Egoist Komünist ENVER HOXHA

|

Arnavutlar bayraklarında yer alan kartal gibi özgür ve yırtıcıdırlar. Shikiptarın (Kartal Yurdunun) çocukları Yıldırım Bayezidli yıllardan beri bizimle yoldaş olur ve sayısız şehit verip İlay-ı kelimetullahın sancaktarlığını yaparlar.

Osmanlılar onları öz evlatları sayar tam 35 Arnavut’u sadaret makamına (başbakanlığa) oturturlar.

Arnavutlar da millet şuuru fazladır, ancak İslam’ı Osmanlı’dan öğrendikleri için “Elhamdülillah Türk’üm” demekten şeref duyarlar.

Evet zaman zaman Dersaadetin başını ağrıtsalar da imparatorluğa sadakatlarıyla tanınırlar. Doğrusu şu ki, İttihatçılar çocukça tavırları ile onları da darıltmayı başarırlar.

Önce alfabe
Arnavutlar 10 Kasım 1908’de Manastırda toplanan kongre ile Latin harflerine geçer, İslam harflerini bırakırlar. Babıâli aydınları (mesela Hüseyin Câhid) bu inkılâbı hararetle alkışlar. Ancak Latince okuyup yazmaya başladıkları günden itibaren İstanbul’la olan bağları zayıflar, Batılıların oyuncağı olurlar. Nitekim 1912 yılında Meclis-i Mebusan milletvekili İsmail Cemali’nin liderliğinde başkaldırırlar. 28 Kasım 1912’de Avlonya’da bağımsızlıklarını ilan eder, İsmail Kemal Vlora’yı hükümetin başkanı yaparlar. 1. Cihan Harbinin ardından (1925) kendi Cumhuriyetlerini kurarlar.

Ancak Cumhurbaşkanı Zoğu başlarına kral kesilir ve ciddi bir iktisadi kriz yaşarlar. Avrupalılar, zaten yanıbaşlarında peydahlanan Müslüman devletten rahatsızdırlar. Onları bölük pörçük eder, Kosova ve Makedonya gibi suni devletçikler kurarlar.

Bölge 2. Cihan Harbinde İtalyanlar tarafından işgal edilir, ancak 1944 yılında Partizanlar (adları sol olsa da milliyetçidirler) yönetimi ele geçirir ve Rusya ile sıcak münasebetlerde bulunurlar. Devlet başkanlığına Emek Partisi Genel Sekreteri Enver Hoxha’yı getirirler ve işin çivisi çıkar.

Nevi şahsına...
Enver Hoca ve Mehmed Şehu’nun kurdukları Halk Cumhuriyeti (1946) diğer Sosyalist ülkelerle de anlaşamaz. Önce kültür yağması, ardından baskı ve sefalet başlar. Nevi şahsına münhasır bir Komünist olan Enver Hoxha, SSCB ile köprüleri atar, Çin’e yanaşmaya başlar. Eğer siz Avrupa’nın göbeğinde Maocu bir yapılanmada ısrar ederseniz adamı tefe koyup çalarlar. Nitekim, Arnavutlar da okyanustaki ada gibi yalnız kalırlar.

Aslında Arnavutluk, karlı dağları, derin gölleri, danteli andıran kıyıları ile İsviçre’ye fark atar. Adriyatik dediğin deniz fıkır fıkır balık kaynar, bostanlardan zerzevat, bahçelerden meyve taşar. Sonra bütün ünlü merkezlere (Berlin, Paris, Roma) yakın olmanın avantajını yaşarlar. Hepsi bir yana insan kalitesi yüksektir, hırslıdırlar, kararlıdırlar, çalışkandırlar. Bütün bunları duyanlar “iyi de yağ var, un var, şeker var, helva hani” diye sorarlar.

Doğrusu Arnavut’un Arnavut’a yaptığını kimse yapmaz. Enver Hoxha gibi dostu olanın düşmana ihtiyacı kalmaz. Bu güzel ülke “kızıl tiran”ın elinde yaşanmaz olunca garipler Kosova, Makedonya ve Türkiye’ye kaçarlar, öyle ki dışarıda yaşayan Arnavutların sayısı Arnavutluk’ta yaşayanları aşar.

