Asrın Müceddidi MUHAMMED GAZALİ

|

Mutezile’nin güç kazandığı, üç satır okuyanın filozof kesildiği, batınilerin terör estirdiği ve haşhaşilerin kıtır kıtır adam kestiği yıllar... İslâm adına bir şeyler öğrenmek isteyen çoktur ama ne yazık ki bunlar sapıkların tezgâhına takılırlar.

Büyük Selçuklu Sultanı Alpaslan ve oğlu Melikşah “biz temiz Türkleriz, bidat nedir bilmeyiz” dese de mübtediler boş durmaz. Her taşın altından çıkar, cahilleri kandırıp ortalığı karıştırırlar.

Selçuklu’nun bilge vezîri Nizâm-ül-Mülk cehaletle savaşmaya kararlıdır, bu yüzden imparatorluğun önde gelen şehirlerinde medreseler açar. Bu medreseleri ehil ellere bırakmaya özen gösterir, kaş yapalım derken göz çıkartmaktan çok korkar. İşte Nişabur’da bulunduğu günlerden birinde Gazalî hazretleri ile tanışır ve yüzünde güller açar. Bu temiz ve gayretli alimi Bağdat’a davet eder, Nizâmiye Medresesinin Başmüderrisliğine (Rektörlüğüne) atar. Gazali hazretleri üç yüz gence ders verir ki bunlar gittikleri yerde meşale yakacak kırattadırlar.

Bu genç alimler ilim, kültür, sanat hayatına hakim olur, bidat ehilleri münazaraya bile yanaşamazlar.

Helen bataklığı
İmam-ı Gazali hazretleri sinekleri savmakla kalmaz, bataklığı da kurutmaya niyetlenir. Tutar o yaştan sonra Rumca ve Latince öğrenir, Yunan felsefecilerinin kitapları üzerinde yıllar süren bir çalışma yapar, onların hatalarını “onların metodlarıyla” ortaya koyar.

O yıllarda filozoflar akılla ama sadece akılla doğruyu bulacaklarını sanır, yeryüzünün tepsi gibi düz olduğunu, karaların denizlerin üzerinde yüzdüğünü, dünyanın sabit durduğunu, ayın ve güneşin batıp çıktığını savunurlar. Kabukla o kadar çok uğraşırlar ki özü kaçırırlar. İşte bu yüzden olacak batılılar hayatı boyunca felsefecilerle savaşan Gazali hazretlerini de felsefeci sanırlar.

Büyük velî, Şam ve Kudüs’te çok alim tanır, çok okur, çok yazar. Tam 300 bin hadîsi şerîfi ravileri ile birlikte ezberler ki onu Huccet-ül İslâm adıyla anarlar. Evet o mutlak müctehiddir ve yeni bir mezheb kuracak donanıma haizdir. Nitekim bunu yapıp yapmamakta tereddüt yaşar. İşte tam o günlerde bir rüya görür. Cebrail Aleyhisselam onu bir camiye götürür ki harika bir şeydir. Kubbesi minaresi camları çerçeveleri hep yerli yerincedir. Tezyinatı nefistir ve yapısıyla güven verir. Hani bir taş ilave edilse yakışmayacak, tek tuğla çıkarılsa farkedilecektir. O ara dikkatini çeker, bu caminin birbiriyle mütenasip dört kapısı vardır, döner dolaşır ama beşinciyi oturtacak bir zemin bulamaz. Hoş, buna lüzum da yoktur, binanın esteğini bozmaktan korkar.

Muhammed Gazali mesajı almıştır... Yeni bir mezheb kurmaktan vazgeçer ve dört mezhebe de sahip çıkar.

Gün başına 19 sayfa
Büyük velî, ömrünün son yıllarını Tûs’ta geçirir, tesavvuf yolunda çok şey aldığı Ebû Ali Farmedi hazretlerinin hatıralarıyla yaşar. Evinin yakınına bir medrese yaptırır, yine taliplere ders verir, yine kitaplar yazar ve yine insanlara birşeyler verebilmek için kendini hırpalar.

P.Bouyges, “Essaie de Chronologie des Oeuvres de al-Ghazâli” adlı kitabında, İmâm-ı Gazâlî’nin 404 eserinin ismini yazar. Gazali’nin satırlarına dalan pek çok batılı müsteşrik tesir altında kalır ve Müslüman olurlar. İmam’ın yazdığı kitapları, yaşadığı güne bölerler, her güne 19 sahife düşer. Ki bunlar sıradan şeyler değildir, hiçbir cümle diğerine benzemez, her birinden ilim, hikmet taşar.

Ama ne yazık ki Moğol çapulcuları bu kitapların en nadide örneklerini yakar ya da suya atarlar. Dicle günlerce mürekkeb rengi akar. Bu yüzden tam bir tasnif yapmak mümkün değilse de mübareğin bini aşkın eser yazdığı sanılır, ki o hesaba göre günde 40 sahifeyi bile aşar.

Acısı geçmeyen dayak...
İbn-i Harezmi adında bir molla, İmâm-ı Gazâlî’nin İhyâ kitabındaki incelikleri anlayamaz, kötülemeye başlar. Halkın elinde bulunan İhyâ’ları toplayıp yakmayı kararlaştırırlar. Hemen o gece molla ibretli bir rüya görür ki her zamanki gibi ders okuttuğu câmiye girmiştir. Bir de ne görsün karşısında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), yanında Ebû Bekr ve Ömer (radıyallahü anhüm) oturuyorlar. İmâm-ı Gazâlî İhyâ kitabını gösterip “Ey Allah’ın Resûlü!” der, “Lütfedip şu kitaba bakar mısınız? Eğer İbn-i Harezmi’nin dediği gibi bir yanlışlık varsa, tövbe ettim. Yok, sizin bildirdiklerinize uygunsa, bu adamla hesabım var”. Server-i Kâinat, İhyâ kitabını baştan sona kadar inceler ve, “Vallahi bu güzel bir kitaptır” buyururlar. Sonra kitabı Hazret-i Ebû Bekr’e ve Hazret-i Ömer’e uzatırlar. İki büyük halife kitaptaki tasnife, üslûba ve kaynakların sıhhatine bayılırlar.

Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz, “bu adamı, iftirâ edenlere yapılan yapılsın” buyururlar. Güçlü kuvvetli kimseler gelip İbn-i Harezmi’yi soyarlar ve saya saya had vurmaya başlarlar.

Molla ilk üç darbeyi yemiştir ki uyanır ama vücudunda üç tane değnek izi vardır. Bunların ağrısı uzun süre geçmez ve dayanılmayacak kadar acır. Onun pişmanlığını anlatmaya bilmem gerek var mıdır?