onun fecr suresinin son ayetlerini (Ya eyyetuhennefsül mutmainne....) okuduğunu duyarlar...
İnna lillah ve inna ileyhi raciun...