Batılı okullardan
Dilerseniz biraz gerilere gidelim. Enver Hoxha 1908 yılında Engiri’de doğar. Babası bir kumaş tüccarıdır ama o okumaya merak salar. Korçe’de Fransız lisesini bitirir ve Amerikan Teknik Mektebine başlar. İşte Marksistlerle orada tanışır, işe bakın kapitalistlerin okulundan komünist olarak çıkar. Doğrusunu isterseniz başarılı bir öğrencidir, nitekim devlet bursuyla Fransa’ya gider ve Montpellier Üniversitesi’nde tahsilini tamamlar. Yabancı dil bilenlerin parmakla gösterildiği yıllarda ülkesinin Brüksel Konsolosluğu’nda çalışır, bu arada Fransız Komünistleriyle düşer kalkar, senli benli olurlar.

Enver Hoxha genç nesilleri Marksist yapabilmek için bilerek ve isteyerek öğretmenliği secer, kendi mezun olduğu okulda vazife alarak militan yetiştirmeye başlar. O yıllarda İtalyanlar Arnavutluk’u işgal eder ve yerli Faşistleri kilit noktalara koyarlar. Enver Hoxha’ya da aralarına katılmasını teklif ederler ancak ret cevabı alırlar. Hal böyle olunca çıkışını verir, kapının önüne bırakırlar.

Tütüncü Hoxha
Enver Hoxha da Tiran’a gider ve bir tütüncü dükkanı açar. Görünüşte sigara, pipo tütünü, tömbeki filan satar ama dükkan kısa sürede hücreye döner, devrimci militanlarla burada buluşurlar.

Zamanı gelince harekete geçer ve Yugoslav partizanları ile el ele verip İtalyan işgalcileri yurtlarından kovarlar. Hoxha önce Kominist Partisini sonra ülke yönetimini ele geçirir, bu arada Stalin-Tito çekişmesini fırsat bilip “Yugo”lardan kurtulurlar. Hatta bu bahane ile yerine geçebilecek ikinci adamları da temizler, ayağına takılabilecek kabiliyette olanları “Titocu” diye yaftalayıp ayıklar.

Gelmiş geçmiş en büyük din düşmanlarından biri olan Enver Hoxha alnı secdeye değeni zindana tıkar, tarihi değeri olan yüzlerce camiyi yakıp yıkar, kalanlarını da ateizm müzesi yapar...

EGOİST KOMÜNİST

Enver Hoxha, gıda, sağlık, eğitim, barınma gibi dertlere çare olamayınca halkı meçhul düşmanlarla oyalar, kalplerine korku salar. Hazinedeki üç kuruşu beton koruganlara harcar, dağa, taşa mevzi kazar.
Bakın bu koruganlar bildiğiniz futbol topunu andırırlar, anlatılanlar doğruysa Enver Hoxha sağlamlığını test etmek için bunları tasarlayan mühendisleri içine tıkar, dışarıdan top tüfek tabanca ne varsa üstlerine sıkar. Doğrusu koruganlar vazifelerini yapar, mühendisler sağ salim çıkarlar. Bu hızla daha fazla iskelet kurar daha fazla demir çimento kullanır lar. Efendim okul yokmuş, hastane lazımmış, köprü gerekmiş kimin umurunda? Sermayeyi marasız betonlara yükler ve nedeeen sonra modern muharebelerin farkına varırlar. Bu komik kürelerin asrın savaşlarında bir işe yaramayacağını anlayınca alayını boşaltırlar. Dağ başlarındaki alametler kurtlara kuşlara yuva olurlar.

Dini inançları tamamen ortadan kaldırdığını zannederek “dünyanın ilk ateist devletini” kuran Enver Hoxha gölgesi ile kavga eden bir adamdır. Ona göre Troçkistler, Titocular, hatta Kruşçev ve Brejnev, hepsi ama hepsi revizyonisttirler.

Herkesle kavgalı
Evet Karl Marks’ı okur ama anlayamazlar. Hele Avrupa Komünistleri resmen ve bizzat Anti-Komünisttirler. Onları “kapitalizmin neferi” diye yaftalar.

Hoxha, Güney Amerikalı gerillaları (Castro, Che filan) maceracı bulur, Çin devrimini ise yolda kalmış, hatta yoldan çıkmış bir devrim sayar. Döner dolaşır Maocularla da köprüleri atar, onları Marksist ekonomiye, Marksist felsefeye ve Marksist sınıf mücadelesi öğretisine ihanetle suçlar.

Adam kimseyle uzlaşmaz, haddi zatında bir devlet yönettiğini de anlayamaz. Sol örgüt eline düşmüş liseli tıfıl edasıyla faşist işgal, emperyalist baskılar, sınıf savaşı edebiyatı yapar. Hoxha ısrarla işçi iktidarından bahse kalkar ama hiçbir işçi partide yükselemez ve hiçbir proleter bakanlık koltuğuna oturamaz. Kaldı ki Arnavutluk bir sanayi ülkesi değildir, memlekette işçiler parmakla sayılırlar. Millet köylü ve çiftçidir, çorbayı bağından bahçesinden, ineğinden davarından çıkarmaya bakar.

