Asrımızın Yesevîsi SEYYİD AHMED ARVASİ

|

Onbeş yıl evvel, yine bu gece... “Noel”cilerin sokağa döküldüğü demler... Dışarıdan sarhoş naraları ve oynak müzik sesleri gelmektedir. Hoca acı acı “yazık, burası bizim yurdumuz, bunlar bizim gençlerimiz” diye mırıldanır. Ölüm var, hesap var, cennet var, cehennem var diye haykırmak ister, dinleyeceklirini bilse ayaklarına gidip yalvaracaktır. Gözü emektar daktilosunun silik tuşlarına kayar. İyi de şimdi ne yazmalı, nasıl yazmalıdır?

Bu çile ne kadar sürer bilmiyoruz, sürgünlerde zindanlarda feri giden yorgun bedeni oracığa düşüverir. Hoca için ne ölüm ilanları verilir, ne de haber saatlerinde adı geçer. Ama cenazesine onbinler koşar, kalabalığı caddeler kaldırmaz.

Doğunun garip çocuğu!..
Ahmed Arvasi Hoca Doğubeyazıt’lıdır. Öğretmen okulundayken evlenir ve genç yaşta çoluk çocuğa karışır. Mezun olunca onu Tutak’ın Mollaşemdin Köyü’ne yollarlar. Bir kış günü eşyasını at kızağına yükleyerek yola vurur. Ancak sıcak bir lojman hayal ederken sırılsıklam bir dam bulur. Evet onun gibi bir idealistler tek göz odadan da tad almasını bilirler, lâkin okul perişandır. Bırakın masayı, sırayı, odun bile yoktur. Cılız çocuklar yamalı bir hasırın üstüne oturur, birbirlerine sokulurlar. Arvasi Beyin ilk işi eğreti bir soba uydurmak ve bir miktar tezek bulmak olur. Çocuklar önce ellerinin buzlarını çözer, sonra samanlı kağıtlara eğri büğrü harfler çizerler. Bu garipler kimsenin umurunda değildir, işte sırf onlar için yüksek tahsil yapma kararı alır, eğitim yılını bitirince Gazi Üniversitesi Pedagoji bölümüne yazılır. Gelgelelim burada köy enstitülülerin kesin bir hakimiyeti vardır. Anadolu’dan gelen temiz gençler karargâha dönen okulda geleneklerinden inançlarından koparılmakta, beyinleri yıkanmaktadır. Ahmed Arvasi Bey bu güçlü sele ecdad sevgisi ile karşı koyar. Ancak arkadaşları kaybolur gider, mâlum cenaha katılırlar. İşte o günlerde derin fikir çileleri çeken Arvasi Hoca “Kendini Arayan İnsan” kitabını kaleme alır. Balıkesir Savaştepe Öğretmen Okulu’nda ders vermeye başladığında anlatacak çok şeyi vardır ve dağarcığındakileri temiz Anadolu çocuklarına aktarır. Seyyid Ahmed Arvasi “İnsan ve İnsan Ötesi” ve “Türk İslâm Ülküsü”nün ardından şirin bir şiir kitabı çıkarır. Fikirtepe Eğitim Enstitüsü’nde “İlmihal” ve “Doğu Anadolu Gerçeği” isimli akademik eserini kaleme alır...

Büyük mütefekkir emeklilik yıllarında çalışma dozunu artırır. Gazetemizde günlük makaleler yazar, peş peşe kitap çıkarır. Evi gençlerle dolup taşar, onlara “Asr-ı saadet” yıllarını, alperenleri, derviş gazileri anlatır. Elceğiziyle çay, çörek taşır, tek tek hatırlarını sorup gönüllerini alır.

İl hududunda yakılan sigara!
Arvasi Hoca sevdirir, kızmaz, müjdeler, korkutmaz. Çocukları adam gibi karşısına alır dertlerine derman olmaya bakar.

Her ne kadar saklasa da maaşının irice bir bölümünü muhtaç öğrencilere dağıttığını cümle âlem bilir. Dersini misallerle renklendirir, son üç beş dakikada ilmi, insani, İslâmi öğütler verir. Lakin...
Lakin, sigarayı biraz fazlaca içmektedir...

Bir gün muallim arkadaşlarından biri “çocuklar size özeniyor hocam” der, “sigarayı aynı sizin gibi yakıyor, izmariti sizin gibi söndürüyorlar.”

Hiçbir şey söylemez. Derhal kantine girer, gençlerin şaşkın bakışları arasında cebinden paketini çıkarır ve parça parça edip ortaya atar. Çocuklar mesajı alırlar. Eller bellere, çoraplara, gider, büyük bir hınçla paketlerini paralarlar... Döşemede bir anda tütünden bir tepecik yükselir. Belki inanmayacaksınız ama o günden sonra okulda sigara içen tek talebe kalmaz.

Aradan yıllar, uzuuun yıllar geçer...
Hoca öğretmenliği bırakır, yazarlığa başlar. Memleket sıkıntılıdır, zira aydın geçinenler başka tellerden çalarlar. Birilerinin onlara cevap vermesi lâzımdır. Sıhhati de iyi değildir ama seminerler konferanslar düzenlemeli, bildiklerini gençlerle paylaşmalıdır. Yükü öylesine ağırdır ki uyuduğu geceler sayılıdır. Çok yoğun çalışır, sadece çay ve sigara ile ayakta kalır. İşte bu hengame içinde yolu bir zamanlar öğretmenlik yaptığı Balıkesir’e düşer. Dostları tabakalarını çıkarır kehribar renkli tütünleri sarıp hocaya uzatırlar. Olacak şey değildir, Hoca sigaraya “hayır” der, yüzüne bile bakmaz.

O gün, sonraki gün ve daha sonraki gün bütün teklifleri red eder, tek dal yakmaz.
Ta ki yola çıkana ve “Bursa il hududu” tabelasını görene kadar.
Zira bu ilde verilmiş bir sözü vardır ve Hoca verdiği sözü asla unutmaz!
(“Herkesin Bir Hikâyesi Var-2” kitabından)

ÖZLENEN MÜTEFEKKİR ARVASİ HOCA

Ahmed Arvasi Hoca gariban bir gümrük memurunun oğludur ve çocuk yaşta çalışmak zorunda kalır. İşte kuyumcu çıraklığı yaptığı günlerden birinde dükkana gelen bir Allah dostu “senin işin gönül sarraflığı olmalı” deyince işi bırakır ve mânâ rüzgarlarına yelken açar. Her içi yanan genç gibi o da şiirden başlar ve uykusuz gecelerin ardından “Sır” adlı manzum kitabını yazar.

Arvasi Bey üniversite yıllarında dinine, diline, inancına sataşanlara karşı çıkar. Arkadaşlarının mâlum zihniyetin mengenesine sıkıştığını görünce kahrolur, üstadın deyimiyle beyninden kalemine kan çeker ve yazar. Sayfalar, dosyalar dolusu yazar. Aklının kopma noktasına geldiği anlarda kalemini İmam-ı Rabbani hazretlerine bırakarak rahatlar...

Arvasi Hoca’da tasvir edemeyeceğimiz bir Peygamber sevgisi vardır. Söz Efendimizden (Sallallahü aleyhi ve sellem) açıldığında dizlerinde derman, gözlerinde fer kalmaz.

Mübarek ömrünün son yıllarında namazlarını Erenköy İstasyon Camii’nde kılar. Mahallenin dilencileri ona da laf atar “çocuklarının başı için”, “Allah işini rast getirsin” gibi bilinen duaları sıralarlar. Herkes gibi Arvasi Hoca da bunları ciddiye almaz, ancak içlerinden biri “Resulullah aşkına” diye haykırınca, tutulup kalır üstünde ne kadar para varsa adamın önüne atar. Uyanıklar bu inceliği iyi yakalar ve kullanmaya başlarlar. Arvasi Hocanın elindekini cebindekini, üstündekini başındakini kapar, adeta ayaküstü soygun yaparlar. Dostları “amaaan Arvasi bey, dilencilere niye itibar ediyorsun. Bunların ne kadar fırıldak olduklarını bilmeyen mi var” deseler de Hoca dayanamaz. Zira o “Resullullah aşkına” diyen birine karşı koyamaz.

Yanlış mı yaptım?
Arvasi Bey 12 Eylülden sonra bir müddet Mamak Cezaevi’nde yatar... Hoca hapisteki ilk akşamını hiç unutamaz, zira aynı hücreyi paylaştığı gazeteci arkadaşının saçları sabaha kadar beyazlar, adamcağız kendini tanıyamaz.

Evet Arvasi Bey, sıkıntılardan tad alır ve derdi vereni sevdiği için dertlerinden de hoşlanır. Ancak bir gece alnını secdeye koyamadığı için içi yanar, gözlerini yumup Ankara Bağlum’da yatmakta olan Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerine sığınır o kadar...

Aradan ancak dakikalar geçer, bir yedeksubay tabib hışımla koridora dalar. Onca mahkum arasından onu seçer, tansiyonunu ölçer, nabzını sayar, “sen burada kalamazsınız” deyip Mevki Hastahanesi’ne yollar.

Arvasi bey ömrü boyunca o ana yanar, niye sabretmedim diye kendini sorgular.
Ahmed Arvasi Beyin sohbeti doyulmayacak kadar tatlıdır, zira o anlattıklarını yaşar. Karşısındakileri nurlu yüzüyle cezbeder, hitabetiyle peşine takar. Gençlerin yazdığı hikayeleri okur, mısralarına kafiye uydurur, denemelerine ilaveler yapar. Bunlar elbette acemice karalamalardır ama o kimsenin hevesini kırmaz, sabırla adam yetiştirmeye bakar.

Görmezden geldiler
Eğer Arvasi Hoca, Avrupa’da yaşamış olsaydı yıllarca konuşulur, adına enstitüler kurulurdu. Gelgelelim aydınlarımız onu görmezden gelir, söylediklerine kulak tıkarlar. Ancak kulak tıkayanlarla, kulak tıkananların cenaze törenleri karşılaştırılırsa kimin unutulup kimin unutulmadığı ortaya çıkar.

Gazeteci Yazar Veysel Gani anlatıyor: Bir gece Saat 12, telefon çaldı. Baktım Ahmed Arvasi Hoca. “Meraklanma Veysel” dedi, “öylesine aradım, şöyle bi halini hatırını sorayım dedim. Hani birlikte çok çalıştık, üzerimizde hakkın var.”

Ben “ne hakkı efendim” dedim “varsa helal ettim gitti.” Dedim ama buna bir mânâ veremedim. Ertesi gün ölüm haberini alınca hiç şaşırmadım. Zira o sadece iyi bir eğitimci ve muhteşem bir sosyolog değil, sayıları az kalan gönül ehillerinden biriydi.

Günümüzün ediplerden Olcay Yazıcı’nın ifadesi ile Türkiye’nin problemi ne terör, ne enflasyon, ne de AB’ye girememektir. Türkiye’nin tek meselesi vardır: İkinci bir Seyyid Ahmed Arvasi çıkaramamak!