Ben... Yine ben
Enver Hoxha’nın defterinde samimiyet ve vefa gibi kelimeler bulunmaz. Beraber yiyip içtiği adamlarına bile dayanamaz, en yakın yoldaşı Mehmed Şehu’yu gözünü kırpmadan kurşunlatır, intihar süsü verdirip mezara tıkar.

Ardından aleyhinde bir kampanya başlatır, Amerikan ajanlığı ile suçlayıp, mezar taşını bile paralar. Yetmez sülalesini kazır, eş ve çocuklarını birer ikişer yanına yollar. Şu işe bakın Şehu’nun kardeşlerinin de tek tek intihar edecekleri (!) tutar. Kimi gece kalkıp beynine kurşun sıkar, kimi çayına şeker yerine zehir katar. Kendini kuyulara atanları mı ararsınız, ipe asanları mı? Bu arada yalakaları yürüyüşe geçer “Hoxha nerede, biz oradayız” diye yırtınırlar.

Elbette kendisinden sonra da birileri kürsülere çıkacak, statlarda alkışlanacak, radyolarda konuşacaktır. Belki de heykellerini diktirecek, paralara resmini bastıracaktır. “Ulu Rehber” bunu bilir ama kimseye yakıştıramaz, makamına sulanana asla dayanamaz.

Yoldaş ölür ama...
Enver Hoxha 46’dan 85’e kadar koltuğunu bırakmaz, hatta savunma ve dışişleri bakanlığını da üstlenir, bildiriler yayınlayarak, manifestolar okuyarak milleti uyutur, ortada tek müteşebbis kalmaz.

Hani masa yumruklamakla işler rayına otursa... Sloganlar sadece kulağa hoş gelir, dertlere çare olmaz. Duvarlara çizilen genç güçlü ve mutlu proleterya tasvirleri karın doyurmaz. Komünizm, memleketin 60 yılına ipotek koyar. Böylesine yırtıcı bir milleti uyuşturur, üç kuruşa muhtaç yapar. Arnavutlar Afrikalıların bile gerisinde kalırlar. Şehirler köye döner, insanlar takibata uğrama korkusundan babalarına bile açılamazlar. Devlet habire alır ama hizmet sunmaz. Partililer milletin derisini yüzer rüşvet, iltimas kök salar.

Enver Hoxha, Nisan 1985’te ölür ama yerine geçen Ramiz Alia aynı tüfeğin demirindendir, değişen bir şey olmaz. Yerli Komünistler Hoxha’nın heykellerini yıkar, Ramiz’in posterlerini asarlar. Halk yine et, süt, yumurta bulamaz, bir dilim ekmek için vesika peşinde koşar...

Bu arada “Kızıl Mafya” güçlenir, ayaklarına takılanların evlerini bahçelerini yakarlar. AIDS, sıtma, kolera, verem, çocuk felci, katlanarak artar, hırsızlık vakayi âdiyyeden sayılır, kirli hava ve kirli sular canlarından bezdirmeye başlar.

Çivisi çıkınca
Kominizmin iflasından, duvarların yıkılmasından sonra partili komünistler çok uluslu firmaların temsilciliklerini kapar, kapitalist olurlar. Eski kızıllar yine çok kazanır ve yine farklı yaşarlar. Yeni düzenin de vicdanı yoktur, polis şefleri bile kanunsuz işlere bulaşır, mafya fidan boylu Arnavut kızlarını kaçırıp Batılı fuhuş merkezlerine satar.

Özallı yıllarda yönetime gelen Sali Berişa, İslam dünyasına yakın duran idealist bir liderdir. Lâkin onu suni krizlerle devirir, Rum yanlısı Fatos Nano’yu koltuğa oturturlar. Vatikan ülkeye kamyonla para akıtır, hangi taşı kaldırsan altından bir misyoner çıkar. Ne yazık ki dolarlar saçılınca kaymalar, sapmalar başlar. Arnavutluk’ta yaşı ellinin üzerinde olanlar Türk İslam isimleri taşır, ancak son yıllarda çocuklarına Edith, Artan, Elora, Elena gibi isimler takıyorlar.

Hasılı Enver Hoxha’nın çabaları sadece Batılı emperyalistlere yarar.

Dileriz Arnavutluk Arnavutların olmaktan çıkmaz.